17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

31 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1171 9 Tesettür, Kadınlar ve Erkekler... Zülal Kalkandelen eçenlerde Washington Post’ta Ellen Knickmeyer imzalı bir haber çıktı. Habere göre, Mısırlı kadınlar, örtünmenin tacizleri artırdığını; çünkü erkeklerin o örtülerin altında saklananı merak ettiğini söylüyor. Kimilerinin bu iddiaya tek kaşını kaldırıp şüpheyle bakacağını bildiğimizden, haberde sözü edilen bir araştırmaya değinmekte yarar var. Mısır Kadın Hakları Merkezi’nin yaptığı araştırma için Mısırlı kadın ve erkeklere tacizle ilgili sorular sorulmuş. Kadınların yüzde 83’ü tacize uğradığını, ne giyerlerse giysinler fark etmediğini, sokakta sürekli rahatsız edildiklerini belirtmiş. Erkeklerinse 3’te 2 çoğunluğu, kadınlara taciz uyguladıklarını itiraf etmiş. Araştırmanın en ilginç sonucu, hem erkeklerin hem de kadınların kısa etek ve dar kıyafetlerin tacizi tetiklediğini düşünmesine karşın, bu tür olaylara en çok maruz kalan kesimin ‘hicab’lı kadınlar oluşu... *** Diyelim ki araştırmadan aksi yönde bir sonuç çıksaydı, o zaman ne denilecekti? Muhtemelen, “Kadınların erkeklerin tacizine uğramaması için tesettüre girmesi gerek” gibi bir yorum duyacaktık... Fakat bir kadının karşı cinsi çeken en etkili özelliklerinden birisinin gözleri olduğunu söylüyor uzmanlar. Bu durumda, burka denen kafesli çarşafın içine mi hapsedilecek kadın bakışları?! Oysa, tacizleri El ve kafa... Adnan Binyazar ylesine işini bilen, öylesine becerikli, olaylara yorum getirmede öylesine mantıklı az adam tanıdım. Seramikçiydi. Evde tadilat vardı. Üç ay bir arada olduk. Onu hiç tıraşlı görmedim. Saçları taralı, parlaktı. Yüzü, 50’li yılların romantik artistlerininki gibi süzgündü. Deodorantıyla, yüz losyonuyla, temiz işte çalışanlardan da temizdi. Otuz beşinde vardı yoktu. Bir kusur aranacaksa, tartışırken sesini yükseltiyor, sözcüklerini tartıdan geçirmiyordu; hepsi o! Hazırladığı çimento harcını yayıyor, tek gözünü kısıp döşeyeceği yere baktıktan sonra, parmaklarının ucunda tuttuğu seramikleri desenlerine uydurarak diziyordu. Küçük kareleri harca iyice bastırmadan, yüzünü yere yapıştırırcasına yan yatıyor, çizgi düzlüğünü denetliyordu. Ne suterazisi kullanıyordu, ne başka bir gereç. Sanki gözünün ışığı, doğal diziliş uyumunun cetveliydi. Böyle bir özen, belki değerli bir saatin tamircisinde bulunurdu. Hem konuşup hem işini yaptığından, onu lafa tuttuğum oluyordu. Gün boyu durmadan çalışıyor, ezan okununca, çimento torbasını seccade yapıp namazını kılıyordu. Boyalı gazetelerin en iyisini izlediği belliydi. Unutamadığı kitaplar, sevdiği yazarlar vardı. Aziz Nesin’i üslubuna kadar tanıyordu. İmanı ona uymasa da, Nesin’in dolambaçsız konuşmasına hayrandı. G önlemez bu örtünmeler... Çünkü önlüyor olsaydı, dünyada taciz vakaları sıralamasında birinciliği, kadınların burka ile dolaştığı Afganistan almaz; ikincilik de, kadınların yüzde sekseninin örtündüğü Mısır’ın olmazdı... Şu da bir gerçek ki, kadını kapatan erkekler, bir yandan da kendi cinslerine hakaret etmektedir. Sokakta karşılaştığı kadının boynunu ya da saçını gören erkek, o kadar mı ilkel ki, heyecanlanıp kendine hâkim olamıyor ve kadını taciz ediyor? Günlerce dağda aç kalmış birinin bulduğu ilk yiyeceğe saldırması gibi, o da saçı açık bir kadın görünce üzerine mi atlayacak? *** Şimdi bu satırları okuyup, “İnsanlar inançları nedeniyle tesettüre giriyor,” diyecek olanlara da şunu sormak gerekir: Kuran, kadının çarşafa girip türban takmasını zorunlu mu kılıyor? Konunun uzmanları, Kuran’da türban olmadığını sürekli anlatıyor. Türban uygulaması, İran’dan ülkemize ithal edilmiş, din sömürücülerinin istismarıyla da bugünkü noktaya taşınmıştır. İran’da sadece birkaç yıl içinde tamamlanan bir süreç sonunda, tüm kadınlar ‘hicab’a sokuldu. Şimdi Türkiye’de de güçlenen takıyyeci İslamın etkisiyle, tesettüre giren kadın sayısı giderek artıyor. Hadi diyelim ki, bu artışa katkıda bulunanların bir kısmı, egemen siyasi görüşle yakınlaşıp onun nimetlerinden yararlanmak isteyenler olsun. Bir bölümü de, gerici zihniyetin çarpıtmalarına kananlar olsun. Ö Mısır. Ama bunların içinde bazıları var ki, onlar da örtünerek tacizden korunabileceklerine inandırılıyor. İşte onlara Mısır ve Afganistan örneğini vermek gerekiyor. Kadını ne burka ne peçe ne de türban korur... Aksine örtünme, onu aciz, saklanmaya muhtaç, ikinci sınıf insan konumuna düşürür... Çare, eğitim düzeyinin yükseltilmesi, bağnazlığın kökünün kurutulması ve kadının toplumun özgür ve eşit bir bireyi olarak kendi bedeni ile aklı üzerinde kendisinin egemenliğinin sağlanmasıdır. Bu yapılmadığı sürece ülke ilerleyemez... Yazıyı, Atatürk‘ün 1925’te sorduğu soruyla bitirelim: “Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere çıkabilsin?” www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Terazisi bozuk solcular! Enver Aysever S ol grupların birbirinden ayrı dil kullandıklarını, sol diye artık farklı şeyler anladıklarını endişeyle izliyorum. Üç ayrı sol ekip olduğunu görüyoruz; Ulusalcılar: Bunlar tek kutuplu dünyanın dağılmasından sonra, milliyetçilerle işbirliği yaparak, kimi zaman muhafazakârlarla ilişkiye geçen, sermayenin saldırgan tutumuna karşı, içe kapanan ve bu yüzden enternasyonalistsolla bağını koparan kişilerden oluşuyor. Yumuşak karnı, yeni işçi sınıfını yorumlayamaması, değişen küresel iktisadi iklime, bu yönde yanıtlar üretememesi. Dahası, milliyetçi söylemlerle, istemeden de olsa çatışmacı bir dil kullanıyor olması. Liberal solcular: Buradakiler, değişen düşünsel iklimde, yeni bir okuma yapmaya çabalayarak; özgürlükler üzerinden bir dil geliştirmeye çalışıyorlar. Ancak burada bir sorun çıkıyor karşılarına ve solun temel kuramsal zeminini unutup, sınıfsal çözümlemeleri ihmal ediyorlar. ABD ve AB eksenli, sermayeyi merkeze alan bir anlayışla, bir arada bulunması olanaksız ekiplerle işbirliğine girişiyorlar. İslamcılarla, sağcılarla rahatlıkla ortak olabiliyorlar. Özgürlükçü gibi durmalarına karşın; baskıcı ve düşünırkçısı bir dilleri var. Koydukları ölçütlerden eminler; onları eleştirenleri, farklı yollar önerenleri bağnazlık ve faşistlikle suçluyorlar. Kendi dışlarında demokrat, özgürlükçü kimse olmadığına inanıyorlar. Beteri: liberalizmin, kâr düşkünü, düşük ahlaklı kimi küresel oyuncularıyla kol kola giriyorlar. (Soros tipik örnek kuşkusuz.) Marksist enternasyonalist solcular: Bu ekip, solun temel kuramsal zeminine sadakatle bağlı yol almaya çabalıyor. Ancak iki kutuplu dünyanın değişen dengeleri karşısında tavır alışlar da sıkıntı yaşıyor. Türkiye gerçeğinde M. Kemal konusunda, Ergenekon davasında, karşılıklı gelişen ve keskinleşen milliyetçilik meselesinde nasıl davranacağına bir türlü karar veremiyor. İmdi: Anadolu’yu yurt edinmiş bir solcunun, tam da bu zihinsel karmaşa üzerinden yolunu bulması üzerine birkaç söz etmek gerekir. Nasıl her ‘biz solcular’ diye söze başlayan, solcu olmuyorsa; iman ederek, düşünsel ve toplumsal değişimlere kayıtsız kalanlar da solculuğu tekellerine alamazlar. Her coğrafyanın kendi iklimi, zamanla bir öğretiye dönüşür, dönüşmek zorunda kalır. Aksi halde, zihinsel bir sömürge halini alırsınız ki, bundan öte gericilik olmaz. Bu ülke yıllar yılı İslamcı bir söylemle uyutulmuş, ezan, namaz, şükretme döngüsünde ABD’ye, NATO’ya eklemlenmiştir. Bu düzene karşı yurdu korumak, sömürgeci anlayışı çıplaklığıyla ortaya dökmek zorunludur. Dahası bu ülkenin milliyetçi köklerinin nasıl da Amerikancı olduğu bilgisiyle, belgeyle ortaya dökmek gerekir. Buna herkesin uzlaşacağı biçimde YURTSEVERLİK demek birleştiricidir. Bu duruş kontrgerilla, derin devlet, devlet cinayetleri, Ergenekon gibi konularda rahat tavır almayı sağlar. İpleri bir yere vermediğiniz gibi, saydamlaşan bir yaklaşımla özgürlükçü de olursunuz. Ordunun ABD’den kopmayacağını bilerek; başımıza gelen tüm darbe felaketlerinin ABD işbirliğiyle yapıldığını, her defasında anımsayarak, bir düşünsel öğreti oluşmalıdır. Darbenin iyisi, kötüsü yoktur! Kürt sorununda “mazlum milliyetçilik” kavramı bir diğer sorundur. Eğer siz; Marsizm adına, (Düşüncelerine büyük ölçüde katıldığım Sungur Savran’da da görüldüğü gibi) ‘baskın olan milliyetçiliğe karşıyım (devletin Türklük kavramı gibi) mazlumun milliyetçiliğini anlarım. (DTP ve ayrılıkçı tüm hareketler gibi)’ derseniz; yine büyük bir açmaz yaratırsınız. Sorunu özgürlük, paylaşım, emekten yana olmak bağlamında ortaya koymak gerekir. Bir diğer sorun, tüm bu ekiplerin Mustafa Kemal’e bakışında yatmaktadır. Bu coğrafyanın bir gerçeğini doğru tanımlamamak, büyük eksikliktir. M. Kemal modern, pozitivist, aydınlanmacıdır. Ulus devlet inşa sürecinde, aldığı eğitim ve asker duruşu, bu yönde bir devlet kurmak için çabalamasını, başarmasını sağlamıştır. M. Kemal deyince başkasının aklına ne gelir bilmem ama ben bilimsel bilgiyi, batılı bir demokratik sürecin ilk adımlarını, bir kültür devrimcisini anlarım. Sıkıntılı, baskıcı yönetimlerin; keskin bir İslam coğrafyasının laik, aydınlık yüzünü görürüm M. Kemal’de. Burada, marjinalleşen bir M.Kemal saldırısının (belki popülerleşen demeliydim) solculuk namusuna yakışmadığını düşünüyorum. M. Kemal’den bağnaz, yerel bir milliyetçi yaratamazsınız. Belki bir sosyalist de yaratılamaz ama dik duran, yurdunu savunmuş bir özgürlükçüden söz edebiliriz. Nasıl mı? Deniz ve arkadaşlarının savunması doğru bir ölçüttür. Mahkemede, savunma sırası Deniz’e gelince, sözü Lozan’a getirir. Lozan’ın ABD’de yarattığı travmadan söz açar ve ancak anlaşmanın ABD senatosuna bir yıl gecikmeyle gelebildiğini, 18 Ocak 1927 tarihinde ABD’li senatör Upshow’un senatodaki konuşmasını aktarır: “Anlaşma, Timurlenk kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatası piramidi üzerine oturan Cengizhan kadar kepaze olan bir diktatörün, zekice yürüttüğü bir politikanın toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir manevrayla, antlaşmayı kabul ettirebilmiştir… adı geçen kişi emperyalizme karşı kurtuluş savaşını yürüten ve bunun öncülüğünü yapan Mustafa Kemal idi.’ Sorun ortadadır, solcular karar vermelidir! Amerikalı senatörün yanında mı duracaklar, M. Kemal’in mi? www.enveraysever.com Söz gizlemeyen bir yapısı vardı; durmadan ailesine getiriyordu sözü. Eşini, kızlarını yakından tanır gibi olmuştum. Kızları Merve’yle Büşra’nın adını anarken, gözünden sevgi yalımları geçiyordu. Merve on beşinde, Büşra on üçündeydi. Demek, büyüğü liseye, küçüğü ortaya başlayacak yaştaydı. Onların öğrenci hallerini getirdim gözümün önüne, “Okullarında başarılı olmalılar kızlar,” dedim. “İlki bitirdiler. Kız kısmına bu kadarı yeter!” derken yüzü birden karıştı. O anda boş odada soğuk bir esinti dolaştı. Onun yüzü gibi, benim de beynim karıştı. ‘Bir insan böylesine becerikli, zeki, ağzı laf yapar olsun, çocuklarını okutmasın...’ diye söylendim içimden. Zeki olduğunca da duyarlıklıydı. İçimden geçenleri yüzümden anlamıştı. Lavaboya gitti, ellerini yıkayıp döndü. Arka cebinden cüzdanını çıkardı. “Siz benim babam sayılırsınız,” dedi, cüzdanının şeffaf bölmesine yerleştirdiği fotoğrafı gösterdi. Bir başta kendisi, öbür başta eşi, tesettüre bürünmüş üç kadın yüzü... Çekim sırasında gözünü kameradan kaçıran annenin yüzü donuk. Büyük kız gülüşünü dudaklarında kilitlemiş, küçük, tesettürlüyken gülmemeyi öğrenmemiş daha. “Allah bağışlasın, eşinle birbirinize çok yakışmışsınız,”dedim, “kızların da birer ay parçası...”. Anadolu insanı öyledir; güzellik sözünü duydu mu yüzü kızarır. Cüzdanını cebine koydu. “Keşke okutsaydın kızlarını...” dedim. Yüzü vurgun yemişe döndü. Sertçe, “Nasıl okuturum, hocam! İşte gazete, al oku; okuldan çıkıp soluğu randevu evinde alan kızlar varmış...” “Her toplumda öylelerine rastlanır; niye bilim kadınlarını, çocuklarını gül gibi yetiştirenleri görmüyorsun,” dedim. “Kadın sokağa çıktı mı, nereye gider, ne bileceksin!” dedi, işine eğildi. ‘El yalnızca seramik dizmede kafanın uzantısı oluyorsa, değişen bir şey olmuyor,’ diye geçirdim içimden, kendimi dışarı attım. [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle