Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 18 OCAK 2009 / SAYI 1191 Sözcüklerle boğuşmak... Adnan Binyazar azmak, sözcüklerle boğuşmaktır. Sybille Bedford’un, bir toplumun batışını bireyin çürümesine bağladığı romanı Miras’ı yazarken neler çektiği yalnızca şu tümceden bile çıkarılabilir: “Panjurları kapalı bir odada, sözcükleri yol yapımına taş taşır gibi dürtükleye dürtükleye çalışırdım.” Roman başka türlü yazılamaz. Cervantes, Dostoyevski, Flaubert gibi büyük romancılar bir yana, günümüz yazarlarından Marquez Yüzyıllık Yalnızlık’ı, Yaşar Kemal İnce Memed dörtlüsünü yazarken kimbilir sözcüklerle karşı ne savaşlar verdi... İki üç haftada roman yazdığından övünerek söz eden çala kalemciler, Don Quijote, Karamazof Kardeşler, Madame Bovary bir yana; ancak ortanın üstü sayılabilecek 400 sayfalık Miras’ı yedi yılda yazan Bedford’dan ibret almalılar. Romanın yazı alanı öbür türlere yakın olduğu kadar uzaktır da. 19. yüzyıldan bu yana gittikçe yıldızı parlayan bu türün, bireyin ve toplumun sorunlarını derinliğine irdelemesiyle, yaşamdan yeni yaşamlar yaratmasıyla öbürlerinden ayrıcalığı vardır. Ama beş on dizelik şiirin kolay yazıldığı, romanın uzun zaman aldığı anlamı çıkarılmamalıdır bundan. Yazıda kolaylık yoktur, kolaycılık vardır. Bu bağlamda, nitelikle niceliği birbirine karıştıran bir eleştirmen çıkıp, bir yıl içinde dişe dokunur tek romana rastlanmadığı halde, yılda iki yüze yakın romanın yazılmış olmasını verimlilik sayıyorsa, onun bu değerlendirmesine kuşkuyla bakılmalıdır. Yazdıklarını süslü betimlemelerle meydan palyaçosuna döndürenler, ya da ideolojik saplantılarla kişilerine kukla oynatanlar, her çağda kolaycılar arasından çıkmıştır. Onların, kendilerine özgü bir biçemleri de yoktur. Yılda tek bir roman yazılır, “roman”dır; yüz roman yazılır, aralarında “roman” yoktur. Şiirin, denemenin ölçüsü de budur. Kuşkusuz, “yol yapımına taş taşır gibi dürtükleye dürtükleye” yazılan romanın iyi olduğu savunulamaz, ama yazıya gösterilen özen de, verilen emek de özellikle dilsel yaratıcılıkta kendini belli eder. Hiçbir yazarın, masaya oturup kolayca yazdığı söylenemez. Zamanı kullanmakta her yazarın oluşturduğu bir yöntem vardır. Yine de, kolay yazdıkları izlenimi veren Hüseyin Rahmi Gürpınar’la Reşat Nuri Güntekin’in, hayatlarına onca romanı nasıl sığdırdıkları hep merak konusu olmuştur. Bir yazı üreticisi olarak algılanan Aziz Nesin’in bir soru üzerine “Kâğıdı önüme koyarım, kalemi elime alır yazarım” sözünde de, yazının kolayca kotarıldığını sananlara dipten dibe bir uyarı vardır. Yazmak, yazarın o andaki ruh durumuna, yoğun yaratı isteği duymasına, yazmadan edememesine bağlı bir olgudur. Bedford’un şu gözlemi, öncekinin tersine onun nasıl ruhsal bir rahatlık içinde yazdığını gösteriyor: “Sözcüklere keskiyle yontar gibi biçim verme işi kendi başına yürüyordu. Bazı zamanlar, sanki sarsıcı hislerin pençesinde kıvranır gibi yazıyordum: Durup dururken birkaç paragraf anılarımdan değil de kendiliklerinden başlarını kaldırıyor ve ani bir duyumsama ve olanı biteni kavrama seliyle dökülüveriyorlardı.” İlhan Berk “Yazmak cehennemdir” diyor. Nasıl bir yerse orası, Berk, son soluğunu verene değin o “cehennem”den çıkmamıştır... G binyazar@gmail.com Ev tekstiline Arzu Kaprol yorumu... Modacı Arzu Kaprol, Linens’le birlikte ev tekstiline soyundu. Giysilerde kullandığı şifonu ve piliseyi ev tekstili ürünlerine de taşıyan Kaprol, büyük bir koleksiyon oluşturdu. Y Müge Serçek aşarılı ve farklı işlerin altına imzasını atan Arzu Kaprol şimdi de ev tekstili ürünler için kollarını sıvadı ve evlere yeni bir soluk getirecek koleksiyon hazırladı. Koleksiyon; İstanbul, Madalyon, Çizgi, Degrade, Çintemani başlığında 4 farklı seriden oluşuyor. İçlerinde kendinize uygun bir tarz bulacağınız seride kullanılan ürünlerde tamamıyla doğal malzemeler kullanılmış. İşte Arzu Kaprol yorumuyla ev tekstili… Arzu Kaprol markasını şimdi de ev tekstili ürünlerde görüyoruz. Ev tekstiline yönelik tasarımlar yapmaya nasıl karar verdiniz? Yaklaşık 1.5 sene önce Zorlu Grubu’ndan, Linens Arzu Kaprol Homeline çalışması yapmam için bir teklif aldım. Çalışmalara başladık ve geçen süre zarfında projeyi özenle gizlemeye çalıştık ve içimize sinene kadar ortaya çıkartmadık. Bütün çalışmalar bitip, her şey hazır olduğunda homeline ürünlerini karşınıza çıkarttık. B Bu tasarımlar için nasıl bir çalışma süresinden geçtiniz? En baştan itibaren var olan Arzu Kaprol hazır giyim markası içersindeki ürünlerin marka ve ürün değerlerini homeline serisine nasıl taşıyabiliriz sorusunun üzerinde durduk ve birtakım nüansları ortaya çıkarttık. Arzu Kaprol’ün evi ya da yatak odası yaratsaydık nasıl yaratırdık fikriyle yola çıktık. Böylece bazı koleksiyonlarımda kullandığım detayları ev tekstiline taşıdım. Ayrıca nevresim takımlarına ev giysisi, pijama, havlu, gecelik, bornoz, yastık, mum gibi alternatif de ekledik ve büyük bir koleksiyon haline geldi. Bu koleksiyonun, önceki tasarımlarınızla ne gibi benzerlikleri var? Şifon görev kesimleri Arzu Kaprol ürünlerinde yoğun olarak kullanırız. Pilise ise uzun zamandır vazgeçemediğim bir detaydır. Bu detayların hepsini ev tekstili ürünlerinde de kullandık. Ayrıca ev tekstili ürünlerin renklerinde dinginliği tercih ettim. Koleksiyonda bulunan yataklarda sakin ve huzur renklerini, hayal ettiğim bir bakış açısıyla kullandım. Bu ev tekstili ürünlerinin en büyük farklılığı nedir? Özellikle rahatlık ve yumuşaklığa önem verdik. Bu yüzden bazılarını sadece ipekten yaptık, diğerlerini de kotonipek ya da sadece kotondan yaptık. Sentetik hiçbir şeyi kullanmadık. Doğal malzemelerin en büyük özelliği üzerimizdeki olumsuz enerjiyi alıp sıfırlayabilmesi, bir anlamda topraklama yapması. Bu yüzden ev içinde kullanılan her şeyin böyle olmasına özen gösteriyorum. Daha çok ara tonlar, vizon renkler kullanmayı tercih ettik. İnsanın kendi ruhunu, yüzünü ve duruşunu ön plana çıkarmayı önemsediğim renkler ve ürün gruplarını tercih ettim. Bu tasarımların kullanımı, çok fonksiyonel, bakımı ve temizliği çok kolay. Dolayısıyla çok önemli bir alternatif oluşturduğunu düşünüyorum. G Savaş makinesi ve barış Zülal Kalkandelen eepak Chopra, Hint kökenli bir Amerikalı, tıp doktoru ve yazar. Alternatif tıp konusundaki çalışmaları, yazdığı 50’den fazla kitabı ve yaptığı radyo programıyla, Amerika’nın düşün hayatına katkıda bulunan önemli bir isim. Chopra, geçen günlerde Obama’ya bir öneri getirdi ve Amerika’da barış temelli bir ekonominin inşa edilmesi için çağrıda bulundu. Bu önerinin dokuz maddede özetlenen aşamaları şöyle: 1. Silah pazarlıklarını gözden geçir ve 2020’ye kadar bunları yasadışı hale getir. 2. Barışa yönelik bir projeyi her türlü savunma sözleşmesine koşul olarak dahil et. 3. Vergi teşviki ve fon sağlayarak askeri şirketlerin barışçıl amaçlar için kullanılmasına öncülük et. 4. Askeri üsleri evsizler için barınağa dönüştür. 5. Yabancı ülkelerdeki askeri üsleri aşamalı olarak ortadan kaldır. 6. Askeri personelin bu yeni altyapının kurulması çalışmalarında görev alması koşulunu getir. 7. Geleceğin silah teknolojilerine yönelik süreci durdur. 8. Süper güç olarak adlandırılan, ama artık var olmayan düşmanlara karşı savunma yapmak için geliştirilmiş savaş gemilerinin sayısını azalt. 9. Savunma ve güvenlik bütçelerinde yapılacak indirimle, devletin sosyal hizmetleri bütünüyle finanse etmesini sağla. D Chopra’ya göre, Amerika’nın savaş ekonomisi barış ekonomisine dönüştürülmediği sürece, büyük çıkarların sağlandığı bu askerisanayi işbirliği hiçbir zaman sona ermeyecek. *** Pearl Harbor’dan bu yana savaşan bir ülkenin başına değişim vaadi ile gelen bir başkandan ciddi beklentileri var Amerikalıların... Ama Amerikan ekonomisinin savaşa bağımlılığı o kadar büyük boyutlarda ki askeri harcamalar sıralamasında kendisinden sonra gelen 15 ülkenin, bu iş için harcadığı paranın toplamından daha fazla harcama yapıyor. Hangi ülkeler bunlar? Hollanda, Endonezya, Kanada, Avustralya, İtalya, Brezilya, Hindistan, Güney Kore, Suudi Arabistan, Almanya, Japonya, Fransa, Britanya, Rusya ve Çin... Tek başına bu gerçek bile, Amerika’nın nasıl çılgın bir yola girdiğinin göstergesi... Bir diğer ilginç bilgi de, Amerika’daki War Resisters League’in (Savaş Karşıtları Birliği), ülkenin 2009 yılı bütçesinin dağılım oranlarına ilişkin çalışmasında yer alıyor. Buna göre, Amerikan bütçesinin yüzde 54’ü askeri harcamalara gidiyor. Bunun yüzde 36’sı mevcut askeri harcamalar (küresel terörle mücadele için ayrılan 200 milyar dolar dahil toplam 965 milyar dolar), yüzde 18’i de gazilere ayrılan ödenek dahil, geçmiş yıllardaki askeri harcamalardan kaynaklanan ödemeler (toplam 484 milyar dolar). Yani federal hükümetlerin Amerikan halkından topladığı vergilerin (2.659 milyar dolar) yarısından fazlası (1.449 milyar dolar) askeri harcamalara gidiyor. Bu sayıların da açıkça ortaya koyduğu gibi, sonuç şudur ki; Amerika, dünyanın en büyük savaş makinesi haline geldi. Terorizmle mücadele ettiğini söylerken, sahip olduğu bu devasa militer güçle, kendisi bir tehdide dönüştü. Bu durumda, aklı başında Amerikalılar soruyor: Bu gidişin sonu nereye varacak? 45 milyon insanın sağlık sigortasına sahip olmadığı bir ülkede, toplanan vergilerin yarısından fazlasının askeri harcamalara ayrılması nasıl açıklanabilir? *** Chopra’nın önerileri birçok insana ütopik gelebilir. Ama insanoğlu, bugüne kadar içinde yaşadığı dünyadan mutsuz olduğu için ütopyalar kurageldi ve kurmaya da devam edecek... Ayrıca dünya tarihinin, bir zamanlar olanaksız gibi görülen ama sonradan gerçeğe dönüşen olaylarla dolu olduğunu da unutmamak lazım... Her şeye karşın barışın da onlardan biri olabileceğine inanmak çok mu ütopik? G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B