Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
31 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1171 5 MUHABİR elevizyon dizileri ve sinema filmlerinde görmeye alışık olduğumuz Memet Ali Alabora’nın uzun süren sessizliğinin nedenini merak eden varsa hiç kaygılanmasın, Garajistanbul’un önümüzdeki sezonu için harıl harıl çalışıyor. Kendini sanat merkezine adamış görünüyor. Bu sezonun açılış projesi Kozmopolis. Bir de sanatçının hayatından esinlenerek hazırlanan ‘Muhabir’ oyunu var. Merak ettiklerimizi sorduk, Memet Ali Alabora yanıtladı. Sizi uzun zamandır televizyonda göremiyoruz, neler yapıyorsunuz? Bütün vaktimi Garajistanbul’da geçiriyorum. Garajistanbul, sivil toplum ve kültürel dönüşüm projesi, biz de iş üretmeye ve bunları görünür kılınmaya çalışıyoruz. Ayrıca uluslararası ilişkilerimizi genişleterek Türkiye’deki çağdaş sanatın daha çok görünür olması, dünyadaki çağdaş sanatın Türkiye’de izlenebilmesi, Anadolu’daki birikimin de Avrupa’ya gidebilmesi için çaba sarf ediyoruz. “Muhabir” nasıl bir oyun, neyi ya da kimi anlatıyor? Oyunun çıkış noktası Türkiye’nin 1995 – 1997 arası ilginç bir dönemi. Bir taraftan Güneydoğu’daki çatışmaların yoğun bir şekilde devam ettiği, diğer yandan mafyanın tasfiye edildiği, belki de kabuk değiştirdiği ve yansımalarını bugün gördüğümüz bir dönemdi. İslami hareket değişmiş ve bir dönüşüm içine girmişti. Bu, sadece benim değil, Türkiye için de önemli bir zaman dilimiydi. Muhabirlik yıllarımdan kalma unutamadığım birçok anı ve duygu da var tabii. Oyun için bunların hepsini tekrar yaşıyor ve çıkarımlar yapıyorum. Bu zaman diliminin hangi olayları sahneye yansıyacak? Şu an oyun hazırlanma aşamasında, o yıllara dair nelere değinebiliriz, nelere vurgu yapabiliriz bunun zihinsel taramasını yapıyoruz. Tek başıma oynayacağım, kendi hikâyemi anlatacağım. Oyunu da siz mi hazırlıyorsunuz? Övül ve Mustafa Avkıran’la birlikte çalışıyoruz. Siz nasıl bir muhabirdiniz, nerelerde çalıştınız? Hayatımda, liseyle üniversite arasında altı aylık boş bir dönemim oldu. Evde boş boş oturmak istemedim. Savaş Ay’ın daha önce söylediği “Bizim ekipte senin gibi gençler var” sözlerini hatırladım ve A Takımı’nı aradım. Bana iki seçenek sundular “muhabir asistanı mı sahneye çıkıyor! T olmak istersin, kamera asistanı mı?” dediler. Ben de muhabir asistanlığını tercih ettim ve başladım. 6 ay sonunda konservatuvar sınavını kazandım ama geri kalan iki yıl boyunca ne ben A Takımı’nı ne de A Takımı beni bırakabildi. Okulla birlikte bir süre muhabirliği devam ettirdim. Daha sonra yol ayrımı yapma ihtiyacı hissettim ve oyunculuğu tercih ettim. Gazetecilikten neler öğrendiniz, daha doğrusu meslek size neler öğretti? Gazetecelik demektense “A Takımı’nda geçirdiğim yıllar” demeyi tercih ederim. Öncelikle sorumluluk almayı öğrendiğimi söyleyebilirim. Çok küçüktüm ama çoğu zaman sorumluluk sadece bende olacak şekilde haber yapmaya gidiyor ya da tek muhabir olarak bir kameramanla nöbete kalıyordum. Birçok gerçek olaya hayatın başlangıcında göz tanıklığı ettim, 20 yaşına gelmeden birçok şeyi deneyimleme imkânım oldu. O yaşıma göre çok yer gezdim, İstanbul’un sokaklarını çok iyi öğrendim. Muhabirlik oyunculuğunuzu ne kadar besledi? Oyunculukta da ilgilendiğim sokakta olmak ve bir şeyleri sokakta aramak fikri muhabirlik yıllarımdan çok beslendi. Bugüne kadar oynadığınız filmlerde sanatsal ya da ticari film gibi bir ayrım yapmadınız. “Kayıkçı”da da oynadınız, “Maskeli Beşler”de de… Ben politik biriyim diye yaptığım her işin politik olması gerekmiyor. Daha doğrusu böyle düşünüyordum, ama şimdi nasıl düşünüyorum ben de bilmiyorum. Bugüne kadar yaptığım hiçbir işten pişman değilim, çoğunun içinde keyif alarak çalıştım. Sizi küreselleşme ve savaş karşıtı gösterilerde görüyoruz. Yakın tarihte planladığınız eylem var mı? Küresel BAK’ın imzacılarından biriyim. 1 Eylül’de Beşiktaş iskelesinde bir toplantı, 27 Eylül’de de Filistin’e özgürlük için bir basın açıklaması olacak. Birçok kez babanızla aynı saflarda slogan atarken gördük sizi. Baba oğul aynı eylemde yer almak nasıl bir duygu? Yan yana mücadele ediyor olmak çok güzel tabii. Bazı eylemlere annem de katılıyor. Biz birçok konuda tartışsak ve aynı fikirde olmasak da aynı eylemin içinde var olmak güç verici bir şey. G Az bulunur bir kimlik Memet Ali Alabora. Film ve dizilerde oynuyor, Garajistanbul’un projelerine imza atıyor, meydanlara çıkıp, savaşları ve küreselleşmeyi kıyasıya eleştiriyor… Elbette zaman zaman öncelikleri değişiyor, yok oluyor… Şimdi de onu “Muhabir” oyununda, bir muhabir olarak izleyeceğiz… Müge Serçek G araj i s tan b u l’ d a ye n i s e zon Şubatta Rotterdam’da prömiyeri yapacağımız “Muhabir” oyunuyla uğraşıyoruz. Dans etkinlikleri ve tiyatro oyunları geçen seneki gibi devam edecek, edebiyat okumaları gerçekleştirilecek. Bu arada istisnalar kaideyi bozmayacak! Yani arada sırada bu programı bozacak, yurtdışından gelen gruplara yer vereceğiz. Garajistanbul’un yine kendi oyunları olacak, 10+, çıplak ayaklar kumpanyası ve daha adını sayamadığım birçok etkinlik olacak. Ayrıca 10’a yakın uluslararası dans ve tiyatro projesine ev sahipliği yapılacak. İlki de 20 – 21 Eylül’de Kosmopolis etkinliğinin çerçevesinde gerçekleştirilecek. “Kent Duyusu” adlı atında, beş duyumuza hitap eden bir projeye başlıyoruz. İzleyiciler hem dokunacak, hem tadacak, hem koklayacak, hem duyacak, hem izleyecekler. Bu, kentlerde beş duyumuzu nasıl kullandığımızı, nasıl manipüle edildiğini, kameraların bizi nasıl izlediğini anlatan bir oyun. Herkesin rahatça “garajistanbulluyum” diyebileceği bir ortam yaratmaya çalışıyoruz. Kendi hikâyelerimizi anlatabilmenin peşindeyiz, kültürel aktörler olmaya, sanatı gündelik hayatın içine sokmaya çalışıyoruz ve Anadolu ile Avrupa arasında ayağı yere sağlam basan bir merkez olmak istiyoruz. İlerleyen zamanlarda akademik eğitim vermeye yönelik çalışmalarda bulunacağız. G Fotoğraf: Uğur Demir Fotoğraf: Uğur Demir Vicdanlı karaborsacı Deniz Yavaşoğulları ayanç Ayaydın, İngiliz yönetmen Ben Hopkins’in Türkiye’de çektiği, Genco Erkal’ın da rol aldığı “PazarBir Ticaret Masalı” filminde Mihram rolünü canlandırıyor. Bu rolle 61. Locarno Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Ayaydın’ı Aliye ve Sıla gibi televizyon dizilerinden de tanıyoruz. Ayaydın’ın “PazarBir Ticaret Masalı” filminde canlandırdığı Mihram karakteri ise, karaborsayla uğraşan küçük bir tüccar, diğer yandan da vicdanlı, iyi bir aile babası. Film de Mihram üzerinden gidiyor. Tayanç Ayadın’la rolünü, filmi ve olayların gelişimini konuştuk... Ben Hopkins’le yollarınız nasıl kesişti? Konservatuardan arkadaşım Sinan Tuzcu, Hopkins’le İngiltere’de tanışmış, Hopkins de Türkiye’de bir film çekmek isteyince ondan yardım almış. Sinan beni aradı, biraz sıkıntılı bir dönemimdi, önce pek aklıma yatmadı sonra “yönetmen kalkmış İngiltere’den gelmiş, sen de şuradan şuraya gidemiyorsun” dedim kendime ve gittim. Soğuk bir adamla karşılaşmayı bekliyordum ama tam tersine, Hopkins çok güler yüzlü ve yumuşak bir adam... Çekim sırasında değişti mi bu durum? Değişmedi. Genelde yönetmenler ya disipli olur, ya yumuşak, ama Hopkins iki özelliğe de sahip. Seçmelere giderken senaryo veya filmle Pazar Bir Ticaret Masalı ilgili bir şey biliyor muydunuz? Hiçbirşey bilmiyordum! Gittim, bana metinden birkaç parça verdiler onları çalıştım. Sonra “Mihram” olacağımı öğrendim. Senaryoyu okuyunca ne düşündünüz, başrole seçilmek sizi ürküttü mü? Ürküttü... Üstelik Mihram’ın olmadığı bir sahne bile yoktu! Bu büyük bir sorumluluktu. Ancak çekimler başlayınca rahatladım, bütün konsantrasyonumu ona verdim. T Seçmeler 2004’te olmuş, çekimler 2007’de başlamış. Bu süreçte, Ben Hopkins senaryo üzerinde çalışmanızı yasaklamış. Bunun gerekçesi neydi? Şöyle düşündü, Ben çalışacağım ve bu süre içinde bir karakter yaratacağım, sonrasında o da yönetmen olarak bu karakterin üzerine bir şey koyamayacak. Çok haklıydı, ama insan metni okuyunca kendini tutamıyor, çalışıyor... Ben de az da olsa çalıştım. Çalıştım derken? Mesela yürürken, “bu adam nasıl yürür” diye düşündüm veya “bu adam nasıl sigara içer” gibi sorular sordum. Ancak daha sonra filmi çekmeyecekmişiz gibi düşünerek, senaryoyu bir kenara koydum. Mihram nasıl bir karakter, bir de sizden dinlesek... Karaborsayla uğraşan bir tüccar. Hayatın biraz karanlık tarafında... Aynı zamanda da iyi bir aile babası. Ben Hopkins’le konuşurken hep şunu söyledik; “Eğer seyirci ilk on dakikada Mihram’ı severse, filmi de sever”. Bu yüzden Mihram’a hep nereden sevdirebiliriz diye baktık, çok yön bulduk. Gizemli bir tarafı da var. Onun ne yapacağını kestiremiyorsunuz, hep bir “B” planına sahip. Biraz poker suratlı bir adam... Amacına giden her yol mübah onun için, ama diğer yandan da çok vicdanlı... Senaryo’ya katkınız oldu mu? Hopkins, Genco Erkal ve ben birkaç kez metin üzerinde çalıştık. Genco Erkal’la birlikte birçok önerimiz Tayanç Ayaydın 61. Locarno Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Ödülü, “PazarBir Ticaret Masalı” filmindeki Mihram rolüyle alan Ayaydın, bu rolde kapitalist sistemle vicdanı arasında sıkışan bir karaborsacıyı canlandırıyor. oldu, Hopkins de hem metnin içine çok girdiğimiz, hem de çok içeriden olduğumuz için önerilerimizi kabul etti. Filmi ilk izlediğinizde nasıl hissettiniz? Filmi, ilk kez Locarno’da izledim... Çok heyecanlıydım, hem çok beklediğim, hem de iki bin beş yüz seyirciyle birlikte izlediğim için... Her ne kadar “kendimi çok beğendim” diyemesem de filmi çok beğendim. Locarno’daki seyirci nasıl buldu bu filmi? Aslında filmde anadili Türkçe olan birinin bile kaçırabileceği birçok ayrıntı var. Festivalde İtalyanca ve İngilizce altyazıyla yayımlanmasına rağmen seyirciler oradaki yaşayışla, kapitalist düzenle, insanların çözüm yöntemleriyle ilgili çok doğru sorular yönelttiler. Böylece filmi doğru algıladıklarını anladık. Hiç kötü eleştiri almadık. Peki ama, ödül aldığınızı dönüş yolunda öğrenmişsiniz, niye bu kadar umutsuzdunuz? Aslında değildim, içimde bir ödül alacağımıza dair bir his vardı. “Film seyirciyle çok iyi buluştu, mutlaka jüriyle de buluşacaktır” dedim hep. Jüri gideceğimiz gün kararı akşam 10’da verecekti, bizim uçağımız ise beşteydi, bir ses çıkmayınca “dönelim” dedik, yola koyulduk.O sırada Genco Erkal’a telefon geldi. Sınırı geçmiş, Milano’ya gelmiştik, şöföre “bizi geri götürmeniz gerekiyor sanırım” dedim, “ödül mü kazandınız” dedi “evet” dedim, o da tebrik etti. Sonra arabayı sağa çekmesi için rica ettim. Acaip yağmur yağıyordu, indik bir sigara yaktık, ki Genco Erkal sigara içmez, ama o heyecanla “haydi bana da ver bir tane” dedi. O yağmurun altında sigaralarımızı içtik, sonra da yola devam ettik... Ödülden sonra sinemaya kayma fikri oluştu mu? Sinema benim için hep önemli bir yerde duruyor, serüvenin devam etmesini gönülden istiyorum, tabii bunu süreç gösterecek... G C M Y B C MY B