Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 11 OCAK 2009 / SAYI 1190 Mozaik Adnan Binyazar lt dudağından çenesine aşağı parçaları dökülmüş mozaik bir insan yüzü var karşımda. Saçı, gözleri, kaşları, burnu, üst dudağıyla uyumlu güzel bir yüz... Delici mi delici, derin mi derin bir bakış... Güzellik arayıcısı ruhum, onu kadın olarak algılıyor. Belki erkektir? Cinsiyetsiz ya da çift cinsiyetli; sonunda, insan ya!.. Sanatta cinsiyet yoktur, erotizm duyumsatmaları vardır. Her şey bilgiyle olur; iyisi mi, renkli taş, cam, ahşap parçacıklarıyla oluşturulan bu mozaik “yüz”ün cinsiyetini uzmanlarına bırakalım... Konu mozaik sanatı, yüz, cinsiyet, erotizm değil; onların arasında düşüncelerimi doğrulayacak kanıtlar aramak... Bir iki gün önce televizyonda bir bakış kıvılcımlanması gibi gözüme çarpıp belleğime yerleşen “mozaik yüz”ü internetten indirip ekranda büyülttüm. Görmek istediğimi görme umuduyla “yüz”ün ayrıntılarına bir kez, on kez, belki yüz kez baktım. Bakmak, bilinçli görmektir; mozaiğe bakmak ise, nesnede anlam keşfine çıkmaktır. Baktıkça, sanatta “benzemezlikler uyumu” kuralının mozaikte daha da yüze çıktığı, mozaiği oluşturan parçacıkların renkçe de, biçimce de birbirinin aynı olmadığı anlaşılıyordu. İçimden soruyorum; hiçbir işe yaramadığı sanılan bu küçücük taş, cam, ahşap parçacıklarıyla yaratılan ne idi ki, delici bakışlı bu “yüz”den dakikalardır gözümü alamıyorum? A Şehirli çocuklar hasta! Nail Duran Çocukları yaşamdan bezdiren öksürük nöbetleri alerjik hastalık habercisi. Ancak ne yazık ki alerjik hastalıklar genellikle erken fark edilmiyor ve çocuk işe yaramayan tedavilerle oyalanıyor. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Alerji ve İmmünoloji Uzmanı Prof. Dr. Nerin Bahçeciler, özellikle son 2030 yılda alerjik vakalarda büyük artış gözlendiğini söylüyor. En sık görülen hastalıkları ise alerjik egzama, alerjik öksürük, astım, alerjik sinüzit, besin alerjisi olarak sıralıyor. Bahçeciler’e göre allerjik hastalıklardan en çok etkilenenler şehirli çocuklar. Bunun en önemli nedeni olarak, şehir tipi ev içi yaşamı, sık antibiyotik kullanımını, değişen beslenme alışkanlıkları ve bunların sonucunda ortaya çıkan virütik solunum yolu enfeksiyonlarını gösteriyor. Ancak önemli olan erken teşhis, çünkü bebeklerde bir ya da iki yaşında egzama, inek sütü ve yumurta alerjisi olarak ortaya çıkan durum üç yaş civarında düzeltilebiliyor. Bahçeciler, erken teşhis yapılması için ailelerin takip etmesi gereken belirtilerin ise alerjik öksürük, hırıltı atakları ve tıkanıklık, akıntı, hapşırık, horlama gibi sıkıntılar olduğunu söylüyor. Çocuklarının hasta olması ailelerin en büyük kâbusu. Hele uzun süren, bir türlü geçmek bilmeyen öksürük aileleri çoğu zaman çaresiz bırakıyor. Özellikle şehir yaşamının yarattığı sonuçlar birçok çocuk için alerji tehdidi. Meslektaşlarına da bir tavsiyesi var Nerin Bahçeciler’in. Alerjik öksürükle diğer nedenlerden kaynaklanan öksürüğü ayırt etmek için hekimin öksürüğe neden olan hastalıkları akılda bulundurarak, detaylı öykü alması. Bu hastalığın teşhis edilmesinde çok önemli. “Öksürük, yönlendirici çeşitli sorularla aileye tarif ettirilmelidir” diyor Bahçeciler; “Alerjik öksürüğü diğer öksürüklerden ayıran en önemli kriter öksürüğün türü, yani kuru, balgamlı, tek tük veya nöbet halinde olmasıdır. Aralıklarla gelen, özellikle gece derin uykuda veya sabaha karşı ortaya çıkabilen kuru öksürük nöbetlerinde ilk akla gelmesi gereken tanı alerjik öksürüktür.” Birtakım uyarıcılar da Bahçeciler’in bahsettiği alerjik öksürük için tetikleyici olabiliyor, mesela sigara dumanı ya da tahriş edici maddeler. Hastanın ev içinde oluşan ev tozu ve hayvan tüyü gibi alerjik durumlara duyarlılığı da önemli bir faktör. Bahçeciler tanıyı koymak için tüm bu belirtilerden sonra ortaya çıkan öykünün sonucunda hekimin kolaylıkla teşhisi koyabileceği görüşünde. Peki tüm bunlara karşın tedaviye yanıtsızlık durumu devam ederse ne yapılmalı? “İnatçı öksürüğe neden olabilen diğer tanıların hızla gözden geçirilmesi gerekir” diyor. Belki de ailelerin bu yazıdan alabileceği en iyi ders antibiyotik tarzı ilaçların aslında alerjik vakalarda hiçbir faydasının olmadığı. Bu tip hastalara genellikle tavsiye edilen öksürük şurupları, antibiyotikler ve antihistaminik ilaçlar bir süre için şikâyetleri azaltabiliyor. Ancak kısa süre sonra belirtilerin yinelenmesine engel olmuyor. Bahçeciler çocukların defalarca gereksiz yere antibiyotik tedavisi almasının sakıncalarına da dikkat çekiyor. “Alerjik hastaların çoğu defalarca antibiyotik alıyor ve bu yüzden alerjik solunum yollarının iltihabı gittikçe artıyor. Alerjik iltihap bronşlarda bulunduğu sürece hastanın öksürük şikâyetleri devam edecektir. Ayrıca uzun süreli hava yolu iltihabı bronşlarda yapısal değişikliklere ve sonuçta kalıcı bronş çapı darlığına neden olabilir. Dahası tedavi edilmediği takdirde bu çocukların yaklaşık yarısında bir süre sonra hırıltı ve nefes darlığı da eşlik ederek astım gelişir” diyor. Çözüm mü? Bahçeciler’in önerisi ağız yolu ile verilen alerjik iltihabı gidericiler, bir diğer adıyla antienflamatuar spreyler. G Nerin Bahçeciler Yüzdeki bütünselliğin beğeni inceliği, gözbebeklerin aydınlığı, kirpik altlarındaki parlaklık, kâküllerin yumuşak inişi, gözlerin şehlamsı bakışı... Gözümü dışsal görünümlerden alıp, mozaikte insanın karmaşık içsel âlemini düşünmeme yol açtı. Arada gözüm mozaiğin alt dudağındaki boşluğa kayıyordu. Anlıyordum ki, mozaikte en küçük bir parçanın yerinden düşmesi, bütünlükte koca bir “boşluk” yaratıyor. Tekdüzelik, mozaiğin ölümüdür; düşen parçanın yeri doldurulsa da, yenisi, hiçbir zaman eskisinin yerini tutmuyordu. Doğadaki her değişim, ayrı benzemezlikler bütünlüğü yaratır. Öyle bir “bütünlük” ki, insan, hayvan ya da bitkiyi bir iklimden alıp başka bir iklime yerleştirince onlar değişime uğramakla kalmıyorlar, kendileri değiştikçe değiştiriyorlar da. Sanat ise, bu değişimi, insanın iç âlemindeki benzemezliklerin izini sürerek yerine getiriyor. Öyleyse, duyarlıklarla donanmış insan, neden, kendi yarattığı, taş, cam, ahşap parçalarından oluşan mozaikten ibret alıp, aynı topraklarda yaşayan halkların töreleridilleridinlerigelenekleri arasında bütünlük sağlayıp barış içinde yaşamayı bir türlü öğrenemiyor? Doğal yapıda bunca değişimler olurken, nasıl oluyor da halklar bu değişimin dışında kalıyor; üstelik insanın, uyum yeteneği böylesine yüksek, ortak yaşamı biçimlemeye böylesine yatkın iken... Halkların birbirlerini anlamalarını sağlayan hoşgörü düşüncesi, yaşama kültürüne yerleştirilemediği sürece bu böyle gidecek; emperyalist ülkelerin halkları yeni yıla umutla girerken, onların ağzına bakanlar kim bilir daha nice canlar verecek... Halklar, mozaikte “benzemezlikten benzerlik” yaratırken, neden aynı topraklarda bir arada yaşamayı beceremiyorlar?.. G binyazar@gmail.com Medya hastalıkları Zülal Kalkandelen on dönemde Türk medyasını yakından izleyenler farkındadır; iki türlü kavga sürüyor yazılı ve görsel basında. Bir yandan iktidar, kendisini eleştiren gazetecilere saldırıyor; diğer yandan da, gazeteciler kendi aralarında kavgalı... Birincisinin nedeni, Başbakan Erdoğan’ın medyada iktidar aleyhinde çıkan haberlerden hiç hoşlanmaması ve bu haberleri yapan gazetecileri patronlarına şikâyet etmesi... Bu tür bir anlayış, demokrasi ile hiçbir şekilde bağdaşmaz. Aksine, demokrasinin korunabilmesi için, iktidar hoşlanmasa da, hükümetin icraatlarını eleştirecek medyaya gerek vardır. Çünkü bu olmadığında, hem halk iktidarın faaliyetleri konusunda tam bir bilgi alamaz, hem de iktidar kendi yanlışlarını ya da eksikliklerini görme olanağı bulamaz... Ama tabii muhalif medyanın uyarılarından faydalanmak, ancak aklın yolundan şaşmayan iktidarların yapabileceği bir iştir. Oysa, AKP iktidarının hangi akıl dışı yollardan gittiğine, 2002’den bu yana tanık oluyoruz... *** Medyadaki ikinci kavganın nedeni de, aslında birinciden kaynaklanıyor. Bir grup gazeteci, pozisyonunu patronunun iş ilişkilerine göre belirliyor ve iktidara koşulsuz destek veriyor. Bunun sonucu olarak da, kendisini iktidarla özdeşleştirip aynı Başbakan gibi tavır alıyor; iktidarı S eleştirenlere veryansın ediyor; hukuku çiğneyip, yayın yasağı olan, mahkemeye yansımış davalar hakkında belli çevrelerden sızdırılan bilgileri yayımlıyor... Burada mesleki açıdan ciddi bir sakınca söz konusudur. Çünkü böyle bir durumda, yandaş medya mesleğin temel ilkeleri olan basın özgürlüğü ile halkın haber alma hakkına ters düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalır... Denilebilir ki; ya iktidarı eleştiren haberler gerçeği yansıtmıyorsa? Her iki kavganın da hassas noktası tam burası... Gazetecinin görevi, kamunun yararını gözeterek doğruları ortaya koymaktır. Yapılan haber doğruysa, zaten ne Başbakan’a ne de yandaş medyaya söyleyecek söz kalır. Bu nedenle, haberlerdeki iddialar kanıtlanabilir olmalıdır. Araştırmacı gazeteciliğin önemi de buradan gelir. Son dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun başarı kazanmasının nedeni nedir? Bir araştırmacı gazeteci gibi çalışıp iddialarını belgelerle ortaya koymuş olmasıdır. *** Medyamızdaki bir diğer hastalık da, şov dünyasındaki popülerlik kazanma taktiklerinin, medyada aynen uygulamaya konmuş olması... Nedir bunlar? Kısa yoldan ün kazanmak için ya sürekli polemik yapacaksınız, ya kendinizin haber olmasını sağlayacaksınız ya da radikal bir dönüşüm geçireceksiniz... Bu üç yol da, tiraj kaygısındaki medyada epey prim yapıyor. Köşe yazılarında iftira atıp hakaret edenler, baş tacı ediliyor. Birisi çıkıp spekülasyon yapıyor; bir başkası da sanki o yazılan gerçekmiş gibi ona atıf yaparak, belli bir görüşü yaymaya çalışıyor. Yani gerçekleri haber yapmıyor, kendi gerçeklerini yaratıyorlar... Sürekli kendi özel yaşantılarından söz eden egosantrikler, önemli gazeteci oluyor. Birdenbire başka bir tarafa meyledenler, makbul sayılıyor... Ne yaparsan yap, yeter ki hakkında çok konuşulsun... Başarının temel ölçütü bu olunca, Makyavelist yöntemler giriyor işin içine. Mesleki ilkelerin ayaklar altına alındığı bir ortamda iyi de işliyor bunlar... Bir de bakıyorsunuz, bu tür “gazeteciler”, sanki bir pop yıldızıymış gibi magazin basınının gözdesi oluyor. Oysa gazetecinin kendisi haber olmaz, haber yapar; iletişim fakültelerinde öğrencilere öğretilen en önemli ilkelerden biridir bu... İşte bugünkü Türk medyasına başta değindiğim iki kavga ve bu pop yıldızı hastalığı musallat olmuş durumda... Ne diyelim; acil şifalar... G www.zulalkalkandelen.com /kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B