22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 EKİM 2009 / SAYI 1228 7 DÜNYALI YAZILAR Sınıfın en başarısızı, televizyonun mucize adamı: Acun Ilıcalı Acun Ilıcalı haftada altı gün prime time programı yapıyor. Başarısına yaslanmadan da yeni işlerin peşine düşüyor. İki yeni program yolda. Televizyonun matematiğini çözmüş. Tuzaklara karşı hazırlıklı, morali hep yüksek. İşler ters giderse de evine dönüp, sakin bir hayata başlamaktan korkmuyor... ALİ DENİZ USLU 1. sayfanın devamı Acun Ilıcalı: Ev sohbeti yapıyorum, halk beni dinliyor, anlıyor, zorlanmıyor. Dizilerde iyi oyunculuk, realite şovlarda gerçeklik aranır. Geçenlerde Tarantino'nun “Soysuzlar Çetesi”ni izliyordum. Filmin girişindeki sorgu sahnesinde ben terledim. İşte orada her şey var, bunu hissettim. Sanırım ben de bunu yapıyorum. Mesela Cem Yılmaz geldi. Katıldığı programlar arasındaki en yüksek reytingi aldık. Neden? Çünkü orada onu fırına soktuk. Sıcak bir şekilde halka verdik, o da çok iyiydi. Harika bir program çıktı. Hem ben şov adamı değilim, yapmam, yapamam... Programınıza “ünlüler” konuk oluyor. Hem de öyle böyle değil, dünyaca bilinen isimler. Bunu yalnızca parayla sağlıyor olamazsınız. Bende şeytan tüyü var. Göz teması, vücut dili belki de. Muhabirlik döneminde de kimseyi satmadım, yalana bulaşmadım. Elbette sadece güvenle de olmaz bu işler. Benim başlangıcım çok zayıftır, hemen iyi iletişim kuramam. Sonra çok hızlı bir şekilde ilerlerim. Dediğin gibi bu işler öyle çok para pulla olacak türden değil. Bu ülkede yalnızca benim param yok neticede. Adriana Lima İstanbul'a geldiğinde bir gece dışarı çıktık. Eğlence mekânında, yanımızda Monaco prensi vardı. Onunla tanışmak için çok uğraştı. Sayısız koruma, aristokrat hareketler, salon adamı tavırları... Adriana ona o kadar antipatik baktı ki, anlatamam. Biz ise çok eğleniyorduk. Yani bana konuk gelenler arasında para için bunu yapanlar da var, gerçekten keyif aldığı için bizimle olanlar da... Irk temelli siyasete Coetzee yorumu... ZÜLAL KALKANDELEN debiyatın en saygın ödüllerinden Man Booker’ın bu yılki sahibi iki gün sonra açıklanacak. Uzun bir listeden elenerek seçilen altı adaylık son listede, kitaplarını çok beğendiğim J. M. Coetzee de var. Güney Afrikalı yazar, daha önce Nobel’in yanı sıra, iki kere de bu prestijli ödülü almıştı. Bu defa yeni kitabı “Summertime” ile aday gösterildi. Eğer bu yıl da ödüllendirilirse, Man Booker’ı üçüncü kez kazanan ilk yazar olacak. Yine çok konuşulacak mükemmel bir eser yazmış Coetzee; ama bu yazının konusu, kitabın edebi özellikleri değil, kitapta yer alan bazı düşünceler. *** E PARA BANKADAKİ FAZLALIK Televizyonun zemini kaygan. Her şey bir anda bitebilir korkusu yaşıyor musunuz? Korkum yok. Çünkü para hırsım olmadı. O yüzden çok para kazandım. Parayı düşünürseniz kaybedersiniz. Biz eğlenince Türkiye eğleniyordu, böyle düşündüm hep. Şöhretten ve görünür olmaktan beslenmediğim için de işler kötü giderse evime kapanır yaşamıma sakin sakin devam ederim. “Çok para kazandım” dediniz. Bu kadar parayı ne yapıyorsunuz? Evim, yazlığım ve arabam var. Sarayda oturayım, uçağım olsun istemem. Böyle mutluyum. Çocuklarım için bir gelecek yaratıyorum, gerisi sorun değil. Para en fazla bankadaki fazlalık olur. Bir de yeni projeler için yatırım yapıyorum. Şimdi neler var kafanızda? “Yetenek Sizsiniz Türkiye” geliyor. Sonra 35 yaş üstü efsane futbolculardan kurulu altı takımlık bir lig kuruyorum. Takımların başında Elvir Boliç, Van Ancak asıl konuya gelmeden önce bir noktayı belirtmem gerekiyor. “Summertime”, Coetzee’nin çocukluğunu anlattığı “Boyhood” ve gençlik dönemini yansıtan “Youth” adlı otobiyografik (kendi deyişiyle “autrebiography”) romanlarının devamı. Bu üçlemenin son halkasında da, kurgu ile gerçek olanın birbirine karıştığı “fictionalised memoir” (kurgulanmış yaşam öyküsü) denilen ilginç bir yöntem kullanıyor Coetzee... Roman, esas olarak, Vincent adlı İngiliz bir yazarın, yıllar önce vefat eden ünlü bir yazarın biyografisini hazırlarken onun hayatında önemli rol oynayan beş kişiyle yaptığı röportajlardan oluşuyor. İlginç olansa, ölen yazarın adı da John Coetzee... Kitaptaki röportajlar, roman kahramanı Coetzee’nin gerçek hayattaki yazar Coetzee ile aynı kişi olduğunu düşündürüyor; hayatları bire bir aynı olmasa da, büyük oranda örtüşüyor... Bu röportajlardan birisi, Coetzee’nin Cape Town Üniversitesi’ndeki çalışma arkadaşlarından Sophie adlı bir öğretim görevlisi ile yapılmış. Coetzee’nin Güney Afrika’daki özgürlük hareketi ile ilgili görüşlerini ortaya koyan bu konuşmanın bir bölümünü kısaltarak aktarıyorum. *** Hayatı Truman Şov gibi yaşıyorum Acun Firarda günlerini özlüyor musunuz? Yarı yarıya. O programı bırakma sebebim yorgunluktu. Uçakta yaşıyordum, her ülkede dört saat geçirip, iş çıkartıp, başka bir ülkeye gidiyordum. Dört yıl boyunca yüz ülke, binlerce şehir gezdim. Artık sonu gelmişti. Doymasam bırakmazdım. Çünkü hiçbir işi yarım bırakmam. O günler çok eğlenceliydi ama evimde oturup arkadaşlarımla Play Station oynamayı çok özlüyordum. Şimdi Play Station’a nasıl zaman ayırıyorsunuz? Eve sabah yedi buçukta gidiyorum diyorum ya aslında son iki saat benim oyun zamanım. Bunu yapmalıyım yoksa dağılırım. Çekimde bile “birazdan PS oynayacağım” diye kendimi motive ediyorum. Sürekli kamera önünde olmaktan sıkılmadınız mı? Hayatı Truman Şov gibi yaşıyorum, alıştım. 1994 yılında beri kamera önündeyim ve bunun dozu hep arttı. Peki, ya televizyon izlediğiniz oluyor mu? Televizyonun içinde olduğum için televizyon izleyemiyorum. G Acun Ilıcalı şimdi de “Yetenek Sizsiniz Türkiye”yi hazırlıyor. Fotoğraflar: Vedat Arık Hooijdonk, Hakan Ünsal, Tanju, Pascal Nouma ve Sergen var. Futbol Federasyonu da bize destek veriyor. Bu işten para kazanırsam harika olacak. Hem maç yapacağız, hem Türkiye izliyor olacak, hem de iyi para kazanacağız. Artık internette, sözlüklerde daha çok küfür ederler bana. Sen de “Var mısın yok musun”u seyretmezsin ama bunu izlersin sanırım. Benim derdim biraz da senin gibi, serseri mayın olarak dolaşan izleyicileri televizyon karşısına çekebilmek. Yeni projeler bunun için. Belki izlerim. “Çok küfür ederler” dediniz. Eleştirilerin dozunun kaçtığından şikâyet mi ediyorsunuz? Biraz. Çünkü eleştirilere çok dikkat ediyorum. Özellikte sokaktan gelenlere daha fazla önem veriyorum. Genelde niyette problem var. Neticede beş bin yarışmacı adayıyla birebir görüştüm, artık insanları çok iyi tanıyorum. Zaten ben butik çalışıyorum. Bir veya iki işi ancak yapıyorum, az ama öz işte. O yüzden eleştirilerin ciddiyetinde olması gerektiğine inanıyorum. G Hastalanmaya bile zamanım yok proje var. Yeni programların doğumunu yapmak, sistemini oturtmak çok zor. Hastalanmaya bile zamanım yok! Bu yoğunluk aile ilişkilerinize zarar vermiyor mu? Bu dönemi gülerek karşılıyorlar. Her sabah yedi buçukta düzenli olarak eve gidiyorum, gündüzü görmüyorum. Kimse bana nankörlük etmemeli diye düşünüyorum. Elbette her şeyin bir bedeli var. Polemiklerden uzak kalmaya çalışıyorsunuz. Ama girdaba yaklaştığınız da oluyor. Girmem, düşünmüyorum da. Bana sataşan çok yok. Ben susmayı da bilirim. Heyecanla, hırsla cevap vermek yanlış. Biri bana laf atar, ben cevap verirsem, “aynı durumdayız” anlamına gelir. Bir profesör gelir beni eleştirirse onur duyarım. Bilgisine ve kültürüne inanırım, cevap vermek isterim. Kendimi onun seviyesinde görmeye çalışırım. İşte insanlar böyle hareket ediyor. Yine de tuzaklara karşı hazırlıklıyım ve moralim kolay bozulmaz. G Sophie: Eğer özgürlük hareketi, Güney Afrika’daki siyah nüfusun özgürlüğü anlamına geliyorsa, Coetzee bununla ilgilenmiyordu. Özgürlük mücadelesine karşı değildi, bunun haklı olduğunu kabul ediyordu. Ama yeni Güney Afrika’nın gittiği yön, onun için yeterince ütopik değildi. V: Yeterince ütopik olan neydi? S: Maden ocaklarını kapatmak. Silahlı güçleri ortadan kaldırmak. Otomobilden vazgeçmek. Evrensel düzeyde vejetaryenlik. Sokaklarda şiir okumak. Bunun gibi şeyler... V: Bir başka deyişle, şiir, saban sürmek ve vejetaryenlik için savaşmaya değer ama ayrımcılığı sona erdirmek için değmez, öyle mi? S: Hiçbir şey için savaşmaya değmez. Çünkü savaş, sadece nefret ve öç döngüsünü sürdürmeye yarar... O, Afrika’ya romantik bir bakış açısıyla bakıyordu. Afrikalıları, beden ve ruh gibi ayrılmaz bir bütün olarak görüyordu. Siyah nüfusa karşı yakınlık içinde değildi. Aklının gerisinde bir yerlerde, “Onlar”, “Biz”e karşı duranlardı... V: Afrikalılar “Onlar” ise, “Biz” kimdi? S: “Biz”, temel olarak “Renkli” insanlardı. Bu, istemeyerek kullandığım bir tanım. Coetzee de, olabildiğince uzak dururdu. Bu, onun ütopyacı felsefesinden kaynaklanıyordu. ...O, Güney Afrika’da kimsenin kendisini Afrikalı, Avrupalı, siyah ya da beyaz olarak adlandırmadığı; aile kökenlerinin iç içe geçtiği, insanların etnik olarak ayrıştırılmadığı, yani renkli olacağı günün özlemini duyuyordu... *** Bu fikirler, Coetzee’nin “Diary of a Bad Year” (Kötü Bir Yılın Güncesi) adlı kitabında “kötümser dinginci anarşizm“ (pessimist quietist anarchism) olarak tanımladığı politik görüşe de uygun düşüyor. Tartışılacak yanları olabilir; fakat şu nokta kesindir: Irk temelinde siyaset, aynı topraklarda yaşayan vatandaşların beden ve ruh gibi bütünleşmesinin önünde engeldir. G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B Hiç değiştiğinizi düşündünüz mü? Keşkem sıfır, değişmedim. Arkadaşlarım aynı; kendimi maddi ve manevi olarak başka bir yere taşımadım. Tek derdim zamansal olarak felç olmam. Altı gün prime time programı yapıyorum. İki yeni
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle