Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 25 EKİM 2009 / SAYI 1231 Moda duyarlı olmalı DENİZ ÜLKÜTEKİN M oda ve akımlar üzerine bir şeyler söyleyecek olsak popüler imajları ve sembolleri dönüştürerek tüketim maddesi üretmesi üzerine uzun uzun konuşabiliriz. Oysa Yusuf Kayı daha farklı bir yöntem izliyor. Çevresinde yaşanan sosyal sorunlara tasarımlarıyla dikkat çekmeye çalışıyor. Kayı’nın ocak ayında Otto Santral’de yapılacak “Ölü Gelin” isimli defilesinin amacı da küçük yaşta evlendirilen kızların yaşadıklarına dikkat çekmek. Modacılığa nasıl başladınız? Yusuf Kayı: Eskiden beri tekstil sektörünün içindeydim. Zaten çocukluğumdan beri kıyafet çiziyorum, arkadaşlarımızla birbirimize modellik yapardık. Sonra işin eğitimini aldım, bir süre asistanlık yaptım. Böylece profesyonel anlamda modacılığa başladım. Firmalara koleksiyon hazırlayarak devam ettim, ardından defileler derken devam etti. İlk defilem 2004’te Princess Otel’de yapıldı. Sekiz yıldır bu işin içindeyim. Peki belli konular içeren defileleriniz baştan beri var mıydı? Yusuf Kayı genç kuşağın dikkat çeken moda tasarımcıları arasında. Koleksiyonları tüketim ürünü olmaktan fazla anlamlar içeriyor çünkü her defilesi belli bir sosyal olaya vurgu yapıyor. oradaki insanlara destek olmamız lazım. Sonrasında bu koleksiyon tablo haline getirilecek. Tablo olursa işin teması insanların her zaman gözünün önünde olacak. Satışın yüzde yirmi beşi de doğuda okuyan kızlara gidecek. Yaşananlara karşı duyarlılık sanatınızla gelişen bir şey mi yoksa baştan beri var mıydı? Çocukluğumdan beri duyarlı bir insanım. Birey olarak böyle şeyler yapmam gerektiğini düşünüyorum. Bir şekilde insanların birbirine yardım etmesi gerekiyor. O kadar kötü bir dönemde yaşıyoruz ki, kimsenin kimseye güveni kalmadı. Belki çok karamsar bakıyorum ama birileri de benim gibi karamsar bakmalı. Moda verdiği mesajların gücüyle aslında çok tehlikeli bir alan. Tabii tehlikeli. Ben bu Ölü Gelin defilesi için bile tasarımcı olarak biraz korku taşıyorum. Sonuçta genel olarak kabul görmüş bir şeye baş kaldırıyorum. Meslektaşlarınız arasında sizin kadar duyarlı olan ve bunu işlerine yansıtan var mı? Bilmem, vardır muhakkak. Önemli olan o kıyafetlerin nasıl yapıldığı. Kıyafet şıksa güzel bir hikâyeyle çok daha fazla ilgi çeker. İşin bir de bu yönü var. Defileleri yaparken çalıştığınız firmalardan ya da meslektaşlarınızdan bu tip mesajların ticari anlamda kötü etkileri olacağı yönünde telkinler geliyor mu? Oluyor ama benim kendi koleksiyonlarımla alakalı ticari bir kaygım şu anda yok. Kıyafetlerim biraz daha sokak modası işleri. Sokak modası artık içi boşalmaya başlayan bir kavram mı? Artık herkes kendi tarzını yaratmaya başladı. Moda takip ediliyor ama pazardan alınan bir tişörtün yakasını kesip salaş hale getirenler de var, iyi bir ürün alıp pazar işi bir kıyafetle kullananlar da. Zaten Türkiye’de gençler artık çok güzel giyiniyorlar. Sadece Taksim, Kadıköy ya da Bebek’ten bahsetmiyorum. Karadeniz’e gittiğimde de aynı şeyi gördüm. Türkiye’deki modanın kendi tarzını yaratmaya başladığnı söyleyebilir misiniz? Kesinlikle. Tasarımcılar daha fazla insanın zihniyetine ulaşmaya başladı. Üniversitelerdeki moda bölümlerinin ve öğrencilerin sayısı da hızla artıyor. Moda bölümlerinin artmasını herkes iyi bir şey olarak görmüyor. Bence çok iyi bir şey çünkü yeterince iyi olmayanlar zaten eleniyor. Moda sektöründe bir kuşak çatışması var mı? Var tabii. Doksan doğumlu bir modacıyla yirmi yaş büyük birini yan yana koyduğunuzda bunu görebilirsiniz. Bundan bir önceki kuşak için yurtdışında başarı kriteri oryantalist işler yapmaktı. Hâlâ öyle. Kesinlikle öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Tamamen Avrupa’yı referans alan işler yapmak yerine kendi kültürünü en güzel şekilde yansıtıyorsan bu güzel bir şeydir. Oryantalist moda hakkında da kendi kültürünü yüzeysel bir şekilde sunduğu yönünde eleştiriler var. Bence bu eleştiriler saçma. Dışardaki modacılarımız yapılması gereken en iyi şeyleri yapıyor. Bence Türk modasıyla ilgili her şey iyi gidiyor. G Yusuf Kayı’nın tasarımları sosyal içerikleriyle dikkat çekiyor. İlk defilem deneysel bir tarzdı. Belli bir konusu yoktu. İkincisindeyse biçki ve makas kullanmadan bir koleksiyon hazırladım. Dünyadan on tasarımcı çanta tasarlamıştı. Ben de her çanta için bir kıyafet düzenledim. Bunun da Mısır Apartmanı’nda video gösterimi yapıldı. Sonrasında gösterimi Otto’da yapılan, malzeme olarak atık maddeleri kullandığım bir koleksiyon oluşturdum. Bu fikri küresel ısınmaya dikkat çekmek için geliştirmiştim. O çok ilgi gördü. Modanın sosyal olaylar ve durumlarla alakası hep vardır ama bunu dönüştürerek bir akım haline getirmesi daha çok uygulanan yöntemdir. Ama böyle olması gerekiyor. Evet Türkiye’de bunu yapanların sayısı daha az. Fakat dünyadaki pek çok tasarımcı bu yöntemi kullanıyor. Siz bu yöntemi kullanırken birtakım mesajları da üretimin içinde taşımaya devam ediyorsunuz sanırım. Kesinlikle öyle. Ocakta yapılacak defilemden bahsedersek; doğuda küçük yaşta evlendirilen kızlara dikkat çekmek istiyorum. Bu kızlar kendilerinden belki kırk elli yaş büyük, hiçbir sevgi duymadıkları insanlarla evlendiriliyorlar. Ya kendilerini öldürüyorlar ya da kaçtıkları için öldürülüyorlar. Defilenin ismi de bu yüzden Ölü Gelin. Bir şekilde İlk albümü “7 Dünya” nisan ayında çıkan Negatif, büyük plak şirketlerinden uzak... Negatif alanda serbest müzik N egatif son günlerde “Yağmura Muhtaç” isimli şarkısına çekilen kliple ekranlarda görülmeye başlayan bir grup. İlk albümleri “7 Dünya” ise nisan ayında çıktı. Albüme Hayko Cepkin de dahil müzik camiası içinden birçok önemli isim destek olmuş. Grup elemanları Okan Erenli, Deniz Özcömert, Ali Aydın ve İlker Özgök müzik camiası içinde var olan tüm deneyimleri ve hayal kırıklıklarını yaşamışlar. Negatif hepsi için istediklerini yapabildikleri bir alan. 7 Dünya ilk albümünüz. Nasıl yola çıktınız? Deniz Özcömert: Bu kadro dört yıldır beraber. Öncesiyse on yıla kadar uzanıyor. Negatif, Okan’ın değişik müzisyenlerle yaptığı çalışmaların genel adıydı. Sonradan benim ve İlker’in katılmasıyla projeden gruba dönüştü. Ali Aydın: Daha baştan cover yapmak için bir araya gelmedik. Daha çok stüdyo aşamasında geçen bir süreydi. Şarkı yazarlığınız nasıl gelişti? Okan Erenli: Meslek lisesine girmiştim. O sırada Metallica, Megadeth filan dinliyordum. Bir ara da Nirvana çarptı. Bu şekilde gaza geliyorsun tabii. Bir de ego garip bir şey. O yaşlarda şimdiki yaşım için dört Emmy Ödülü kazanıp, dört albüm bitirip öleceğimi hesaplamıştım. Rock’n roll efsanesine kaptırdın kendini galiba. O. Erenli: Aynen öyle. O zamanlar belki de cehaletten, yaptığım şarkılara çok inanıyordum. Okulu bitirdim ama gemi kaptanı olamayacağım belliydi. Bilgi Üniversitesi’nin müzik bölümüne girdim. Orada iki senelik eğitim aldım ama yine gençliğin heyecanıyla “ben böyle eğitimin...” diyerek okuldan ayrıldım. O noktadan sonra grup elemanlarıyla devam etmeye çalıştım. Grup bir araya geldiğinde müzik kariyeriniz ne durumdaydı? İlker Özgök: Müziği kafamdan silmiştim ama bir yerden sonra alttan vurmaya başlıyor. “Hafta sonları çalacak bir grup bulayım” derken, Deniz’le karşılaştık. Şarkıları dinledim ve “bu yoldan gidilir diyerek” işi bıraktım. Dinlediğim üçdört şarkı beni müziğe döndürdü. A. Aydın: Önceden cover projelerinde de bulunmuştum. Onu bile ayakta tutmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Deniz aracılığıyla Okan’la tanışıp, en sonunda benimkinden üstün ciddiyete sahip insanı görünce gruba katıldım. Müzikal tarzlara inanıyor musunuz? Kendi tarzınızı tanımlayacak cümleleriniz var mı? Okan Erenli, Ali Aydın, Deniz Özcömert ve İlker Özgök. Fotoğraf: Uğur Demir D. Özcömert: Tabii en geniş anlamda rock müzik yapıyoruz ama bunu ne kadar kollara ayırabiliriz bilmiyorum. Hayko Cepkin’in albüme katkısı nasıl gerçekleşti? İ. Özgök: Hayko’yla ben çalışıyordum. Arkadaşımız olduğu için ne kadar büyük güce sahip olduğunu göremedik. Hiçbir değişim olmamış sonuçta. Şarkıları dinlettik, “Hemen başlayalım” dedi. Albüm nisanda çıktı ama sanırım tanıtım çalışmalarını biraz beklettiniz. O. Erenli: Çevremizde idari konularda yetkin insanların gücünün birleşebildiği anı bekledik. D. Özcömert: O yapıya biraz yabancıyız. Bu yüzden yazı biraz pas geçmeyi uygun gördük. İnternet gibi bir şey de var artık ama bu albümün olabildiğince çok insana ulaşmayı hak ettiğini düşünüyorum. G C M Y B C MY B