Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 EKİM 2009 / SAYI 1231 7 DÜNYALI YAZILAR Diyarbakır sokaklarından film setlerine ALPER TURGUT Chomsky’den Nazi analojisi ZÜLAL KALKANDELEN merika, son birkaç aydır giderek şiddetlenen bir ideolojik çatışmaya sahne oluyor. Obama’nın başkan seçilmesi, ülkedeki aşırı sağı tam anlamıyla çıldırttı... Bu çıldırma halinin en belirginleştiği platform ise medya... Glenn Beck, Rush Limbaugh, Billl O’Reilly, Michael Savage gibi medya figürleri, muhafazakârları ateşleyip sağın lider boşluğunu fazlasıyla dolduruyor. Gergin ortam öyle garip bir hal aldı ki, ülkede daha önce görülmeyen olaylar yaşanmaya başladı. Örneğin, ünlü Marksist filozof Slavoj Zizek’in New York’ta The Cooper Union’daki konuşması engellendi. Zizek, “First as Tragedy, Then as Farce” adlı yeni kitabının tanıtımı için düzenlenen bir toplantıya katıldı. Ama konuşması, bir bomba ihbarı üzerine polis tarafından yarıda kesildi... Bunun üzerine bina dışına çıkarılan Zizek, katılımcıların ayrılmak istememesi üzerine, konuşmasını sokakta sürdürmek durumunda kaldı. Zizek’in yeni kitabının, yaşadığımız zorlu dönemde kendini yenileyip toparlaması için Sol’a bir çağrı olduğu biliniyor. Ayrıca, The New Rebuplic dergisinin, Zizek’i “Batı’daki en tehlikeli felsefeci” olarak nitelediğini de hatırlarsak, neden konuşturulmak istenmediğini anlayabiliriz... Yine de, böyle bir olayın New York’un göbeğindeki The Cooper Union gibi seçkin bir eğitim kurumunda olması, hiç normal değil. Aynı binada Bush döneminde yapılan ve üç gün süren sosyalist bilim adamları toplantısını izlemiştim ben... A Kürtçe çekilen bir film “Min Dît”, hem adı hem içeriği nedeniyle oldukça tartışıldı Altın Portakal’da. Beklenen ödülleri almadı belki ama çocuk oyuncularının Oscar’lık akranlarını aratmayan performansı büyük beğeni topladı. Şenay, Muhammed ve Suzan ilk başrollerinin ardından yeniden Diyarbakır sokaklarına ve yaşamlarına döndüler, geleceğe dair umutlarla... inşaat işçisi olan babası filmi izleyememiş, ailesine ekmek parası getirebilmek için Irak’ta çalışıyormuş. Unutmadan, Muhammed’in babası tütün doğrama işinde, Suzan’ın babası da hayvan alımsatımı ile uğraşıyor. Ardından Diyarbakır’da çocuk olmanın zorluklarını anlatıyorlar teker teker; fakirlikten, işsizlikten, göçten ve çatışma ortamından söz ediyorlar. Birinin halası olmak istiyor, Muhammed ise oyunculuğa iyiden iyiye ısınmış, düşlerini aktörlük süslüyor. Ama yine de işini şansa bırakmak niyetinde değil. “Hadi bir filmde oynadın”, diyor, “ya sonrasında uzun bir müddet teklif gelmezse, aç ve açık kalabilirsin. Büyüdüğümde, anamın ve babamın eline bakmak istemem.” Şenay ise çocuk doktoru, kalpdamar cerrahı veya avukat olmak istiyor. Gerekçeleri mi? Avukatlık; ezilenleri ve suçsuz yere cezaevlerine atılanları savunmak için... Kalpdamar cerrahı; kalp hastası olan babasına şifa vermek adına... ekliyor; “okulda, Kürtçe öğrenmek isteyen öğretmenlerimiz var, sanırım kendi aramızda ne konuştuğumuzu bilmek istiyorlar.” Miraz Bezar, Min Dît’in çekimleri sırasında çocukların okulunun devam ettiğini ve bu yüzden öğretmenlerinden izin aldıklarını söylüyor. Çocuklar zehir gibi olunca, çekimler de sanılanın aksine kolay geçmiş ve “bana sadece yönlendirmek kaldı” diyen yönetmen, dört tekrarın ardından istediği sonucu alabilmiş. Filmde, anne ve babalarının katiliyle karşılaşan Gülistan ve Fırat karakterlerinin, neden farklı tepkiler verdiğini soruyorum. Miraz, kardeşlerin tepkisinin aslında Kürt toplumuyla benzer özellikler taşıdığını vurguluyor: “Biri donuyor, çaresiz bir burukluk içinde kendini savunmasız hissediyor. O, hep içine atıyor ve günü gelince patlama kaçınılmaz oluyor. Diğeri ise tepki vermeyi, arayış içine girmeyi, mücadele etmeyi ve çözüm üretmeyi seçiyor.” Son söz yine Miraz’ın: “Çok şanslıyım. Çocuklar ve aileleriyle tanışma süreci keyifli ve öğreticiydi. İlişkimiz burada sonlanmayacak, çünkü onlarla kader birliği yaptık. Şimdi tek öncelikleri eğitimlerine devam etmek, ben de takipçileri olacağım.” Biz, Miraz Bezar ile vedalaşırken oturmaktan ziyadesiyle sıkılan çocuklar, soluğu, “o, çok iyi bir amca” dedikleri usta oyuncu Erol Günaydın’ın yanında alıyorlar. G A ltın Portakal’ın en çok tartışılan, kimilerince karşı çıkılan ve kimilerince de ayakta alkışlanan yapımı “Min Dît” (Ben Gördüm) idi. Her üçü de 13 yaşında olan Şenay Orak (Gülistan), Muhammed Al (Fırat), Suzan Ilır’ın (Zelal), inanılmaz ölçüde üretken ve tam tekmil yürekten oyunculuklarına ise hiç kuşkusuz kimsenin edecek bir lafı yoktu. Çocuk oyuncular, yetişkinler kadar “rol” yapmayı beceremedikleri için haliyle yapmacıksız bir performans sergilerler. Saf ve duru, acıtan ve gülümseten, şaşırtıcı ve akılda kalıcı... Evet, dünyanın en yetenekli aktörü dahi, bir çocuk kadar hüzünlü bakamaz ve gözlerine asla bin anlam katamaz. Türkçe veya Kürtçe, hiç fark etmez, çocukların ruhlarında barınan, öncelikle basitin (asla sıradan değil) ve masumiyetin dilidir. İşte bu ortak dil, Şenay, Muhammed ve Suzan’ın Hintli akranları sayesinde (Slumdog Millionaire), sekizi Oscar olmak üzere toplamda yüz ödül kazandı. Brezilya’nın iliklerine dek yoksul favelalarından çıkan yeniyetmeler ise, “Tanrı Kent”i (Cidade *** Amerika’da son dönemde olanların, normal sayılabilecek bir siyasi çekişmenin ötesine geçmesinden korkuluyor. Çünkü bir süredir ırkçı sesler daha fazla duyuluyor, toplumda ciddi bir kamplaşma hissediliyor. O kadar ki, Chicago olimpiyatları kaybedince, Cumhuriyetçiler kutlama bile yaptı... Nitekim, son yaşananlar, Prof. Noam Chomsky’yi de ciddi şekilde endişelendirmiş. Ünlü dilbilimciye göre, ülkedeki gidişat ile Nazi Almanyası’na yol açan ortam arasında benzerlik var... “Bire bir aynı olmasa da, ürkütücü bir benzerlik var” diyor Chomsky... Ve yaptığı analojiyi şöyle anlatıyor: “1930’lar Almanyası’nda işsiz kalan çok sayıda insan, büyük sıkıntı çekiyordu ve durum giderek kötüleştiği için bir yanıt arayışı içindeydi. Şu anda da, Amerika’da milyonlarca işsiz insan, gelecek korkusu duyuyor. Onların aradığı yanıtı da aşırı sağ veriyor. Halka şunu söylüyorlar: ‘Ülkeyi yöneten zengin liberaller, her şeye sahip, hükümet, medya onların elinde. Ama sizi düşünmüyorlar; çünkü kendi özel çıkarlarını koruma peşindeler. Sizin çalışıp kazandığınızı, yasadışı göçmenlere, gaylere vermek istiyorlar. Uygulamak istedikleri sağlık programı size fayda sağlamayacak. Onlara karşı gelmek zorundayız.’ Verdikleri yanıt bu, berbat bir yanıt ama sonuçta bir yanıt...” Bu durumun, aklına Almanya’daki Weimar dönemini getirdiğini söylüyor Chomsky... Yoksulluk çekenlerin karşısına suçlu olarak Yahudilerin ve Bolşeviklerin konulduğunu ve bu ortak düşmana karşı birlikte hareket etmelerinin söylendiğini hatırlatıyor... Sonra neler olduğunu, Almanya’dan yayılan faşizm dalgasının dünyayı ne hale getirdiğini biliyoruz. “Amerikan halkına gerçekten şu anda ne olduğu anlatılmazsa, korkarım başımız belaya girebilir” diyor Chomsky. Korkutucu bir tablo bu... Tarihin bir şekilde tekrarlanabileceğini düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor. Chomsky’nin uyarısı önemli. Yaşadığı işsizlik ve yoksulluk yüzünden suçlu arayışına girenlere mutlaka doğru bir yanıt verilmeli... Bir kitle, biriktirdiği öfkeyi kusmak için yanlış yere kanalize olursa, faşizm Amerika’da hortlarsa, nice olur dünyanın hali... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com EVDE KÜRTÇE... Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı tiyatro kursunda iki ay eğitim gören Muhammed ve Şenay, filmi için çocuk oyuncu arayan Miraz Bezar ile Urfa ve Mardin gezisinde tanışmışlar. Yolculuk sonunda Miraz, iki başrol oyuncusunu bulduğundan tereddütsüz emin olmuş. Suzan ile Miraz’ın tanışmaları ise resmen tesadüf eseri. “Bana verilen listede Suzan’ın adı vardı ancak telefon numarası değiştiğinden ona ulaşamıyordum. Filmde dede rolünü oynayacak kör bir ihtiyar aramak için mezarlığa gittim. Suzan, mezarlıkta su satıyordu ve birden tüm parıltısıyla karşıma çıkıverdi” diyor Miraz. Çocuklar, senaryolarını da alıp evlerine dağılmışlar. Aileler, evlatlarının tehlikenin kol gezdiği sokaklarda oynamaları yerine film setinde hünerlerini sergilemeleri konusunda hemfikir olmuşlar. Üstelik filmin Kürtçe çekileceğini öğrenen ebeveynlerin heyecanı bir kat artmış, sadece Muhammed’in babası bir şart koşmuş; “Diyarbakır’ı kötüleyen bir filmde katiyen oynayamazsın, onun dışında kendini geliştirmen yerinde olur.” Çocuklar evde Kürtçe, okulda ise Türkçe konuşuyorlar. Türkçe okuma ve yazmayı, okulda öğrenmişler. Muhammed, “Diyarbakır şivesiyle konuşabildiğimiz bir Türkçe bu” diyor ve Soldan sağa: Şenay Orak, Muhammed Al ve Suzan Ilır. Fotoğraf: Özlem Altunok de Deus), inadına çarpıcı ve sürükleyici bir destana çevirdiler. Yönetmen Miraz Bezar, Min Dît’i “Diyarbakır’ın Çocukları”na adadı. Hal böyleyken “Kız Kardeşim”den (Mommo) bu yana gördüğüm en harika işe imza atan çocuk oyuncularla söyleşmemek olmazdı. Şenay, adamakıllı düzgün cümleler kuruyor ve istisnasız herkesin bu filmi izlemesi gerektiğini söylüyor. Ancak bir şartı var; o da önceden kuşanılan eleştiri oklarının bir kenarı bırakılması... Hem onlar, hem de aileleri, Min Dît’i seyretmiş ve çok beğenmişler. Sadece Şenay’ın İzmir’e, diğerinin eniştesi Ankara’ya göç etmiş. İstanbul’da ve yurtdışında yaşayan akrabaları da sayarsak yerimiz yetmeyecek. Onlar, “keşke” diyorlar; “kentimize birçok fabrika kurulsa, ailelerimiz işsiz kalmasa ve babalarımız Diyarbakır’dan hiç gitmese”... Şenay’ın üç, Muhammed’in dört, Suzan’ın ise dokuz kardeşi var. Anne ve babalarının dilekleri ise ortak; sizler kati suretle okuyun ve bizim yaşadıklarımızı yaşamayın. Sorum her çocuğa sorulabilecek cinsten, büyüyünce ne olacaksınız? Suzan avukat Yönetmen Miraz Bezar. Ali İhtiyar’ın göç hikâyelerini anlattığı sergi Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde Hayaline döndüğüm... luslararası ödüllü belgesel fotoğrafçısı Ali İhtiyar’ın göç ekseninde insanmekân ilişkisi konulu “Hayaline Döndüğüm” fotoğraf sergisi 13 Kasım’a kadar Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde sergilenecek. 12 yıldır Türkiye’de yaşanan göç ve yer değiştirmeler üzerine çalışmalar yapıyor, belgesel fotoğrafçısı ve yönetmen Ali İhtiyar. U Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümü mezunu. Aynı fakültenin sinema bölümünde yüksek lisansını yaptı. 2001’de Musa Anter Barış Şehitleri Ödülleri Fotoğraf Dalında birincilik, 2004’te International Hollywood Student Film Festivali’nde (ABD) en iyi yabancı film ödüllünü aldı. 2008 yılında Sony World Photography (FRANSA) portre kategorisinde Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, Ali Suavi Sokak (Sanatçılar Sokağı) No:7 Bahariye / Kadıköy Tel: 0216 414 22 39 C M Y B C MY B shortlist’e kalma hakkını kazandı. İhtiyar’ın “Hayaline Döndüğüm” çalışması ise, Prix de la Photographie (Fransa) ve International Photography Awards (ABD) mansiyon onur ödülüne layık görülmüştü. G