Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 EKİM 2009 / SAYI 1228 5 gerçekle bağını koparmadan, yeni göstergeler yaratmadan şu anı çözümlemeye çalışıyor. Elbette karakterlerde mizah da var. Çünkü ona göre karikatüre edilmiş söylemler, sistemle alay etmek, hatta onu alt etmek için önemli bir araç. O sevmese de “Sado Mazo Blues Bar” iyi bir metafor. İroni gücünü buradan alıyor. Charles Bukowski “Kitlelerin Dehası” şiirinde “Ortalama insanda / Herhangi bir günde herhangi bir orduya / yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır” diyordu. Manolescu da oyunundaki kahramanları bu orduya dahil ediyor. “Oyunun kahramanlarındaki enerji her şeye yetecek kadar güçlü. Bu bir fırtına ama beklemede.” Peki, ya şiddet oyuna nasıl katılıyor? Cevaplıyor: “Şiddet arzusu aşk eksikliği demek. Yani sevgisizlik. Bir insanın şiddeti içselleştirmesi için şiddete maruz kalması gerekmez. Şefkat mahrumiyeti şiddet doğurmaya yeter de artar. Bir kişiyi anlamaya çalışmamak da şiddet tohumu ekmek anlamına gelir.” Bir başka Romen oyun yazarı Giannina Carbunariu da geçen yıl İstanbul’daydı. Röportajımızda “aslında hepimiz entelektüel fahişeleriz” diyordu. Manolescu da onunla çalışma şansını yakalayanlardan. Yani bu cüretkâr söyleme bir de onun yorumunu almak kaçınılmaz. O bu konuda daha naif, uysal ve analitik; “Sanat yapanlar düşüncelerini pazarlıyor. İronik anlamda temas eden şeyler bunlar. İlişkiler trafiği de böyle yürüyor. Bu varoluşla gelen bir olgu olmalı. Yani paylaşmak elbette bir alışveriş.” Manolescu, dünya tiyatro zemininde tutunan ve tutunmak için çaba harcayan genç metin yazarlarının artışından umutlu. Kaygısız, rahat ve mottosu özgürlük olan yeni kuşağın dertlerini anlatmak için tiyatroyu çok iyi kullandıklarını düşünüyor. Tiyatroda zaman ise “şimdi” olmalı. Herkesin anlayacağı gibi bir tiyatro dili kullanmaları da bu yüzden. Yalın dilin de belli bir şiirselliği var. G Kahramanları mağdur ve masum değil “SadoMazo Blues Bar” oyunundan. Maria Manolescu Romanya’nın en genç oyun yazarı. Derdi, geleneksel tiyatro anlayışına karşı gençlerin günümüz ile kurduğu dili kitlelere anlatabilmek. Ödüllü “SadoMazo Blues Bar” oyununda ise Romanya’da, rejim değişikliği sonrasındaki sosyal kırılmayı, yeniden düzenlenen gerçekliği sorguluyor... ALİ DENİZ USLU M aria Manolescu 1980 Brasov doğumlu. Romanya’nın en genç oyun yazarı. Manolescu; “With a Little Help From My Friends” ve “SadoMazo Blues Bar” isimli oyunlarıyla DramaCum tarafından, 2007 yılında, “Romanya’nın En İyi Oyun Yazarı” ödülünü aldı. Aynı yıl, Londra’daki Royal Court Tiyatrosu’nda uluslararası oyun yazarlığı programına katılarak “I’m Not Jesus Christ” oyununu geliştirdi. Yazarın, roman türündeki ikinci çalışması “Like Droops of Blood on the Elevator Floor” 2010 yılında yayımlanacak. Manolescu, ses getiren “SadoMazo Blues Bar” oyununda Romanya’da, rejim değişikliği sonrasındaki sosyal kırılmayı, yeniden düzenlenen gündelik gerçekliği genç nesille sorguluyor. Bunu da şiddeti ve şiirselliği yanına alarak yapıyor. Yazar, “Ve Diğer Şeyler Topluluğu”; MARIA MANOLESCU Manolescu’ya göre tiyatro gençler için bir çıkış yolu. Fotoğraf: Vedat Arık İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteğiyle düzenlenen “Yeni Metin Yeni Tiyatro” projesi kapsamında, Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi’nin katkılarıyla İstanbul’daydı. Manolescu, gençlerin egemenliğindeki profesyonel bir tiyatro anlayışının temsilcisi. Anlatımı metaforsuz ve sade. Metinlerinde rejim değişikliğinin getirdikleri, zenginlik düşleri, umutsuzluk ve şiddet belirgin. Koşulların ortamı hazırladığını biliyor. Manolescu, “Romanya’daki rejim değişimi sonrası vaat edilen ama aslında olmayan bir yere gittik. Bu Amerikan Rüyası’nı yakalamak gibiydi. Bir süreç yaratıldı ve ödüllendirilme sunuldu. Kapitalist dünyaya karşı bir şans bulabilmek için özellikle gençler şanslarını büyük merkezlerde denemek zorundaydı” diyor, “Bu dönüşüm pek çok ülkede yaşandı. Şartlar, koşullar değişti. Başarı, acımasız bir rekabeti beraberinde getirdi. Paranın ve sistemin çarkına girmek kötünün iyisi bir tercihti.” İşte Manolescu bu buhranı yaşayan gençlerin hikâyelerini anlatıyor ama bir farkla; kahramanları mağdur olmuş masum gençler değil, dünyadaki konumları için savaşan, mücadeleci gençler. “SadoMazo Blues Bar” oyununda Sa ve Ma isimli iki genç, “kazanan olmak” uğruna, aralarındaki tutkulu arkadaşlığı farklı evrelerde sınıyorlar. Durmadan rol değiştirdikleri şiddetli bir hesaplaşmayla boğuşurken, dilin ve eylemin şiddeti de epik bir anlatımla sunuluyor. Aslında anlatılan oldukça sıradan insanların hikâyeleri. Hızlı para kazanmak, köşeyi dönmek, avam şekliyle “yırtmanın” peşindekilerin bir tümevarımı. Oyun, TARİHTE BU HAFTA PAZAR SÖYLEŞİLERİ 4 Ekim 1911: İlk halk asansörü Londra’daki Earl’s Court metro istasyonunda hizmete başladı. 1931: Chester Gould tarafından yaratılan “Dick Tracy” çizgi karakteri ilk kez yayımlandı. 1962: Beatles’ın ilk 45’lik plağı piyasaya çıktı. 1986: Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na kişisel başvuru yapma hakkını kabul etti. “Hayırlı işler...” ATAOL BEHRAMOĞLU ilotluk en saygı değer meslekler arasında kuşkusuz ön sıralarda yer alır... Canımızı emanet ettiğimiz bu kişiler, bir bakıma doktorlar gibi, gözümüzde bir çeşit kutsallık kazanmışlardır. Yerkabuğundan binlerce kilometre yukarılarda, saatte yüzlerce kilometre hızla, sizi bir yerden bir yere uçuran bu meslek erbabına hayranlık duymamak olası mı! Kısaca “cockpit” dediğimiz “uçuş kabini” sözcüğünün nereden türetildiğini öğrenmek için internette ilgili sözlük sitesini tıkladım... “Cock”un horoz demek olduğunu biliyordum da cockpit’in “horoz dövüştürülen alan” anlamına da geldiğini böylece öğrenmiş oldum.... İlle de biri ötekinden türetildiyse, “uçuş kabini” sözünün kaynağı bu özel dövüş alanı olmalı... Fakat “uçuş kabini” ile fukara horozların dövüştürüldüğü alan arasında ne gibi bir ilişki bulunabilir? Sorunun yanıtını dilbilimci arkadaşlara bırakarak “Tanrı bizi böyle bir ilişkiden korusun!” demekle yetinelim... P Benim, anonslarını fıkralarla süsleyen pilot arkadaşlarım da oldu... Fakat sözlerini “hayırlı işler!”le bitirenine geçtiğimiz hafta İzmir’den İstranbul’a dönerken THY uçağında rastladım.... *** “Hayırlı işler!” sözüne karşı mıyım? Değilim. Alışverişten sonra esnafın yanından ayrılırken “iyi işler” gibi “hayırlı işler” denilmesinde de bir sakınca yok. Fakat “hayırlı” sözünün “iyi”nin yerini hızla almasının, ülkemizde yaşanmakta olan, hayırlı mı hayırsız mı artık bilemem, kültür “dönüşüm”ünün sonucu olduğu kuşkusuz... Eskiden “sabahı şerifler hayırlı olsun” denirmiş; bunun yerini pırıl pırıl bir Türkçe sözcük olan “günaydın” almıştı ve yerine de çok yakışmıştı... Şimdi giderek onun yerini “hayırlı sabahlar” almaya başladı. Her dakika, her şeye, her vesile ile “hayırlı” sıfatını yakıştırmanın bir anlamı var mı? Var elbette. Bu, “din” kültürünün günlük kültürü hızla ele geçirmesinin, şimdilerin moda deyimiyle laikliğin pasifleştirilmesinin, giderek de kuşkumuz olmasın ki büsbütün ortadan kalkacak olmasının sonucudur ve göstergesidir... *** Bugün yolcuya seslenişini “hayırlı işler”le taçlandıran pilot kardeşimizin, çok geçmeden anonsuna besmele ve selamünaleykümle başlayıp, inişle ilgili olarak da “Allah’ın izniyle, kısmet olursa” sözcüklerini kullanmasında ne gibi bir sakınca olabilir? Hatta anons aralarında ayetler okunup dualar serpiştirilmesi de düşünülebilir. Neden olmasın! AKP’nin ve buyruğundaki THY’in elinde işimiz zaten Allah’a kalmış değil mi?.. G ataolb@cumhuriyet.com.tr 5 Ekim 1914: Tarihteki ilk hava çatışması meydana geldi. Fransız “Voisin” tipi uçak makineli tüfekle Alman uçağını düşürdü. 6 Ekim 1926: Kayseri’de ilk uçak fabrikası kuruldu. 7 Ekim 1949: Almanya ikiye bölündü ve Doğu Almanya’da Demokratik Almanya Cumhuriyeti kuruldu. 8 Ekim 1954: Hindiçin’deki Fransız kolonisi devrildi. Çin Komünist Partisi’nin kurucusu Ho Şi Minh Hanoi’ye girerek yönetimi devraldı. 9 Ekim 1914: Ziya Gökalp, İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji Kürsüsü kurdu. 1967: Devrimci lider Che Guevara (altta) Bolivya’da öldürüldü. 10 Ekim 1987: Bir dönem TİP başkanlığını da yapan siyasetçi ve sosyolog Behice Boran öldü. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ *** Canımızı emanet ettiğimiz pilotun, belki yeryüzünde değil ama bizi havada uçurmaktayken ağzından çıkacak her söz, yine tıpkı doktorunki gibi çok önemlidir. Uçuş başladıktan sonra bu ilk anons için kulaklar tetiktedir. Yapılması gecikirse, bir sorun mu var diye düşünmekten kendimizi alamaz, anonsla birlikte de (eğer gerçekten bir sorun yoksa) ferahlarız. Bu nedenle, pilotun seçtiği her sözcük, yanı sıra da ses tonu, dikkatlerimizin odağındadır... Böylece onun nasıl biri olduğunu anlarız... Kaç yaşlarındadır? Türkçeyi (ve sonrasındaki İngilizceyi) nasıl kullanmaktadır? Aydın biri mi, yoksa sıradan bir teknik adam mıdır? vb... Bu izlenimler, pilotuna göre daha da çeşitlenebilir. C M Y B C MY B