17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 21 EYLÜL 2008 / SAYI 1174 İki belirleyici soru... Zülal Kalkandelen rooklyn’de bir otobüs. Siyahi bir kadın oğluyla konuşuyor. Başkan adaylarından hangisini destekleyeceğine karar veremediğini söylüyor 20’li yaşlarındaki genç. “Nasıl olur?!” diye tepki veriyor annesi. “Bilmiyorum... Hangisinin ülke için daha iyi olacağını düşünüyorum...” “Durum o kadar açık ki, bu söylediğin anlamsız! Barack Obama ülkemizin tüm dünyada yerle bir olan imajını düzeltecek. McCain, Bush’un politikalarının devamını savunuyor. Çok mu memnunsun bugünkü durumdan?” “Hayır ama sence Obama’nın kazanma şansı ne?...” “Obama siyah ırktan diye mi bunu söylüyorsun? Oğlum bana bak, şu anda tarih yazılıyor! Obama ilk siyah başkan adayı oldu... Onu desteklemek bizim görevimiz!” *** Manhattan’da bir metro treni. İstasyonun birinde kapılar açılınca içeriye hızla bir adam giriyor. Elindeki bildirileri yolculara dağıtan orta yaşlı siyahi adam, neredeyse yüzünün tümünü örten rastalı saçlarının ardından bağırıyor: “Bayanlar baylar, lütfen bir iki dakika bana kulak verin! Benim adım Michael ve bu ülkenin birliği için çalışıyorum. Kapı kapı, tren tren dolaşıp vatandaşlarımıza önümüzdeki tehlikeyi anlatmak B istiyorum. Bu ülkedeki bölünmüşlüğe son vermek için Obama’nın seçilmesi lazım. O nedenle yapmamız gereken, onun kampanyasında çalışabilecek insanlar arasında bir iletişim ağı kurmak. Ben bunu sağlamakla görevliyim. Lütfen elimdeki listeye adınızı ve telefon numaralarınızı yazdırın. Ülkeniz için bunu yapın!” İspanyol asıllı bir Amerikalı hemen ayağa kalkıp Michael’ın yanına gidiyor ve adını listeye yazdırıyor. İkisi de öyle heyecanlı ki, bir anda sarmaş dolaş oluyorlar. *** Harlem’de Bill Clinton’ın ofisinin olduğu binanın önü. Tarih 11 Eylül. Büyük bir kalabalık toplanmış, Clinton’ı ziyaret eden Obama’nın binadan çıkışını bekliyor. Her yer Gizli Servis görevlileri ile çevrilmiş. Bir siyahi genç, yanındaki beyaz kadına kime oy vereceğini soruyor. Sertlik yanlısı McCain’in seçilmesi durumunda, hem Amerika’nın hem de dünyanın bugünkünden daha ciddi bir kaosa sürükleneceğini söyleyen kadın, “Obama, bir ülkede işlerin iyi gidip gitmediğini kadınlara yapılan muamele belirler diyor. Oyum tabii ki ona,” diyor, “Hem Obama kazanırsa müthiş olmaz mı? Düşünsene siyah bir başkan!” O sırada binadan birlikte çıkan Clinton ve Obama bekleyenleri selamlarken, herkes birlikte Obama’nın “Evet, Yapabiliriz” sloganını atıyor. *** Bütün bu günlük hayattan yansımalar da gösteriyor ki, Amerika, ırkçılığın sorgulandığı bir başkanlık seçimine sahne oluyor. New York’ta mağazaların ve restoranların vitrinlerinde “Evet, Senatör Obama. Yeniden İnanmaya Hazırız” yazan pankartlar asılı ama oy kullanma kabinine girip kendi vicdanıyla baş başa kalan seçmenin ne yapacağını tam olarak bilme olanağı yok. Üstelik Amerika’nın her yeri New York kadar Demokrat eğilimli değil. Fakat şunu söylemek mümkün; Bush döneminin yarattığı 8 yıllık yıpratıcı bölünmenin ardından seçmenlerin aklında yatan belirleyici iki soru var: 1. Gerçek Birleştirici McCain mi, Obama mı? Bu önemli, çünkü Amerikan halkı keskin siyasi bölünmeden gerçekten bezmiş. 2. Bir siyah başkan seçilebilir mi? Bunları düşünürken aklıma ünlü İngiliz müzisyen Morrissey’in “America Is Not the World” adlı şarkısı geliyor. Kadın, gay ya da siyah ırktan birisi başkan seçilemediği sürece, hiçbir şeyin onu Amerika’nın özgürlükler ve fırsatlar ülkesi olduğuna inandıramayacağını söyler o şarkıda Morrissey... G www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Sorgulama bilinci... Adnan Binyazar ilgilenmenin dışında hiçbir güç, toplumu içine düştüğü bunalımdan kurtaramaz. Bilginin kaynağı, sözü sonsuzluğa erdiren kitaptır. Bellek yanılır, yazı yanılmaz. Kitapla doğan düşünsel etkileşim, ‘yazı’nın ürünüdür. Komutan, bölüğe sınavla yazıcı alacakmış. Soru şu: İki kere iki kaç eder? ‘Dört’ yanıtını veren, ben kazandım diye sevinçle kapıdan dışarıya fırlamış. Aralarından biri, komutandan kâğıt kalem istemiş, işlemi yaptıktan sonra, “Dört, komutanım!” demiş. Komutan onu yazıcı yapmış... Zebur, Tevrat, İncil, Kuran... Dinsel söylemler, kim bilir geceyi gündüz eyleyen hangi sabırlı bir yazıcının parmak uçlarından aktı insanlığın belleğine... Ne yazık ki, kimi toplumlar bilgisayar çağında bile aralarında yazısal bir etkileşim kurmuş değildir. Düşünmek özgürlük duygusunun kaynağıdır; ‘yazı’dan uzak toplumlar, bir türlü bağnazlığın karanlığından kurtulup kendi düşüncelerini yaratamıyorlar. Yazının bulunuşu İÖ dört bin yıllarına uzanıyor. Çağımızda artık yazısız toplum kalmadı. Ne var ki, insanlığın yarıdan fazlası, yazıdan yararlanmayı bilmiyor. Uzağa gitmeyelim; ağzından dua düşmeyip her gün beş vakit namazını kılanlara Kuran’ın Türkçe’sini okuyup okumadıkları sorulsa, herhalde verdikleri yanıt iç açıcı olmayacaktır. Tek sözcüğünü anlamadan Arapça’sını okudukları Kuran harfleri, onlar için ‘anlam’ değildir, birer kutsal resim değerindedir. Dinsel, bilimsel ya da yazınsal; anlamadan okunan hiçbir kitabın özüne varılamaz. Bu, düşünceyi derinliğine kavramaya yetmediğinden, insanın algılama yeteneğini de köreltir. Algılama körelmesine uğramış insan, özgürce düşünmenin ne olduğunu bilmiyor. Öyle olunca da, olagelenleri sorgulama gereği de duymuyor. Bir, yazıyla kaynaşmış toplumlara bakın, bir de yazı dışı kalanlara... Buluşlar onlarda, teknik onlarda; düşünürler, yazarlar, kompozitörler, ressamlar, tiyatrolar, galeriler... onlarda. Öbürleri, varlıklarını da, ekonomilerini de onların güdümüne bırakarak yaşıyorlar. Küreselleşme, AB, Amerikan imparatorluğu; hepsi enerji kaynaklarına sahip olmanın, dünya ekonomisini ellerinde tutmanın hesabını yapıyor. Onlar, Afrikalı çocukların çölün ortasında akbabalara yem olmasına, Irak’ta her gün onlarca insanın ölmesine, bir “ekran oyunu” gözüyle bakıyorlar. Emperyalist kafa, insan haklarını da, hoşgörüyü de, kişi özgürlüğünü de tarih boyunca hep kendine yontmuştur. Bunun en sıcak örneği Gürcistan! Başbakan Erdoğan’ın iyi niyetli birlik çağrısı, Enerji Bakanı Tüzmen’in misilleme kabadayılığı ciddiye bile alınmamıştır! Egemen güç, bir ülkede boşluk arar. Boşluğu gördüğü an oraya sızıverir. Arap ülkelerinin yeraltı zenginlikleri onların güdümü altındadır. Şimdi sıra petrol yollarının denetimine geldi... Petrol kaynaklarının gerçek sahipleri, onların yalnızca yerin altında olana değil, öz varlıklarına da egemen olduklarını akıllarına bile getirmeden, altın işlemeli tahtlarına kurulup halklarını kulluğa mahkum etmeyi saltanat sayıyorlar. Oysa, gerçek saltanat, ancak aklını özgürce kullanıp sorgulama bilincine ermiş insanların yaşadığı bağımsız ülkelerde yaşanır. G [email protected] B Uzlaşmak değil bağışlamak gerek girer. Diyeceğim; boynunda ilmikle dolaşmak durumundadır entelektüel kişi. Bunu yapmak gerekir mi? Ayrı bir tartışma konusu... Kimsenin okumaya, yazmaya, derinlemesine mberto Eco, entelektüel işlevi yerine getirmenin araştırmaya gereksinim duymadığı günlerdeyiz. Dahası ahlaksal bir seçim olduğunu yazmıştı. Bir insanların inanmaya, teslim olmaya eğilimi artıyor. cerrahın yaşam kurtarmak için canlı eti kesmesi gibi, Giderek görsel bellek üzerinde düşünen, hap bilgilerle diye eklemişti. Bu eylem sırasında hiçbir duyguya yer biçimlenen yeni tür varlıklara alışacağız. Bunlara da bulunmaz. Cerrah müdahaleyi sürdürmenin bir insan diyecek miyiz, emin değilim. Ancak şeyleşen, sonuca varmayacağını görünce, açtığı yeri kapar. Yine mahluklaşan bu kişiler için, koca kalın kitapları duygusuz, ahlaki bir tutumla yapar bunu. Entelektüel okuyup, anlayan ve içindekileri deşifre edip, tercüme işlevin de tam böyle olduğunu söyler Eco. Kimi zaman eden birilerine gereksinim olacak. Alın bazı sorunların çözümsüz olduğunu dile size yeni bir kırılma noktası. getirmek gerekir. Aslında bunun da bir Bu kişi kimdir? Tarihçi mi, gazeteci çözüm yöntemi olduğunun altını çizer. mi, siyasetçi mi, din adamı mı, bilimciler Bu da ahlaksal bir seçimdir. Kimi mi, hepsi mi? zaman bildiklerinizi açıklamak ve tersi, Hafta sonu Cumhuriyet Pazar ekinde vicdani bir yükümlülük hali alır. AfroTürklerden söz ediliyordu. Ataları Bugün okuryazarların farklı bir kara topraklardan gelen, çoğu acılı konumu olduğu ortadadır. Büyük yazgılarına yenik düşmüş, bizim kitlelerin; belki ağırlıklı olarak toprağımızın kara derili insanlarından. yığınlaşan kalabalıkların pusula Sevgiyle okudum onları. Anadolu gereksinimi artmaktadır. Bir toprağına aitler artık... Köleliğe tutsak kabullenmişlik, yeni tür kadercilik önce 67 Eylül olayları. değillerse de yoksulluğa yazgılılar sanki! bireyleri, ardından toplumları Zenci Türklerden söz açılınca, türdeş biçimlendiriyor. Toplumu güdüleriyle toplum yaratmak isteyenlerin gülünç çabalarını hareket edenler yönetiyor. Tam da bu noktada birinin düşündüm! çıkıp; herkesin yürüdüğü yolu dinamitlemesi ve ters Son yapılan araştırmaların birinde, ülkenin yüzde yönü işaret etmesi gerekiyor… 84’ünün Yahudi komşu istemediği çıkmış ortaya. Bilimsel alanda yapılan tartışmalar, nihayetinde Nüfusu yirmi binlere gerilemiş bu insanlar, Anadolu kanıt gerektirdiği için, eğer toplumun önüne somut ekmeği yemiş ve yurtlarını burası bilmişler... Peki bu verilerle çıkarsanız sorunu çözersiniz. Eğer biri, kin, öfke niye? 67 Eylül olaylarını yaşamış, varlık AIDS’in çözümü yoktur dediğinde, siz aşısını bulup vergisiyle boğulmuş bu insanlardan niçin bu kadar önüne korsanız, çenesi kapanır. Ancak ahlaki sorunlar nefret ediyoruz? için durum çok daha karmaşıktır. Kişinin imanını Rumları okudum. Kadıköy’e ilk gelenlerini… hedef aldığınızda, toplumların soylarına, ırklarına Kadıköy adının Rumlarca verildiğini ve körler ülkesi değin değerlendirmeler yaptığınızda başınız belaya Enver Aysever U anlamına geldiğini öğrendim. Tarihi yarımadayı bırakıp, öte yakada yaşamayı yeğleyenler için söylemişler. Bu güzelliği fark edemeyerek, öte kıyıya gitmeye şaşmış, körlükle suçlamışlar orda yaşayanları... Ermeniler... Meyhanelerde mezeleri, dillerimizde ortak şarkılar... 1915’te sürgün olmuşlar kendi evlerinden, topraklarından. Belli ki kırık kalpliler, sayıları azalmış. Nerede şimdi onlar... Hüseyin Rahmi’nin romanlarından taşan Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve diğerleri... Elbette Kürtlere geliyor sıra... Etimiz, kanımız iç içe girmiş. Kendi dillerini unutmuş olanları var artık; bu iğrenç düzene eklemlenenleri de! Çok şey söylendi ama... Aynı dine mensup koca halk, aynı âdetleri yaşadığımız Haticeler, Ayşeler, Mahmutlar, Rojinler, Rojdalar... Çocuklarına diledikleri isimleri vermeleri bile yasak... Bu kadar büyük kinle, öfkeyle, düşmanla yaşanır mı? Söz ettiğimiz komşularımız, dostlarımız, kader birliği ettiklerimiz... İyi yurttaş kim? Hangi Türk? Çözümsüzlüğü aşabilmek için, yüreklerden, vicdanlardan başlamak gerekli. Acıları yarıştırmadan, bir Anadolulu olduğumuzu bilerek... Anadolu toprağının ruhuna uygun; kinden, kibirden uzaklaşarak yeniden başlamak gerek bu kötü öyküye... Uzlaşma, kötü bir kavram. İçinde pazarlık var, ödün vermek var. Bizim yaramıza merhem olamaz. Biz, kerhen, zorla tahammül edemeyiz karşımızdakine, birbirimize... Başka bir dil kurmamız gerekiyor; içten, vicdanlı ve kim ne derse desin ardında duracağımız bir dil... Anadolu insanının uzlaşmayla yitirecek zamanı yoktur; biz, birbirimizi yürekten bağışlamalıyız! G www.enveraysever.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle