22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 OCAK 2009 / SAYI 1190 3 Ekolojik krize karşı yeşil sosyalizm... İnsanlığın başı dertte. Bir yanda küresel kriz, diğer yanda ekosistemleri tahrip eden ekolojik kriz... Ekososyalistler, insanlığı ve ekosistemleri sömüren kapitalizme karşı, yeşil sosyalizmle çıkış arıyorlar. Aralarına her geçen gün yeni kişiler ekleniyor, çünkü ekolojik kriz her kesimden, her insanın ortak sorunu. Suyun piyasalaştırılması bu tablonun yaygınlaşması demek. DERGİDEN abam bakkaldı. Ordudan emekli olduktan sonra boyundan büyük işe kalkışmış, emlak alım satımı yapmış, bu işin, daha 1970’te bile büyüklerin oyunu olduğunu görüp elinde kalan emekli ikramiyesiyle bakkal dükkânı açmıştı. Eskişehir’in Tatar mahallesindeydi dükkânı, “Nasip Bakkaliyesi”. Yoğurt paketlenmemişti henüz, bilmem kaç kiloluk tepsilerde dükkânlara dağıtılırdı. Müşterinin getirdiği kabın darası alındıktan sonra, istediği miktarda yoğurt tartılır, öyle satılırdı. Kepçe öyle bir daldırılmalıydı ki o tepsiye yoğurt sulanmamalı, bakkalın kazancı eksilmemeliydi. Bildik görüntü, tezgâhın üzerindeki kavanozlarda renk renk şekerler, sakızlar olurdu. Kapının önünde tüp, gazyağı bidonu ve çıra balyaları vardı. Ne ararsan bulunurdu, iğne, iplik, kâğıt, kalem, top, peynir, margarin… Veresiye esastı. Kara kaplı defterde kimi müşterinin adı yazardı, kiminin lakabı. Bir kadın müşterisine adını sormamış, taktığı lakapla kaydetmişti aldıklarını. Kadın borcunu ödemeye geldiğinde, nereye yazdığını ve lakabını unuttuğu için deftere birlikte bakmaya başlamışlardı. Hesap bulunmuştu sonunda ama kadın borcunu tezgâhın üzerine fırlattıktan sonra “terbiyesiz” deyip çıkmıştı dükkândan. Bir daha da hiç gelmemişti. Çünkü lakabı “At suratlı kadın”dı. Tercüman okurdu. Birkaç dükkân ötesindeki “Al Götür Oku Getir” kitapçısından kiralayarak okuduğum kitaplarla diklenmeye başladığımda o sağcıydı artık, ben solcu. Ben vatan hainiydim, o halk düşmanı. Üniversiteyi kazanıp da İstanbul’a geldiğimde gözü arkadaydı elbette. Bir gün merakına yenilip fakültenin kapısında nöbete durmuş, biz solcuların kalabalık halde okuldan çıkıp korsan eylem yapmamızı izlemişti. Tesadüf; o gün önde olan, eylemi başlatan bendim. Bir süre sonra bir başka olaydan cezaevine girince ziyaretime gelmiş, içmediğim sigaralardan getirmiş, üzülse de, kızsa da “yüz kızartıcı” bir suçtan değil de siyasetten içeri girmemden “memnun” olduğunu söylemişti. 12 Eylül’den sonra eve döndüğümde, bir temizlik sırasında halının altında buldum belgeyi, noter kanalıyla beni evlatlıktan reddetmişti. Çelişkisi yeni hayatla birlikte daha da derinleşti, bakkal dükkânı iflas etti, babamın diline sevimli bir “kızıl kızım” yerleşti. Serezli Ahmet’in oğlu altı çocuk babası babam, altı yıl önce bugün öldü. Evlat acısı yaşamadı, borç, alacak bırakmadı. Yaşasa Gazze’yle ağlar, Başbakan’ın İsrail’le diplomatik ve ekonomik işbirliğini kesmesini isteyenlere “Biz burada bakkal dükkânı işletmiyoruz” demesine kahkahalarla gülerdi. Babam herkes gibi, herkes kadar bir adamdı. İyi haftalar... Berat Günçıkan (bguncikan@yahoo.com) B Esra Açıkgöz kososyalizm, hem dünya hem de Türkiye’de yayılıyor. Aslında kavramla tanışmamız çok değil, birkaç yıl öncesine dayanıyor. Yine de her geçen gün toplumun her kesiminden, daha çok insana ulaşıyor, çünkü ekolojik kriz, tüm insanlığın hayatını etkiliyor. Küresel ısınma, çölleşme, hızla tüketilen kaynaklar, piyasalaştırılan su kaynakları... Ekososyalistler geçen hafta önce Ankara’da sonra da İstanbul’da toplandılar, amaç ekolojik krize karşı çözüm önerileri oluşturmak, inşa süreci halindeki ekososyalist düşünceye yeni açılımlar getirmek, onu daha çok insanın gündemine sokmaktı. Buradan çıkan kararlar, ayın sonunda Brezilya Belen’de Dünya Sosyal Forumu’nun hemen ardından düzenlenecek, Ekososyalist Forum’da oluşturulacak Ekososyalist bildirgeye katılacak. Bir de ekososyalist koordinasyon oluşturulacak. Biz de Türkiye’deki forumların düzenleyicilerinden, İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Stefo Benlisoy’la konuştuk... Benlisoy’a göre, Marx’ın düşüncesi içinde de ekososyalizmin izlerini, oluşum süreçlerini takip etmek mümkün. Onu bu akıma, doğayla insanlığın uyumlu var oluşunun yeniden tesisi nasıl olur sorusu vardırmış. “Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, küresel ısınma, su krizi, toprak bozulması, ormansızlaşma, çölleşme gibi eko sistemlerin sömürülmesiyle ortaya çıkan bu tahribatı durdurma arayışındalar”. Haksız da sayılmaz, Türkiye’nin her yerinden, hidroelektrik ve nükleer santrallara, doğayı yok eden maden arayışlarına, ormanların tahrip edilmesine, akarsuların kirletilmesine karşı yükselen sesler duyuluyor. Bu sesler arasında ekososyalistlerin sesi ne Stefo Benlisoy. kadar yer alıyor? Cılız, denecek kadar az, ancak giderek güçleniyor. Çünkü ekolojik tahribattan mağdur olan ya da olacağını düşünenler tahribatların tek tek hareketler olmadığını, sistemli olduğunu kavrıyor. Kapitalizmin doğa yıkıcı karakterinin giderek anlaşılması, insanları yeşil sosyalizm arayışına itiyor. Peki ekososyalizmin, sosyalizmden ya da ekolojik hareketlerden farkı ne? “Ekososyalizm, bir yanıyla kapitalizmin ekolojik olarak sürdürülemez ve düzeltilemez olduğu inancından hareket ediyor” diyor Benlisoy, “Diğer yandan da insan toplumlarının ekolojik ve sosyal olarak adaletli bir toplumsal düzeni kurabilecekleri inancını barındırıyor. Bu iki akımın bileşiminden oluşuyor. Ekolojik düşünce ve hareketlerin kazanımlarıyla Marksist siyasal iktisat eleştirisinin bütünleştirilmesi çabasına dayanıyor diyebilirim”. E Azalan kaynaklar, kirlilik... Eğer dur denilmezse, insanlığı karanlık bir dünya bekliyor. İçinde bulunduğumuz sermayenin küresel krizinin, ekolojik krizle birleştiğini vurguluyor Benlisoy, bunun şaşırtıcı bir şey olmadığını da. İnsanlığın karşı karşıya olduğu sorunlar daha da ağırlaşıyor. On yıl içinde ekolojik krizin vehameti de artacak. Ona göre, insanlık bir dönemece girdi, eğer doğru seçimler yapılmaz, bir dizi kriz eşiğinden bugünkü sistemle geçilirse, insanlık bugüne kadar tanımadığı başka bir ekolojik sistemle karşılaşacak. Su savaşlarının yaşandığı, gıda krizinin kızıştığı, çevre göçmenlerinin yoğunlaştığı bir dünyadan bahsediyoruz. “Ekolojik krizi bir teknik mesele olarak görmüyor, toplumun tüketim alışkanlıkları, üretim ve tüketim yapısıyla ilgili bir toplumsal adalet meselesi olduğunu söylüyorsanız, çözümünüz de buna yönelik olacaktır” diyor Benlisoy, “Ekososyalist toplum, eko sistemlerin onarılmasını ve yeniden üretilmesini en üst öncelik sırasına koyan, üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsal kontrol altında olduğu, üretim ve yatırım kararlarının demokratik, çoğulcu ve aşağıdan bir plan çerçevesinde yapıldığı, kapitalist sistemdeki gibi toplumun değişim değerine tabi olmadığı, kullanım değerinin önplana geçtiği bir toplumsal yapıyı imliyor”. Sermayenin, ekolojik krize karşı önlemleri de karanlık dünyaya doğru gidişi hızlandırıyor. Çünkü bütünlüğü görmeyen, tekil mantıkla ele alıyor sorunu sermaye, küresel ısınmadan gıda krizine kadar pek çok sorunu daha fazla özelleştirme, daha fazla deregülasyon, piyasalaştırma gibi önerilerle çözmeyi tartışıyor. Benlisoy, başka bir dünya için, somut talepler üzerinden siyaset yapacaklarını söylüyor. Suyun piyasalaştırılamayacağı, bir meta haline sokulamayacağı, bir insan hakkı olduğu talebi gibi. Atmosferik uzay ya da temiz hava, toprak gibi doğal kaynakların temel, piyasaya devredilemez haklar olduğunu söylüyor. Ancak bunları kabul ettirebilmek için kitlesel, örgütlü bir basınç gerekiyor. Dünya halklarının ağırlığını koyacağı ve küresel adalet prensibinin birlikte tartışılacağı bir süreçten bahsediyor. “Aksi halde” diyor, “karşımıza çözüm önerisi diye Kyoto gibi etkisiz ve piyasa odaklı iklim sözleşmeleri çıkacak. Temel ekseninde atmosferik uzayı metalaştıran, emisyon ticaretini yasalaştıran, ‘temiz gelişim mekanizma’larıyla zengin kuzeyin kirliliğini yoksul güneye aktaran mekanizmalar tarif ediliyor. Küresel ısınmaya karşı alınabilecek önlemlerin niteliği, BM literatüründe bile ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk çerçevesinde tanımlanıyor. Bu sorunun yüzde 70’ini yaratan erken sanayileşen kuzey, ancak bundan en çok mağdur olacak yoksul güney ülkeleri. Özellikle de, son 30 yılda, neoliberal küreselleşme döneminde toplumsal yapıları daha da kırılganlaşmış, kent politikaları ortadan kaldırılmış, sağlık sistemleri özelleştirilmiş, tarımın şirketleştirilmesiyle yığınların kentlere aktığı yoksul güney ülkeleri en büyük sıkıntıları yaşayacak. Ekolojik krizin çözümünde küresel adalet eksenli olmayan bir anlaşma çözüm getiremez”. G Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr ETKİNLİK Laura Aris modern dansta sınırları zorluyor... estival de Valencia’dan “En İyi Dansçı” ödülüyle ayrılan Laura Aris, modern dansa getirdiği farklı tekniğiyle beş gün boyunca Akbank Sanat Zeynep Tanbay Dans Atölyesi’nde olacak. Dans ve koreografi eğitimi aldığı Institut del Teatre’dan (Barcelona) 1996 yılında “Mükemmelik Ödülü” ile mezun olan Laura Aris, 1216 Ocak 2009 tarihlerinde Zeynep Tanbay Dans Atölyesi’nde orta ve ileri seviye katılımcılara yönelik bir eğitim verecek. Sanatçı, Akbank Sanat’taki atölye çalışmasında teknik açıdan dansçıların beden sınırları anlaşılması, iskelet ve kas yapılarının keşfi konularının yanı sıra dansın fiziksel bileşenleriyle tiyatronun duygusal dinamiklerini bir arada ele alıyor. F Aris, 19961999 yılları arasında Lanónima Imperial Dance Company’de (Barcelona) dansçı olarak yer aldı. Bu dönemde İspanya’daki çeşitli topluluklarla ortak projeler üreten sanatçı, 1999’da katılmış olduğu Festival de Valencia’dan “En İyi Dansçı” ödülüyle ayrıldı. Aynı yıl Ultima Vez/Wim Vandekeybus topluluğuna kabul edilen Laura Aris “Inasmuch as Life is Borrowed” (2000), “Scratching the Inner Fields” (2001), “Blush” (2002) ve “Menske” (2007) gibi topluluklarla ses getiren projelerde dans etti. Impulstanz, State School of Athens, La Caldera Barcelona, State School of Stockholm gibi birçok festival ve eğitim kurumunda düzenli olarak dans atölyeleri yöneten Laura Aris, halen prova yönetmeni asistanı olarak Wim Vandekeybus ile çalışıyor ve Ultima Vez’ın iki farklı prodüksiyonun dünya turnesinde dans ediyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle