17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 31 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1171 Fındık, umut ve yoksulluk Aralarında çocuk da var yaşlı da, kadın da var erkek de. Her yıl olduğu gibi bu yaz da binlerce doğulu, yaşayacakları sıkıntıları bile bile fındık hasadında çalışmak için Karadeniz'e gitti. Bu yıl mevsimlik işçileri yeni bir sorun daha bekliyordu; yerel halkın dışlayıcı tavırları. Kimileri, onlardan bir bardak suyu bile esirgiyor... Yazı ve Fotoğraflar: Mahmut Hamsici O rdu’nun köy yolları onlarca kişiyi ayakta taşıyan kamyonlara ev sahipliği yapıyor. Sabah erken saatlerde yollara çıkan, hava kararmaya yakın dönüş yollarına giren kamyonlar Doğu’dan gelen erkek, kadın, genç, yaşlı, çocuk mevsimlik işçileri taşıyor. Her yıl biraz vicdanı olan herkesi rahatsız eden Doğulu mevsimlik işçilerin dramı bu yıl Ordu’da çok daha acı biçimde yaşanıyor. Valiliğin Kürt işçileri şehir merkezine sokmaması ve daha önce kalma yeri olarak gösterilen Melet Çayı kenarında kalmalarını yasaklaması nedeniyle binlerce işçi kentin farklı ilçe ve köylerinde insanlık dışı koşullarda konaklıyor. İşçilerin yaşamlarını kendilerinden dinlemek için sabah erken saatlerde Perşembe’nin içeri kısımlarda kalan Saray’a doğru yol alıyoruz. İşçilerin kaldıkları alanlardan birini bulup içeri yöneliyoruz. Birkaç derme çatma büyük çadırın bulunduğu toprak alanda ayakları çıplak, büyük bir çocuk grubuyla karşılaşıyoruz. Büyükler çalışmaya gitmiş, aşçı kadınlarsa ilerideki çeşmeden su almaya… Çocuklar her soruya beraber cevap veriyor. “Adın ne?” diye sorduğunuzda büyük bir gürültü kopuyor: “Adım Dilan”, “Benim adım Nazlı”, “Benimki Ahmet”, “Ben Yakup”, “Benim adım Maviş”… Mukaddes’in eli şişmiş, gösteriyor. “Ne oldu” sorusuna “Arı soktu, çok acıdı” diye cevap veriyor. Onun ardından tüm çocuklar başlıyor vücutlarının nerelerinden sokulduklarını ve nerelerinin yara bere içinde olduğunu göstermeye. Davetsiz misafirleri rahat etsin diye ille çadırın altına, gölgeye oturtuyor, su ikram ediyorlar. Sohbet sürerken aşçı kadınlar geliyor ellerinde su dolu bidonlarla. İşçilerin çok yüksekte bir tepeye gittiklerini ve akşam döneceklerini söylüyorlar. Akşam görüşmek üzere ayrılıyoruz. Akşam çocuklar yine bağırarak karşılıyor bizi. Bir süre sonra bir kamyon dolusu işçi geliyor. İçlerinde çok dik ve dikenli alanlarda “fındık toplamaya yarayan” 10 yaşındaki çocuklar da var, 60 yaş üstü erkek ve kadınlar da… Tanışıyoruz, ortaya serilen halının üzerine oturuyoruz ardından da onların yaşananlardan ne kadar korktuklarını yüzümüze vuran cümleleriyle karşılaşıyoruz: “Konuşamayız. Konuşursak jandarma falan gelir…” Haberler sayesinde onların sorunlarının daha görünür olacağını, isterlerse yakından fotoğraflarını çekmeyebileceğimizi, isimlerini yazmayabileceğimizi söylüyoruz ama nafile… Saygı gösteriyoruz kararlarına ve o saatten sonra pek fazla aracın geçmediği köy yolunda yürümeye koyuluyoruz… Yarım saat sonra üzerinden geçtiğimiz köprünün altından akan derede yıkanan başka bir işçi grubuyla karşılaşıyoruz. Görüşmeyi kabul ediyor ve bizi çadırlarına götürüyorlar. Yaşamlarını, 22 yaşında Urfa’dan gelen Fadıl İşbitiren anlatıyor. Fadıllar toplam üç aile, Urfa’dan tutukları, 15 kişilik minibüse 25 kişi binip 15 saat yolculuk yaparak gelmişler Ordu’ya. “Sırf Doğulu olduğumuz için az ücrete çalışıyoruz” diye yakınıyor Fadıl. İnsan Hakları Derneği’nin de bölgedeki mevsimlik işçilerin çalışma koşullarıyla ilgili raporunda vurguladığı gibi “Yerli halk günlük 3035, biz 2025 milyon yevmiyeye çalışıyoruz” diyor. Elektriğin, suyun, tuvaletin olmadığını, tuvalet ihtiyaçlarını ağaçlıklar arasında, yıkanma ihtiyaçlarını ise derede giderdiklerini, yağmur yağdığında çamur içinde kaldıklarını söylüyor. Her gün ayakta durması bile zor dik tepelerde, birkaç kişiyi kene ve arı ısırdığını, çocuklarının çeşitli hastalıklara yakalandığını ekliyor. O anlatırken ailenin Türkçe bilmeyen yaşlıları da katılıyor muhabbete. “Ne diyorlar?” diye soruyoruz, Fadıl çeviriyor: “Bu zorluklar yetmiyormuş gibi bölge insanı bizi hor görüyor, en kötüsü de o diyorlar”. Karanlık çöküyor… Akşam yemeğinde bulgur pilavı, elde açılmış hamur, Irak’tan gelme çay var. Bizi bırakmıyorlar, yemeklerine eşlik ediyoruz. Kimilerinin Adana’ya pamuğa, Yozgat’a şeker pancarına gideceklerini söylüyor Fadıl. Vedalaşırken son söyledikleri ise kendi topraklarında çalışmayı ne kadar özlediklerini ortaya koyuyor: “Allah aşkına şunu da yazın. Urfa’ya su getirsinler. Getirsinler ki oralarda çalışabilelim…” G İ n s a nc a yaşam her kesin hakkı İnsan Hakları Derneği, Ordu, Giresun ve Sakarya’da mevsimlik işçilerin sorunlarıyla ilgili bir araştırma yaptı. İşte bazı tespitler: Mevsimlik fındık işçilerinin sayı olarak tespiti çok zor ve yerel yöneticileri de bu konuda pek bilgi sahibi değil. 68 bin işçinin olduğu düşünülüyor. Fndık işçileri, geçmişte karşılaşmadıkları bir önyargıyla karşılaştıklarını, köylerin kendilerine su vermediğini, camide cep telefonunu şarja koymak istediklerinde izin alamadıklarını, ortak yaşam alanlarına sık olmasa da gittiklerinde bakışlardan çok rahatsız olduklarını söylüyorlar. Fındık işçisi ve pamuk, gübreleme, nohut, çapa gibi işlerde çalışmaya çalışan işçilerin, trajedisi daha çalışacağı yere giderken başlıyor. Üstü açık kamyon, kamyonet kasalarında, tren ya da kapasitelerinin çok üstünde bindirilmiş minibüslerde kazalar yaşanıyor. Belediyeler fındık işçilerinin yaşadığı yere hizmet vermiyor, içme suyu ve tuvalet, kaldıkları yerlerin temizliği gibi konularda yardımcı olma görevini yerine getirmiyor. Gerek fındık işçileri, gerekse de diğer mevsimlik işçiler, Ekim sonuna kadar değişik illerde çalıştıkları için birçok çocuk bir okula kayıtlı olduğu halde eğitimden mahrum kalıyor. Kadınların, tarlalarda çalışma dışında, yaşadıkları çadırlardaki yemek, temizlik, çocuk bakımı gibi sorumlulukları nedeniyle daha çok mağdur oldukları gözlemleniyor. G Fındık işçileri çalışmaya gittiklerinde çocukları vakitlerini bir arada geçiriyor. ‘Düşünen hayvanın’ diğer hayvanlara yaptığı Deniz Yavaşoğulları ıl 2008, Orta Amerika Bienali’nde tuhaf, alışılmadık vahşet dolu bir sanat performansı sergileniyor. Performans, aç bırakılan bir sokak köpeği üzerinden gelişiyor, ta ki zavallı hayvan ölünceye kadar da sürüyor. Costa Ricalı sanatçı Guillermo Habacuc Vargas’ın bu korkunç “sanat çalışması”tüm dünyadaki hayvan hakları derneklerini, hayvanseverleri ya da yaşama hakkına inananları ayağa kaldırmış, protestolara sebep olmuştu. Bir canlıyı sanat uğruna işkenceyle öldürmeyi olağan bulan bu mantık kınanmış, olay Türkiye’deki gazetelerde de bolca yer almıştı. Şimdi bir benzeri de yakınımızda, Malatya’da gerçekleşti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da destek verdiği “Saddam’ın Askerleri Kara Güneş” filminin setinde bir at işkenceyle katledildi. En acı noktası da yine, bunun bir film setinde “sanat uğruna” gerçekleşmesiydi... Bu yıl Türkiye’de o kadar çok hayvan işkenceye maruz kaldı, o kadar çok hayvan öldürüldü ki... Birçoğu da devletin izniyle… Hatta direkt olarak devlet adamları tarafından öldürüleni bile oldu; AKP’li milletvekili İbrahim Söker bir yılanı yere vura vura öldürdü. Guillermo Habacuc Vargas, Orta Amerika Bienali’nde duvara bağladığı sokak köpeğinin açlık ve susuzluktan ölme sürecini sanat adına sergilemiş, tüm dünyayı ayağa kaldırmıştı. Şimdi bir benzeri de yakınımızda Malatya’da gerçekleşti, bir at bir film setinde işkenceyle öldürüldü. İstanbul’da ise köpek itlafları sürüyor, çünkü şehir 2010 yılında Avrupa kültür başkenti olacak! Y Peta’nın Berlin’deki Türk konsolosluğu önünde yaptığı eylem. Beykoz barınağının, bir soykırım kampına dönüştüğü açık ve net ortada. Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül ise çıkıp “Hayvan barınağımızın kapasitesi 3 kat arttırılarak 1000’e yükseltildi. Beykoz Belediyesi hayvan barınağı şu anda Türkiye’nin tüm il ve ilçelerinde örnek gösterilmekte, sivil toplum kuruluşları tarafından övgüyle söz edilmektedir.”diyebildi! Sadece İstanbul’da değil, Antalya’da, Ankara’da, Balıkesir’de, Bafra’da, Bartın’da, Didim’de, Kars’ta, Antalya’da ve daha pek çok yerde on binlerce köpek zehirlenerek veya silahla vurularak öldürüldü. Sadece Antalya’da öldürülen köpek sayısı beş bin beş yüz... DAVA ÜSTÜNE DAVA AÇILDI, AMA... Çevre ve Orman Bakanlığı, Artvin, Kastamonu, Karabük illerinde yerli ve yabancı avcıların gerek ulusal mevzuata gerekse Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu halde bozayı avına izin verdi. Diğer yandan Cemal Gülas’ın ormanlık bölgede beslediği, Datvi adındaki ayı yine devlet tarafından koruma amacıyla doğaya salınmak (!) üzere yuvasından koparıldı, Gülas’ın elinden alındı. Bu yıl hayvan hakları adına hayvanseverler dava üstüne dava açtı. Davaların kimisi uzadıkça uzadı, kimi sonuçlandı, fakat cezaları da iç burktu. Yetersiz olan 5199 sayılı hayvan koruma kanunu başta Beykoz, Kartal ve Sarıyer belediyeleri tarafından olmak üzere en çok da İstanbul’da hiçe sayıldı ve sayılıyor, çünkü İstanbul 2010 yılında Avrupa’nın kültür başkenti olacak ve baştakilere göre, bunun için İstanbul sokaklarında çöpe, çamura ve pisliğe yer var ama köpeklere yok. Ne acı ki sokak köpekleri bir zamanlar, Osmanlı döneminde İstanbul kültürünü tanıtan kartpostalların vazgeçilmez öğeleriydiler, yani İstanbul’un kimliğinin bir parçasıydılar şimdiyse İstanbul’u daha Belediyelerin ormana attıkları köpekleri hayvanseverler besliyor. “kültürel” bir hale getirmek adına yok ediliyorlar. Üstelik belediyeler, yasak olan bu işlemi son haftalarda uluorta yapmakta sakınca görmüyor. Hayvan koruma kanununun çıkmasının ardından, kanunun gerektirdiği “kısırlaştıraşılatyaşat” yöntemi yerine, dolaylı bir itlaf tarzı olan “topla ormana at” taktiği uygulanmaya başlanmış, yüzlerce köpek ormanlık bölgelerin otoban kenarlarına bırakılmıştı. Bu uygulamanın bir benzeri 1865 Eylül’ünde Sultan Abdülaziz devrinde yaşanmış, köpekler padişahın emri üzerine toplanıp Hayırsız Ada’ya atılmıştı. Ancak katliamla eş dönemde İstanbul’da tarihinin en büyük yangınlarından biri çıkınca ve halk “Köpekler olsaydı önceden haber verirlerdi. Köpekleri topladınız, Allah da cezanızı verdi!” diye söylenince köpekler tekrar kayıklara doldurulup geri getirilmiş. 2008’de kimse köpekleri aç kaldıkları ormanlardan şehre geri getirmedi. Hayvanseverler her ne kadar bunun büyük bir işkence olduğunu, kuduz salgınına sebep olabileceğini söyleseler, belediyelere yapmamaları için adeta yalvarsalar da bu olmadı, zaten hiçbir belediye kanuna aykırı ormana bırakma işlemini yaptığını da kabul etmedi. Hayvanseverler her ne kadar haftada birkaç kez ormanlara köpek beslemeye gitseler de yetmedi. Köpeklerin çoğu öldü. Sebep sadece açlık ve susuzluk da değildi. Kimisi sadistlerce atış talimine kurban gitti, kimisi de yine belediye tarafından zehirlendi. Üstelik bu hayvanların neredeyse hepsi küpeli yani kısırlaştırılmış ve aşılanmış köpeklerdi. Örneğin Zekeriyaköy ormanına atılan köpeklerden 15’i Şubat 2008’de zehirlenerek öldü ve hepsi küpeliydi. 4 Nisan’da da Berrin Olcay ve Yasemin Baban tarafından oluşturulmuş Türkiye’nin bir köpek için en güvenli barınaklarından biri olan Beykoz Barınağı’nın ihalesi özel bir şirkete devredildi ve Olcay ile Baban’ın barınağa girmeleri yasaklandı. Şimdi de barınaktaki iki bin köpekten bin yedi yüzü ortada yok. Baban ve Olcay geçen hafta Beykoz yakınlarında bir ormanda silahla vurulmuş köpek cesetleri buldular, savcılığa suç duyurusunda bulundular. Aynı yerde yere atılmış halde buldukları belgelerde ise Beykoz belediyesine ait 34 GT 608 plakalı mavi DESOTO aracın, itlaf için kullanıldığının açıkça belirtildiğini, belgede bu iş için görevlendirilmiş belediye çalışanlarının adlarının dahi yer aldığını açıkladılar... Gerçi belgeler bir şey ifade etmiyor, zaten ARTIK İNTERNET DE BİR MÜCADELE ALANI Diğer yandan internette de, hayvan hakkı koruyucularının sesleri giderek yükseliyor. Türkiye’de yapılan hayvan katliamlarını duyurmak için yapılmış, İngilizce, Türkçe ve daha birçok dilde pek çok site var ve bu siteler yerli yabancı birçok kişi tarafından ziyaret ediliyor. Http://turkeymassacre.wordpress.com sitesinde hayvan katliamları yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddeden turistler için bir bölüm bile var. Sitede hayvan katliamlarıyla ilgili birçok fotoğraf da yer alıyor, ilerlemek için fotoğrafa tıkladığınızda karşınıza İngilizce bir yazı çıkıyor, Türkçesi ise şu: “Türkiye’yi bir tatil cenneti olarak görürken, hayvanlar için adeta bir cehennem olduğunu biliyor muydunuz? Türkiye’yi keşfedin!”... Bu tepki sadece internetle de sınırlı değil, 4 Ekim saat 14.00’te İngiltere, Almanya, Finlandiya, Kanada ve İstanbul’da Türkiye’nin köpek itlaflarına karşı bir protesto gösterisi düzenlenecek. Amaç aynı, vahşeti tüm dünyaya duyurmak... G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle