22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

15 KASIM 2009 / SAYI 1234 9 Egemenlik artık ’un elinde Facebook’un en popüler olduğu ülkeler sırasıyla Türkiye ve Kanada. Hatta Türkiye’de “Google Türkiye” arama motorundan sonra en fazla tıklanan site. Peki, Facebook sanıldığı kadar masum bir paylaşım ağı mı? ZUHAL AYTOLUN Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı’ndaki “Enformasyon Teknolojileri ve Toplumsal Cinsiyetin Yeniden Tanımlanması” dersinde Facebook’u tartışma kararı almalarıyla başladı. Toplumsal paylaşım ağlarını incelemek, Facebook’un içinde ve dışında neler olup bittiğini anlamak üzere yola çıktılar. Çeşitli toplumsal örgütlenme pratiklerini, mahremiyet olgusunu, teşhirciliği, gözetleme ve gözetlenme hazzını ve denetimi incelemeye başladılar. Öncelikle Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları’nın kısaltması AÜKÇ adıyla Facebook’ta hesap açan “Kolektif Üretim” ardından da kapsamlı ve ayrıntılı çalışmalara başladı. Sonuçlar ise çok çarpıcı. G NEFRET POMPALANIYOR rkçı ve nefret söylemini yayan ve bunu doğal kılan örgütlenmeler üzerine de eğiliyor kitap. Yeni medya ortamının bu tarzda kullanımının tehlikesine de işaret ediyor. Öncelikle dert edinilen bir konu açıyor grup, sonra kurucu ya da üyelerin, birilerini “karşı taraf” ilan etmesiyle etiketleme ve ötekileştirme başlıyor. Tuğrul Çomu’nun da dile getirdiği gibi, ötekileştirmenin başladığı yerde, nefret söylemi de ağırlık kazanıyor. Çomu, nefretin ön plana çıktığı bu örgütlenmelerin, tartışma platformundan çok propaganda panoları halinde sürdüğünü söylüyor. Peki, kullanıcılar F acebook, tüm dünyada 200 milyondan fazla aktif kullanıcısı olan bir paylaşım ağı. Dünyada da her gün üç milyar dakikadan fazla zaman harcanıyor Facebook’ta. Her ay siteye sekiz milyonun üzerinde fotoğraf, yedi milyonun üzerinde video, 28 milyonun üzerinde not ve link paylaşımı yapılıyor. 25 milyonun üzerinde aktif kullanıcının oluşturduğu aktif grupları da unutmamak gerek. Kullanım ağı bu kadar yaygınlaşan Facebook Türkiye’de de çok popüler. Sıradan bir paylaşım ağı olarak görünen ancak ardında pek çok etkili ve tehlikeli yanları barındıran Facebook’un masum bir paylaşım ağı mı? “Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: ‘görülüyorum öyleyse varım!” kitabı işte bu sorunun yanıtı arıyor. Kitap, Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Mutlu Binark’ın Ali Toprak, Ayşenur Yıldırım, Eser Aygül, Senem Börekçi ve Tuğrul Çomu’yla yaptığı kapsamlı çalışmalar sonucunda oluşturuldu. Kendilerini “Kolektif Üretim” olarak tanımlayan bu ekip, neden mi Facebook üzerine çalışmaya başladı? Her şey, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü I bu durumun ne kadar farkında? Yanıt, Çomu’dan: “Dolaşıma sokulan söylem, belli bir sürenin sonunda meşrulaşıyor. Benzer düşünceler içinde olmayan kullanıcılar da nefret söylemini doğal kabul etmeye başlıyor.” Bu durumun gündelik hayata yansıması ise zayıf. Ancak Çomu, kullanıcıların nefret söylemini doğal kabul etmeye başlaması ile birlikte kullanıcının duruş değişikliği geliştirdiğini dile getiriyor. Toprak da, “Özgürleşmek için topluca bir çaba gösterilmezse bireylerin bir aradalığı anlamında toplum yok olacaktır. Kim bilir belki biz de gün gelir, lağım fareleriyle karşı karşıya bırakılarak onuru kırılan Winston Smith gibi pes eder ve Big Brother’ı çok sevdiğimizi söyleriz” diyor. Kitap, ne Facebook gibi toplumsal paylaşım ağları bağımlılık yapar mı sorusuna yanıt arıyor, ne de bunlar kullanılmasın diyor. Amaç, farkındalık yaratmak. “Kolektif Üretim”in özellikle dile getirdiği ise şu: “Tüm bunları bile isteye kabullenerek dahil olduğunuzun farkında olun ve bu yeni medya ortamlarını bu farkındalıkla kullanın.” G Hermann Nitsch bu ay boyunca Dirimart’ta Din ve ibadetin sorgulanması DENİZ ÜLKÜTEKİN itüeller dinin günlük hayata yansımasının en bilindik yolu. Ve ritüeller sırf insanların manevi anlamda tapınma boşluğunu gideren belli bir düzen içindeki gösteriler mi? Yoksa insanları varoluşsal kaygılar etrafında birleştirip kendilerinden uzak amaçlara yönlendirmenin en etkili yolu mu? Bu ve benzeri sorulara yanıt arıyorsanız Dirimart Sanat Galerisi’ndeki bir sergi size yardımcı olabilir. 1960’larda kısa süre içinde dünya çapında yankı bulan Viyana Aksiyonizmi’nin öncülerinden Hermann Nitsch’in eserleri 6 Aralık’a kadar sanat takipçilerinin izlenimine sunulacak. Hermann Nitsch, 1960’larda Orta Avrupa’da ortaya çıkan Viyana Aksiyonizmi akımının en önemli birkaç temsilcisinden biri. Kendisinden önce aynı coğrafyada var olan sanat temsilcilerini “Bizim için yeterli değillerdi” sözleriyle tanımlıyor. Bunun için de New York’ta gerçek renkleri kullanan sanatçıların peşine düşmüş. Takdir kadar eleştiri de alan kısa süreli ama çok fazla ses getiren gösterisi Alem ve Gözlem Tiyatrosu da bu şekilde ortaya çıkmış. Eski Pagan ve Hıristiyan ayinlerinden apartılmış gibi görünen bu performans kandan hayvan kadavralarına kadar eski R Farkındalıktan öte, ciddi bir farkındasızlık escartes’in “cogito ergo sum” cümlesinden beslenerek ortaya çıkmış çalışmanın adı. 20. yüzyılın en önemli iletişim mecralarından biri olan Facebook gibi toplumsal paylaşım ağlarıyla beraber egemenliğin artık görüntünün eline taşındığına gönderme yapıyor. Teşhircilik ve gözetlenme isteği artık yeni medya ortamlarının yarattığı gereksinimlerden. Birinin koyduğu fotoğraflardan nereye gittiğine, kimlerle arkadaşlık ettiğine bakarken diğer yandan da D yaşamlardan kareler sunuluyor. Mahremiyetin kamusallaşmasının yanı sıra röntgencilik ve muhbirlik de cabası. Kolektif Üretim’den Ali Toprak, araştırma sürecinde karşılaştıklarını bakın nasıl anlatıyor: “Farkındalıktan öte, ciddi bir farkındasızlık veya farkındalığa rağmen eylemsizlik hali ile karşı karşıya kaldık. Bırakın karşı eylemliliği, buna dahil olma ve yeniden üretme hali var.” Peki, neden Türkiye’de Facebook bu kadar popüler? Mutlu Binark bunun temel nedenini görmeye ve görülmeye duyulan hazda aramak gerektiğine dikkat çekiyor. Ona göre, Facebook görüntü kültürünün egemenliği altında. Bireylerin tüketerek bireyselleştiğini ve zamanla fişlenen, kollanan varlıklar olmaya başladığını söylüyor. Evet, Facebook göründüğü kadar masum değil. Toplumsal paylaşım ağlarının etkin yanları aynı zamanda tehlikeli yanlarını da yansıtıyor. Sadece yüz yüze iletişimin kablolar ve monitörler aracılığıyla sunulması değil, aynı zamanda iktidarın denetim ve gözetimini de beraberinde getirdiğinden söz ediyor Toprak. “İletişmek, örgütlenmektir” diyor, “İktidar, insanların birbirleriyle ilişkilenmesini denetlemek ve olanca gücüyle sezdirmeden sınırlamak, hatta kesmek arzusundadır. Sanal iletişimin gündelik yaşamın, iletişimin yerini almış olması, bireyci toplumun zeminini oluşturuyor. Eh, bu da yeterince tehlikeli.” G zamanlara ait pek çok tapınma simgesiyle yapılan ve günlerce süren ayinlerden oluşuyor. Bu performans için “Ben sadece her şeyi tüm açıklığıyla göstermeye çalıştım” diyor Nitsch ve ekliyor; “Din ve ölüm birer ayrıştırıcıdır.” Her ne kadar işleri din ve tapınmayla ilgili sorgulamalar uyandırsa da o bu tip ritüellerin sıkı bir takipçisi. “Kendinizi gözlemci olarak mı görüyorsunuz katılımcı mı” sorumuza “Her ikisi de” yanıtını veriyor. Nitsch için tüm varoluşsal anlamları üzerine yüklediğimiz dünyada tapınma ve din vurdumduymazlığa karşı ve yaratıcılık içeren bir anlam taşıyor. Elbette başka anlamlar da taşıyor. Kendisini bir aksiyonist olarak tanımlasa da Gunther Bros ve Otto Mühl gibi kuşakdaşları kadar politik olmadığını saklamıyor. Gözleri bağlı bir erkeği çarmıha gerilmiş halde cinsel organı açık bir şekilde Pagan ayinini andıran bir performans gösterisinde kan içerken teşhir etmek, elbette insana sakin bir yaşam sağlamıyor. Ancak sorulduğunda sanki bu eleştiriler hiç olmamış gibi konuşuyor: “Dünyayı yargılamak benim görevim değil. Herkes işlerim hakkında istediğini söylemekte özgür. Dediğim gibi benim asıl amacım her şeyi göstermekti.” Nitsch’e en büyük tepkiyi gösteren gruplar arasında hayvan hakları savunucuları yer alıyor. O kadar ki zaman zaman gittiği ülkelerde büyük kalabalıklar tarafından protesto gösterileriyle karşılanmaya alışmış. Bu konuda diğer eleştirilere göre biraz daha hassas. “Şunu açıklığa kavuşturmak isterim. Ben hayvanları kendim kesmiyordum. Gidip onları sakatatçıdan satın alıyordum” diyor. G PAZAR YAZILARI Benzerliklerden benzemezliklere ADNAN BİNYAZAR anatsal akımlar birbirlerini törpüleyip biri öbürünün kalıbını bozarak gelişir. Değişiklikleri fark edip ona karşı çıkan da olur, benimseyip kalıba giren de. Sürekli değişime karşın, insan, ne yapsa nesnenin değişmeyeceği saplantısından kurtaramıyor kendini. Doğa nesneyi kendine benzettiğine göre değişmezlik diye bir şey yoktur. İnsanın Afrika’da başka, kutuplarda başka olmasının nedeni budur. Afrika yerlilerinin Amerika’ya göçtükten sonra melezleşmeleri değişim belirtisi değil mi? Bizim ince yüzlü tiftik keçimizin Avustralya’da etli butlu koyuna dönüştüğünü görünce gözlerime inanamamıştım. S C M Y B C MY B İşlenen hangi nesne olursa olsun, sanatçı var olanla yetinmiyor, tıpkı doğa gibi, değiştirerek nesnenin özünü arıyor. Öz, sanatçının görmek istediğidir. Picasso’nun on bir figürden oluşan “Boğanın Değişimi” adlı çizimlerine bakıyorum. İlk çizimde, kuyruğu sağa savruk, boynuzu yumuşak duruşlu, cinselliği kendi halinde, güdümlenmesi kolay mı kolay bir boğa... Öbür çizimlerde kalem karalamaları iyice koyulaşmış, boynuz irileştirilip sertleştirilmiş, boğanın duruşu daha görkemli, karnın ortasına doğru yürüyen devinimsiz bir cinsellik, kuyruk aynı, kaslar belirgin, görünüşü korkutucu... Daha gelişmiş bir çizimde, boğa, başını hafif sağa dönmüş, gövde, kasap resimlerinde olduğu gibi, etin yumuşak ya da sert yerlerini gösteren parsellere ayrılmış. Yumuşak yerler beyaz bırakılmış, sert yerler kara. Kuyruk yine aynı, organı yerli yerinde, mahzun bakışlı bir boğa... Başka bir çizimde, boğanın ön ayakları uzamış, omuz kütlesi gövdeden de iri. Baş, yalın çizgilerle küçültülmüş. Bir sonrakinde ise baş öne doğru uzamış, sanki ressam değil de bir çocuk çizmiş boğanın başını. Organ, karındaki yerinden geri çekilip sertleşmiş. Bir başkasında devinim yeteneğini yitirmiş, tekdüze bir boğa. Son iki çizim koyulu açıklı değil, yalnızca çizgi. Birinde baş, küçükten de küçük bir figür; öbüründe, gövdenin önünde boynuzları simgeleyen bir yarımay... Organ, birinde sanki pörsümüş balona benzeyen gece lambası ampulü, sonuncusunda, üç tel kıl... Sanat eseri bakmakla değil, çağrışımlarla yorumlanıyor. Soruyorum içimden, “Picasso, bu değişimlerle neyi algılatmak istiyor?” Boğa cinsel gücün simgesiyse, neden ilk çizimlerde bir et kütlesi, korku yaratan bir yaratık, sanki sıradan bir ev öküzü, ya da organı apış arasına sıkışmış kapkara iki yumurtalık, en son çizimde iki üç tel kıl?.. Figürler, aşama aşama 19451947 yılları arasında çizildiğine göre, Picasso, boğayı mitolojik bir gücün simgesi ya da İspanyol faşizminin çöküşü olarak tasarlamış olabilir... Sanat, tek bakışlı bir evren yaratma çabası değildir; Van Gogh, “Sanatçı, Tanrı’nın eksik bıraktığını tamamlar,” diyor. Picasso kestirip atıyor: “Resim senin benden istediğin değil, benim sana verdiğimdir!” Bunca ayrıntıya karşın, Picasso boğadaki değişimleri çizerken, insanda bedensel gerilemenin evrelerini düşünmüş olamaz mı?.. Sanat, insan ruhunda, benzerliklerden benzemezlikler; benzemezliklerden benzerlikler yaratma güdüsünün dışavurumudur. Bu, sayfalar dolusu romanla da olur, üç beş dizeyle de, karmaşık ya da silik boğa çizimleriyle de... Yeter ki erbabının eline düşsün... G binyazar@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle