Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 11 OCAK 2009 / SAYI 1190 Başkalarına mecburuz Çocuk ve hakları... Ataol Behramoğlu İçimizde sevecen duygular uyandırmasına alışkın olduğumuz “çocuk” sözcüğü, şimdilerde giderek daha çok, her türlü kötülüğün hedefi olmuş, korunmasız bir insan topluluğunu akla getiriyor. Çocuklar, yetişkinler dünyasının acımasızlığından hiçbir zaman kurtulamamışlardı. Fakat uygarlığın ileri aşamalarına ulaşıldığının varsayıldığı bir çağda, çocuklara yaşatılan acılar, işlenen suçlar azalmalıydı. Hiç de öyle olmadığını biliyoruz. Ortadoğu’da şu sıralarda tanık olduğumuz vahşet, asker sivil ayrımı yapmadığı gibi, çocukları esirgeme duygusundan da uzak. Soruna dünya ölçeğinde baktığımızda, Afrika kıtasında, Uzakdoğu ülkelerinde, Güney Amerika’da yaşanan çocuk trajedilerini biliyoruz. Açlık, yoksulluk, seks köleliği, Meksika’da kafaları kesilerek öldürülen kimsesiz çocuklar... Uygarlaşmış oldukları varsayılan zengin ülkelerde ise daha geri ve yoksul ülkelerdekileri aratmayacak bir yaygınlıkta ensest olayları. Çocukların bütün dünya ülkelerinde hedef oldukları bütün bu kötülükleri düşünerek uykularımız kaçmalı, insanlığımızdan utanmalı, huzursuz olmalıyız. Kendi ülkemizin de bir çocuk cenneti olmadığı bilinmeyen bir şey değil. Aile içinde ve dışında çocuklara karşı işlenen şiddet, cinayet ve tecavüz suçlarından medyaya yansıyanlar, acaba bunların yüzde, binde, on binde kaçıdır? Bizde, örneğin tecavüz suçlarına, kundak bebeklerine karşı işlenenler de eklendi. İnsanın gerçek anlamıyla kanını donduran bu türden alçaklık ötesi sapkınlıkları, ülkemiz dışında, bulunduğum başka hiçbir yerde işitmedim. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 20 Kasım 1959’da bir “Çocuk Hakları Bildirgesi”ni kabul etmiş. Bu bildirgenin 2. maddesinde çocukların özel olarak korunmaları gerektiği belirtiliyor. 9. maddede çocukların her türlü istismar, ihmal ve sömürüye karşı korunmaları, hiçbir şekilde ticaret konusu olmamaları gerektiği bildiriliyor. Birleşmiş Milletler örgütünün bu bildirgenin ilkelerini yaşama geçirmek için neler yaptığını doğrusu bilmiyorum. Kendi ülkemizde, “Çocuk Hakları Bildirgesi”ndeki ilkelerin yaşama geçirilmesi için savaşım veren, kamusal ya da özel kurumlar hangileridir? Bir Kuran kursunda yaşanan faciaya, belleklerden silinmeyecek kadar yakın bir zamanda tanık olduk... Yurtlardan, bakımevlerinden, yetimhanelerden medyaya yansıyan haber ve görüntüler, bu gibi kurumlarda da çocukların nasıl bir yaşam sürdürdükleri konusunda fikir veriyor. Önümde Marmara Üniversitesi Çocuk Hakları Kulübü’nün bir duyurusu var. Nüfusumuzun 27 milyonunun, (yani birkaç komşu ülke nüfusu toplamı kadarının) çocuk olduğu, bunlardan 6 milyonunun (Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’ndeki ilkelere aykırı olarak) işçi oldukları; ülkemizde 6 bin sokak çocuğunun, 800 bin kimsesiz, 38 bin madde bağımlısı, 1 milyon yüz bin engelli ve bilinemeyen sayıda da ihmal edilmiş, fiziksel, cinsel ve duygusal istismara uğramış çocuk bulunduğu belirtilen duyuruda, Çocuk Hakları Kulübü’nü kuran üniversite öğrencilerinin, çocuk hakları savunuculuğunda söz sahibi olmak amacını taşıdıkları bildiriliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben, bu türden gönüllü kuruluşlara, devletin bürokratik kurumlarından daha çok güvenirim. Duyuru elime geçeli birkaç ay olduğu için, iletişim adresi olarak verilen internet sitesinin adresini yazarken, kulübün kapanmış olabileceği kaygısını da taşıyordum. www.cocukhaklarikulubu.org sitesi en yeni bilgilerle ekranda belirdi. Çocuklarımız konusunda duyarlı olan (başka türlüsü nasıl olabiliyor!) herkesi Marmara Üniversitesi Öğrencileri Çocuk Hakları Kulübü’yle iletişim kurmaya ve dayanışmaya çağırıyorum. Marmara Üniversitesi öğrencilerini ve üniversite yönetimini, bu değerli çabalarında yalnız bırakmayalım. G ataolb@cumhuriyet.com.tr ünyanın dört yanında on yıl foto röportajlar yaptıktan sonra, Amerika’daki ulusal parklarda çekim yapan bir fotoğrafçı, yeğlenecek tek arkadaşın insanın kendisi olduğu yargısına varmış. Parklarda geçen on yedi gün boyunca, kimseyle konuşmamak ona iyi gelmiş. “Fotoğrafçı olmayı bundan ötürü seçtim, konuşmak yok, sadece bakmak yeterli” diyor. Genç kız 25 yaşında bir edebiyat öğrencisi, her yerde ve herkesle rahat hissettiğini söylüyor kendini. Adres defteri büyük bir hızla kabarıyor. Çevresi çok geniş, gene de, temelde bir yalnız olduğunu kabul ediyor ruhsal olarak. “Çok küçük olduğum yaşlardan beri kendimde en küçük bir zayıflığa yer bırakmadım. Birden, yüzde yüz güven duyduğum tek kişi ben oldum” diyor; “Anneleri, babaları ya da arkadaşları olmadan hiçbir şey beceremeyen yaşıtım kızları gördüğümde sinir oluyordum”. Bu genç kız da, fotoğrafçı gibi kendilerinden başkasına değer Murat Sayın (muratsayin2005@gmail.com) D başkalarıyla doğru uzaklığı bulmakta zihinsel olarak yetersiz olduğumuzda daha çok artıyor. Bir adım öne, bir adım geriye: Değişik boyutlarda bu kararsızlık valsini uyguluyoruz. Ötekinin üstümüzdeki nüfuzundan bu denli kuşku duyuyorsak bunun nedeni aradaki uzaklığı “örmeyi” bilmememizdir. Çok uzaklaşıldığında bizi birbirimize bağlayan görünmez yumağın ipleri kopuyor. Çok yaklaşıldığında, birbirine dolanıyor ipler ve duygusal bir doz aşımına yol açıyorlar. Oysa, yakınlık dayanılmaz hissedilmeye başlandığında, patoloji de uzak değildir. “İstediğimle, istediğim zaman konuşurum ve verecek hesabım yoktur” diyordu bir telefon kartı duyurusu. Etkili bir slogan ve bir tatlı yalan. Birlikte sevmek, öğrenim görmek ya da çalışmak, karşılığında borçlandığımız bir duygulanım ve bilgi paylaşımından yararlanmaktır. Bu ilişki, bu çocuk yapma isteği, bu iş bağlantısı bana kaça patlayacak? Kişiliğimle mi ödemek zorunda kalacağım? Annebaba, çocuklar, sevgililer, dostlar, iş arkadaşları... “Yeter!” diye haykırmak mı ister insan bazen? Hepsini terk etmek, ama ne adına? Gerçeği kabul etmek gerek: Diğerleri oradadır. Bunu kabullenmek belki de mutluluğun “Amelie” karşılıksız sevginin adı! BİRİLERİ / Rifat Mutlu (rifatmutlu@gmail.com) ilk adımıdır. Amelie’nin metamorfozu, ortaya sürülen bir peydir: Çevresini karşılıksız mutlu kılmaya karar verdiği andan itibaren, bir sorumluluğu olduğunu bulgular, hiç tanımadığı kişilerle yüzyüze olmasına karşın. “Başkalarına gereksinimim yok”, “bu hiç bir şeyi değiştirmeyecek” diyenler çoğu kez bunları görmezden gelir. “Ben üzerine herhangi bir gerçeğe ulaşmak için, başkalarından geçmek gerekir” savını ileri sürmüştü JeanPaul Sartre. Bu varoluşsal desteğin gücünü kanıtlamak için filozof olmak gerekmiyor: Kendimizi annebaba hissetmek için çocuğa, cinsel kimliği içinde rahat olabilmek için karşı cinse gereksinim duyuyoruz ve bu böyle uzayıp gidiyor... Diğerinin bakışında kendini arayış yalnızca bir aşamadır. Ötekini tanımak, aslında, aynı zamanda, kendi içinde kendisinin olamadığını tanımaktır, yani olmayı bilemediğini. Öteki, eğer sonuç olarak oradaysa, bu bize benzediği için değil, bizi etkisiyle derleyip toparladığı içindir. G Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY vermeyenlerin sakin güvenini ortaya koyuyor. JeanPierre Jeunet’nin filmindeki Amelie benzeri, kendi hayal dünyalarında palamarları tümden çözmeyi yeğliyorlar, hemcinslerince hayal kırıklığına uğratılmayı göze almak yerine... Bugün herkes, birey kimliğinin yapılanması için vazgeçilmez olanı, kendi hazzının zanaatçısı olmayı istiyor. Diğerinin bakışını üstünde hissetmek isteği ile onun bakışından kaçmak arasında bir o yana bir bu yana gidip geliyor. Amaç, her an başa gelebilecek bir parçalanmadan sakınmak. Yirmi yıl içinde, komşularının bir bölümünü “istenmez” bulanların oranı yüzde on birden, yüzde yirmi dokuza fırlamış Fransa’da. Duygusal düzlemde insanlar mesafelerini ve arka planlarını koruyorlar. Birlikte oturmayan çiftlerin sayısında düzenli artış var, sosyologlara göre. Freud insanoğlunun büzüştüklerinde birbirine yaklaşan, dikenlerini çıkardıklarında uzaklaşan kirpiler gibi olduğunu söylemişti. Bu akordeon devinimi, MİZAH MAĞARA ADAMI / Tayyar Özkan (www.tayyarozkan.com) C M Y B C MY B