Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 21 EYLÜL 2008 / SAYI 1174 Mozambik ve dönüşüm Selçuk Erez M ozambik, Portekizli sömürgecilere karşı on yıl savaştıktan sonra 1975’te bağımsızlığına kavuşmuş, ancak bu tarihten sonra on yıl boyunca korkunç bir iç savaşa sahne olmuş bir ülke. Bu geçmişe rağmen Mozambik, bu gün kardeş kavgalarına son verebilmiş, demokrasiye kavuşmuş, ekonomi, eğitim ve sosyal açıdan gelişmeye başlamış. Mozambik’te bu dönüşümü sağlayanların başında Joaquim Chissano geliyor. İki devre cumhurbaşkanlığı yapmış, üçüncüsünde aday olma hakkı bulunduğu halde aday olmamış, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin özel temsilcisi olarak Uganda ve Sudan da siyasal anlaşmazlıkların çözümü için aracı olmuş, Afrikalı Ülkeler Birliği’nin başkanlığını yapmış bir kimse Chissanoo. Geçenlerde, bir CNN programında, ülkesinin demokrasiye kavuşmasının sırrının ne olduğu sorulduğunda, bu çok saygın Afrikalı lider, bunu, “Rejimimizin din ve etnik esaslara dayanmamasını sağladık!” diyerek açıklamıştır. Neden? Çünkü dini referans olarak kabul etmek, demokrasiyle bağdaşmaz da onun için! Hiçbir din, özellikle semai olarak nitelediklerimiz, “Diğer dinler de iyidir, bu dinlerden olanlar da bizim gibi cennete gidebilir!” demiyor. En hakiki mürşitleri din olanlar, dinlerinin bazı ilkelerini uygulayıp bazılarını da içtenlikle bir yana bırakamıyorlar. Bu kimseler, herkesin kendi dinlerinin hatta mezheplerinin kurallarına uymasını istiyorlar. Örneğin, referansları Sünni mezhebi olduğunda cem evlerini tapınak bile saymıyorlar. İktidara Sivil hayat için yaşanan trajedi... Dimitris Papachristou, Yunanistan tarihinin, değişimin canlı tanıklarından. Çünkü o, askeri cunta tarafından arkadaşlarının kanı dökülerek bastırılan Politeknik Üniversitesi ayaklanmasının önde gelen isimlerinden. Arkadaşlarının gözü arkada kalmadı, olaydan Dimitris Papachristou. Fotoğraf: Vedat Arık bir yıl sonra öfke içindeki halk, askerleri koltuktan indirdi... hakkından çok daha önemli hale gelmişti. Üniversitede her gün işkencelerle, öğrenci kılığındaki polislerle karşılaşıyorduk. Yine de bazı şeyleri elde etmeye kendimizi çok yakın hissediyorduk, aynı zamanda bir o kadar da uzaktık. Asıl sorunu yaratan bu korkunç milliyetçilik, ırkçılık ve eski Yunan’a göndermeler içeren birtakım saçma sapan konuşmalardı. Aslında albaylar kendilerine karşı olan bir kitleye sesleniyorlardı. Çünkü o topraklar demokrasinin doğduğu yerlerdi. Askeri yönetimin olduğu bir ülkede özgürlük ve demokrasi fikirleri çerçevesinde örgütlenmeyi nasıl başardınız? Bu aslında birdenbire oldu diyebiliriz. Yanı başımızdaki insanlara şüpheyle baktığımız bir ortamda yaşıyorduk. Kimin ne olduğunu bilmiyorduk, herkes birbirine güvensizdi. Sansür olmasına karşın gazetelerde ufak farklar vardı ve biz okuduklarımızdan kimin ne olduğunu anlamaya başladık. Bazı öğrenciler cunta tarafından üniversiteye sokuluyordu. Diğer öğrenciler onları istemiyordu, bu şekilde imza kampanyaları toplanmaya başlandı ve biz farkında olmadan bir örgütlenme yarattık. Bir sürü örgüt kapatılmış, bizi yönlendirebilecek aydınlar, sanatçılar ise hapisteydi. Biz de elimize küreği alıp toprağı kazmaya başladık. Politeknik Üniversitesi’nde başlayan hareket nasıl yükseldi ve sokağa taştı? Zaten önceden sokağa taşmaya başlamıştı. Hukuk Fakültesi’nde iki ayaklanma oldu ve bunlar bastırıldı, olayların içinde ben de vardım. Ticaret Okulu’nda okuyordum. 12 kişiye askeri yönetim işkence ettiği için diğer arkadaşlarla bir grup oluşturduk, başka okullarla iletişim kurduk ve bir hareket oluşturduk. Yunanistan’a demokrasi gelmesinden sonra beklediğiniz gelişmeler yaşandı mı? Aslında diktatörlük hiç düşmedi. Askeri hükümet sona doğru yaklaşırken politikacıları yardıma çağırdı ve yumuşak bir zemin oluştu. Başta askerlere dokunulmadı, sonra ilk dönem cuntacıları tutuklandı, çünkü hâlâ ordunun tehdidi vardı. Bazı kaynaklar askeri yönetimin düşmesini, Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’na bağlıyor. Bu sizi sinirlendiriyor mu, emeklerinizin hiçe sayıldığını düşündünüz mü? Yok, öyle düşünmüyorum. Bazı tarihsel gerçekler var. Politeknik’te o kadar kan döküldükten sonra askeri yönetim zaten düşecekti. Yunanistan’da halkın çoğunluğu askeri yönetime karşıyken altı yıl sonra Türkiye’de yapılan darbede darbe yanlılarının sayısı bir hayli fazlaydı. Burada darbeye karşıyız derken ordunun siyasetin içinde gözükmesine ve kendini kurtarıcı olarak göstermesine karşıyız. Aynı şey bizde de oldu. Yunan halkının tek başına demokrasiyi yürütemeyeceğini ve alçıya alınması gerektiğini söylüyorlardı. Oysa demokrasi filan istedikleri yoktu. Darbe yanlıları için düşünürsek, vicdanen rahat olmayan bir yargıdan bahsediyoruz. Yunanistan’da geçen süre boyunca ordu, gülünç bir hal aldı. Artık herkes biliyor ki ordunun işi kışlasında durmak. Bugün siyaset sıkıntıya girdiğinde “ordu yönetime gelsin” diyen birine deli gözüyle bakılıyor. Yunanistan’da Venezilos demokrasi kelimesiyle birlikte anılıyor, ben Atatürk’ün adının neden askeri müdahaleyle birlikte anıldığını anlamıyorum, herhalde yaşasaydı kendisi de böyle bir şey istemezdi. Kıbrıs için de aynı şeyler geçerli, eğer çözüm isteniyorsa taraflar bir masanın etrafına geçip konuşmalı. Askeri müdahaleler bu sorunu da çözümsüz bırakır. G Deniz Ülkütekin Y unanistan’ın bir kuşağı için kayıp denilebilir. Tüm dünyada ayaklanmaların, özgürlük mücadelelerinin ve isyanların yaşandığı altmışlı yıllarda ülkenin gençliği askeri bir yönetimin idaresi altında, yaratılan korku toplumu içinde birbirlerinden şüphelenerek yaşıyordu. Ancak korkunun üzerine gidip, isyan edenler de vardı. Ege’nin karşı kıyısı da kendi isyan hikâyesini yaratmakta gecikmedi. Atina’daki Politeknik Üniversitesi’nde 17 Kasım 1973’te başlayan öğrenci ayaklanması askeri yönetim tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Ancak bu olay halkın isyanını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Bir yıl sonra askeri yönetim düşecek, demokrasi doğduğu topraklara geri dönecekti. Dimitris Papachristou, o gün Yunanistan’ın kaderini değiştiren Politeknik ayaklanmasının önde gelen isimlerindendi. Türkiye’deki darbe sürecini takip etme şansınız oldu mu? Evet, olayları takip ettim. Türkiye’ye ilk gelişim o dönemdeydi. İzmir ve Bursa’da bulundum. Karşılaştığınız durumla, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası arasında ne gibi benzerlikler vardı? Aynı mantık ve aynı tablo vardı. Hatta bir gün Türkiye’de kaldığım bir evin yan tarafındaki karakoldan gelen bağırışları duydum, ne oluyor derken ağlayan bir çocuk gördüm. Polisler, insanlara Yunanistan’dakine çok benzer bir iktidar duygusuyla yaklaşıyordu. Politeknik Üniversitesi’ndeki olaylara dönersek, o günkü olayları ve hareketi hazırlayan etkenler nelerdi? O dönemki öğrenciler için özgürlük ve demokrasi, emek Joaquim Chissano. C M Y B C MY B geldiklerinde, içkiden olmadık vergiler alıp, içki satanları hırpalamaya, ceza vermeye kalkıyorlar. Oysa demokrasi, insanın “Biz içmeyiz ama isteyen buyursun, içsin!” demesini gerektirir. ABD’de Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı Palin’e bakın; “Dinim referansımdır” diyenlerin dik alasıdır: Gebeyken çocuğunda geri zekâlılığa yol açan bir hastalık bulunduğu anlaşıldığı halde dini yasakladığından bunu aldırtmamış, doğurmuştur. Sadece kendisi uygulasa neyse.. Irza saldırı sonucu gerçekleşmiş gebeliklerde bile kürtaj yapılmamasını ve bu ilkenin yurdunda herkese yani Budistlere ve Müslümanlara vb de uygulanmasını istemektedir. Onyedi yaşındaki kızı gebe kalmıştır... Dinen, onun bu çocuğu doğurması gerektiğinden kız, kendisini hamile bırakan erkek arkadaşıyla başgöz edilecektir. ABD’de Palin gibi düşünen din bağımlıları, 1219 yaşları arasında çocukları toplayıp “evleninceye kadar cinsel ilişkiden kaçınacaklarına dair” söz verdirmektedirler. Columbia Üniversitesi Sosyoloji Departmanının yaptığı bir araştırmada beş yıl içinde bu sözü vermiş, belge imzalamış gençler arasında önlem almadan cinsel ilişkiye girenlerin, belge imzalamayanlardan fazla olduğu saptanmıştır: Belge imzalayanlar arasında cinsel ilişkide prezervatif kullananların oranı yüzde 40, imzalamayanların arasında ise aynı oran yüzde 59’dur. Görülüyor ki din güdümüyle baskı ve imza toplama, saadete değil, istenmeyen gebeliklerin ve onları izleyen kürtajların ve dramların çoğalmasına yol açmıştır. Mozambik’in eski başkanından almanız gereken birçok ders var ama sadece dininizin, mezhebinizin kurallarını, dini, mezhebi ve inançları sizinkine benzemeyenlere de uygulamaya kalkıp, ardından yaptığınızın demokrasiyle bağdaştığını ileri sürmemeniz gerektiğini öğrenseniz yeter! G erezs@superonline.com Sınırlarımı koruyorum... Aylin Kotil “Samimi, ancak aynı zamanda karşı tarafa derinlemesine hissettirilen bir mesafe” dedi kadın yorum yaparken diğeri için. Alışmışız bir kere daha ilk görüşmede enseye tokat muhabbetine. Sululuğu, hatta terbiye sınırlarını aşan durumları, ne var, ne olacak ki diye yorumlamışız yıllar yılı. Sonra ilk karşılaşmada bize güler yüzlü ancak mesafeli davranmaları anlamamışız. “Hımmm, evet, iyi ama sanki soğuk mu ne?” Oysa ben kendi adıma ne çektiysem, samimi ilişkilerden çektim. Mesafeli olduklarımla bir problemim olmadı. Sınırları seviyorum. Sınır tanımazlık beni ürkütüyor. Yolda yürürken kişisel alanımı korumak istiyorum, bana teğet geçen, değen insanlar olsun istemiyorum. Ya da gereksiz yere dokunuverirler bazen. Hele ki ilk tanışmada. Durun bakalım bir, belki siz samimi olduğunuzu hissettirmek istiyorsunuz ama ben istiyor muyum? Hele de şu hemen “sen” diye edilen hitapları seneler senesi anlayamadım. Sizi neredeyse kaldırdı toplumumuz hayattan. Siyasiler bile artık birbirlerini senli benli eleştiriyor. Toplumdaki bu samimi hava en tepeden en alta kadar hepimizi sarmakta. Sonra bir bakıyorsunuz çocuğunuzun öğretmenine “sen” diye hitap eden veliler... Hanım, bey gibi sözler hak getire zaten! Bir de şu “canım” kelimesi... Olur olmaz herkes birbirinin canımı oluverdi. Bu can canlık hali, en çabuk, para bozdurmak istediğinizde ortadan kalkıyor oysa. Bir deneyin, uzatın birilerine bütün olan paranızı, sanki felaket bir durumla karşılaşmış gibi saniyesinde başlarını çevirip uzaklaşıveriyor insanlar sizden. Borç da istemediniz halbuki, derdiniz sadece para bozdurmaktı. Bir de bu can canlar, aynı zamanda sizin en özellerinizi öğrenme arzusu ile de yanıp tutuşmaktadırlar. Samimiler ya!!! Bilmek isterler ne olmuş, ne bitmiş. Çünkü aynı can canlar, ilk fırsatta arkanızdan kulis yaparlar. Malzeme lazımdır her daim... Ve sonunda kendinizi koruma arzusunun neticesi olarak, karşı tarafa hissettirilen derin bir mesafe “Kadın biraz soğuk mu ne?” Bu cümlenin özü şudur aslında; “Bundan malzeme çıkmaz!”. Öbürünü sardıralım... İyi pazarlar. G Aylin@kotil.web.tr