Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DİKKAT, EKONOMİ İYİYE GİTMİYOR... Kime dokunsanız, pahalılıktan, yaşam koşullarının ağırlığından yakınıyor. Kadın en çok yakınan, çünkü hâlâ hiç kazanmasa, ya da az kazansa da parayı “idare” etmekle yükümlü olan o. Kavramlarla anlamasa ve anlatmasa bile ekonomi en çok onun hayatını yönlendiriyor. Bugün için ekonomiyi yönlendiren kadın sayısı az, medyayı yönlendiren kadın sayısı da, ama medyada ekonominin kodlarını çözen kadınlar var… Medyanın ekonomi köşe yazarı, yorumcusu kadınlara Türkiye ekonomisine aşağıdaki soruları sorduk, onlar da yanıtladı: Büyüme hızı, enflasyonun tekrar çift haneli rakamlara yükselmesi, işsizlik… Bunlar Türkiye’nin ekonomisinin en sık gündeme getirilen sorunlarından birkaçı… Türkiye’nin ekonomik haritasını çizseniz, siz bu sorunlardan hangilerine öncelik verir, hangi sorunları eklersiniz, neden? Sizce dünyadaki ekonomik kriz Türkiye’yi ne kadar etkiledi ve daha ne kadar etkileyebilir? Dahası, gerçek bir krizden söz edilebilir mi, hem devlet hem özel sektör bu krize nasıl ve ne kadar hazırlandı? Düne göre kadınlar “aile” üzerinden de olsa hem yönetici konumuna geldiler hem de ekonomide söz sahibi olmaya başladılar. Siz bunun yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz, kadınların önü açıldı mı, ekonomi dünyasına bir kadın soluğu yerleşti mi? Araştırmalar Türkiye’yi kadın istihdamında en düşük orana sahip ülke olarak gösteriyor. Çalışan kadın sayısı tarım dışında dörtte bir… İstihdamda üretim bu kadar düşükken, tüketim kadınlar üzerine kuruluyor. Bu çelişkiyi nasıl tanımlarsınız? Daha fazla kadının istihdamı için gerekli olan politikalar sizce neler? Çalışan kadın sayısının artması Türkiye’nin ekonomik ve politik sorunlarına nasıl bir çözüm sağlar? Kayıt dışı çalışanlar oranında da kadınlar önde. Ev içi üretim destekleniyor, mikro kredi uygulamasıyla kadınların ticaret yapmasının önü açılıyor… Türkiye işçi maliyeti yüksek bir ülke olarak gösterilirken (Çin’e göre örneğin) üretimin gözlerden saklanan bu yüzü de var. Dahası başta tekstil olmak üzere pek çok sektör yabancı kadın işçiler üzerinden yükseliyor. Bu, hükümetlerin yanlış politikalarının bir sonucu olarak mı okunmalı, yoksa dönemin ruhu, yani küreselleşme nedeniyle bu tablo kaçınılmaz bir durum mu? Uzun yıllardır ekonomi alanındasınız, meslek yaşamınızla Türkiye ve dünya ekonomisinin seyrini birlikte anımsadığınızda, ortaya nasıl bir tablo çıkıyor? En çok hangi hükümet döneminde hayal kırıklığına uğradınız, hangi hükümet döneminde umutlandınız? ŞELALE KADAK (Sabah) Ben Türkiye’nin öyle ya da böyle ekonomisiyle ilgili sorunları yoluna koyacağına inananlardanım. Anadolu’nun gizli gücüne, küçük ve orta ölçekli şirketlerinin kendilerinden büyük dinamizminden doğan sürprizlere inanıyorum. Ne yazık ki bu ülkenin kaderi galiba, siyasi krizlerini aşamamak. Böyle krizler yaşamasaydık, sanıyorum ekonomik sorunları daha az konuşuyor olacaktık. Ben, yaşadığımız tüm sıkıntıları eğitimde hâlâ istenen seviyelere ulaşamamamıza bağlıyorum. Düşünün, hâlâ öğretmensiz okullar, okulsuz köyler var, zorunlu eğitimde ne yazık ki hâlâ yüzde yüz okullaşma sağlanamadı. Ekonomi dünyasında kime mikrofon tutsam, “Evet dünyada çok ciddi bir kriz var, ama Türkiye az etkileniyor” diyor, işadamlarına “Sizin işleriniz etkilendi mi, küçüldünüz mü” diye sorsam, özellikle gayrimenkul gibi krizi anında hisseden sektörlerin temsilcilerinden, “Etkilendik ama iyiyiz. Yatırımlarımız devam edecek, biraz yavaşladık” cevabını alıyorum, diğer sektörlerde iş yapanların ise yollarına belki daha dikkatli ama devam ettiklerini görüyorum. Cumhuriyet tarihinin en büyük krizi olarak tarihe geçen 2001 Şubat’ında yerle bir olan bankacılık sektörü şu anda dimdik ve güçlü bir şekilde ayakta duruyor ama dünyadaki gelişmeleri dikkatlice izlemek gerekiyor. Mortgage krizinin henüz ABD’li tüketicilere yansımadığı söyleniyor. Umuyorum ABD ve Avrupa’da kriz söylendiği kadar ciddi etkiler yapmaz, aksi takdirde uzun vadede bizim etkilenmemiz söz konusu dahi değil. Kuşkusuz kadınların durumu düne göre daha iyi ama rakamlar kadın istihdamının artmak bir yana azaldığını gösteriyor, üstelik eşit olmak için geçici istenen pozitif ayrımcılık konusunda hiçbir gelişme kaydedilmiyor. Kadın istihdamı en düşük OECD ülkesi olmaktan bir türlü kurtulamıyoruz. Oysa AB yetkilileri Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili her defasında, “kadınerkek eşitliği, AB için anahtar prensiplerden biridir” şeklinde açıklamalar yapıp duruyor. Ama Güler Sabancı ve Aynur Bektaş gibi örnekleri de göz ardı etmemeli. Ben, sivil toplum kuruluşlarının kadın konusunda daha aktif olmaları ve hükümete bu konuda baskı yaparak, diyaloğa girerek kadınların sesini daha çok duyurmaları gerektiği kanısındayım. İş hayatındaki ve siyasetteki kadınların sayısı daha çok olsaydı, daha az krizimiz olurdu herhalde. Kadınların daha sakin kararlar verdiğine ve daha olgun olduklarına inanıyorum. Mikro kredi uygulaması iyi fikir ama kadınların bu krediden haberdar olup, kullandığını sanmıyorum. Ne yazık ki kayıt dışı çalışanlar arasında kadınlar ve özellikle de yabancı kadınların öne çıktığı bir gerçek. Anlıyorum ki hükümetler bu duruma göz yumuyorlar, aksi takdirde bu kadar çok yabancı kadın bu ülkede çalışamazdı. Ne yazık ki yurtdışında çalışıp, para kazanmaya zorlanan da yine kadınlar, erkekler değil. Benim gazetecilik yaşamımda en çok hayal kırıklığına uğradığım dönem, 57. hükümet yani DSPMHPANAP koalisyonu dönemidir. Belki de yıllardır süregelen sorunlar sonunda bardağı taşırmıştı ama Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük krizini bu hükümet döneminde yaşamıştı ve hepimiz bir gecede fakirleşmiştik. Bu ülkenin koalisyonlu bir siyasi hayatı beceremediği ortada. AKP’nin ilk dönemi, özellikle Avrupa Birliği konusunda çıkışlarıyla bence herkesi gerçekten umutlandırdı ama ne yazık ki türban gündemden bir türlü düşemedi. Avrupa Birliği konusunda da bir arpa boyu yol kat edemediğimiz günlere geldik, kapatma davası da her şeyin önüne geçti. G SERPİL YILMAZ (Milliyet) En önemlisi işsizlik. Çünkü işsizlik azalırsa hem milli gelir artar, hem de sosyal barış ortamı sağlanır. Verimlilik ülke gündeminde önemli bir yere gelir. Sokakta suç unsurları azalır. İşsizlik kadar büyük bir sorun düşünemiyorum. Düşünün ki, eğitimli genç bir insanın umudunu çalıyorsunuz. Türkiye küresel ekonomiye entegre oluyor, cari açığı artıyor. Türkiye değirmenini dış para ile çevirecek durumda, ancak dünyada likidite sorunu çıktı, para hem az, hem de pahalı. Buna karşılık büyümesini sürdüren ülkeler de var, Hindistan, Çin... Küresel bir ekonomiden söz ederken, bölgesel aktörleri de hesaba katmak gerekiyor. Batı’dan kriz ihraç ederken, Doğu’dan kaynak transfer edebiliriz. Türkiye’nin çok acil şekilde etkili bir program ve stratejiye ihtiyacı var. Oysa bunlardan çok uzak. Bunlarla uğraşacağına, din ve iç siyaset problemleri ile sanki ortaçağın meselelerine gömülmüş durumda. Özel sektör nasıl hazırlanır ki, sınırlı. Belki şimdi kriz gelmesin diye dua ediyorlardır. Son 5 yılda yapılan araştırmalara göre istihdama katılan kadın sayısı düşüyor. Eğitimli kadınların çalışma oranlarında bir artış var. Bu da eğitim açığını daha hissedilir kılıyor. Ekonomik ve sosyal hayatta pramidin yukarısında kadın sayısı yeterli değil. Erkekler iktidarı paylaşmıyorlar. Burada rekabet çok daha yoğun ve kadınlar çoğu kez bu rekabete talip olmuyor. Pazar ekonomisinin rasyonu kadını istihdama sokmak olurken, bugün dini eğitim ve sosyal baskılar ile ekonomiden geri çekiliyor. Tapulara ve mülk sahipliğine bakarsak kadınların oranı erkeklerin çok gerisinde. Bu gösteriyor ki, kadınlar evin temel ihtiyaçlarını tüketirken etkin; konut, otomobil, tarla vs. alınırken gerilerde. Bu tablo ev içi demokrasinin zayıflığını da gösteriyor. Daha fazla demokrasi, daha fazla kalkınma, daha fazla modernizm… Bunlar, olağanüstü pozitif çözüm sağlar, kadın toplumsal yapılarda katılımcılığın artmasının da göstergesi olur. Bu durum Batı ülkelerinde kotalarla sağlanıyor, kadınların ekonomik rollerini etkili kılmak için sübvansiyon modelleri geliştiriliyor. Bu sayede Kuzey ülkelerinde kadın milletvekili oranları yüzde 50’lerde. ABD’li şirketlerin yönetim kademelerinde de kadın kotası uygulanıyor. Ev içi üretim artı istihdam için önemli bir model olabilir. Bunu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) “Ev Eksenli Çalışanlar” olarak adlandırıyor ve çalışma koşullarını tanımlıyor, kayıt altına alıyor. Diyelim ki evde incik boncuk işlenecek veya seramik, halı dokuma gibi el sanatları yapılacak, bunun kayıt altına alınması sağlanmalı. Yabancı veya yerli, kadın ya da erkek, temel sorun çalışma yaşamının insani standartları sağlayacak, denetleyecek sendikal alanın özgürleşmesi. Özal’ın adı “umut” kategorisinde anılırsa da, ben bu dönemde dışa açılan ekonominin konjonktürden kaynaklandığına inanıyorum. Özal,Türkiye’yi hem ekonomik, hem de siyasal alanda dönüştürecek bir güç ile iktidar olma fırsatı yakalamışken, bu enerjisini iç politika zaaflarıyla harcadı. Yolsuzluk ve yoksulluğun temellerini attı. Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli koalisyonundan umutlanmıştım. Çünkü Türkiye’nin çimentosunu oluşturan siyasi kadrolar ülkenin temel sorunlarını çözerken geniş bir konsensüs yakalayabilirlerdi. Bu kadronun başarısızlığı Türkiye siyasetini merkezden uzaklaştırdı. G ÖZLEM YÜZAK (Cumhuriyet) Bu saydıklarına biraz daha eklemeler yapalım: İşletmelerin kur riski üstlenme pahasına yurtdışından borçlanmaya teşvik edilmeleri ve bu eğilim neticesinde özel sektör kuruluşlarının borçlarının hızla artması, cari açığın geldiği endişe verici boyutlar, kısa vadeli borçların milli gelire oranının giderek artması... Örneğin, büyüme hızı yavaşlarken, cari açığın artış hızında neden bir yavaşlama olmuyor? Türkiye’nin hâlâ sanayi envanterini bile çıkaramamış olması, bu ülkenin insanlarını sarıp sarmalayan umutsuzluk ve boş vermişlik hali… Hepsi de önemli, ancak hiçbiri kök sorun değil. Ben, bu saydıklarımızın hepsini aynı zamanda birer sonuç olarak görüyorum. Kötü yönetimin, plansız ekonominin, dışa güdümlü politikalarla yol almanın sonuçları hepsi de.... Bu ülke, var olan kaynaklarını bir türlü doğru ve verimli kullanmayı başaramadı, ne insan kaynağını, ne girişimci ruhunu ve dinamizmini ne de doğal kaynaklarını.... Dünya ekonomisi bir kez daha finansal çalkantı ve krizlerin eşiğinde. Türkiye küresel ekonomik krizin ne kadar dışında kalabilir ki? Şu anda medya kanalı ile topluma şırınga edilen görüş, Türkiye ekonomisinin global dalgalanmalardan etkilenmediği yönünde, ancak AKP’nin söylemini uluslararası finans kuruluşları bile yalanlıyor. Örneğin IMF’nin Kasım 2007 sonunda hükümete verdiği raporda Türkiye 4 parametrede dünyanın en kırılgan ülkesi konumunda değerlendiriliyor... Devlet bugüne kadar bu krize hazırlanmak bir yana, krizin kendisini etkileyeceğini bile reddetti. Kafayı kuma gömme halini hâlâ sürdürüyor. Özel sektörün ise kendi olanakları ile çok daha temkinli davrandığını düşünüyorum. Ulusal ve stratejik bir hedefin ve o doğrultuda hazırlanmış uygulanabilirliği olan bir politikanın olmayışı herkesi diken üzerinde tutuyor. Evet, eskisine kıyasla kadının ekonomideki rolü nispeten arttı. Ancak bunu “ekonomi dünyasına kadın soluğu yerleşti” diye tanımlamak ne kadar doğru bilmiyorum. Şu an her dört kadından yalnızca biri çalışıyor ve çalışanların dörtte biri kadın. Avrupa ülkeleriyle kıyaslama yaptığımızda görüyoruz ki, bu ülke kadının değerini bilen ve onu ekonomiye katmasını bilen bir ülke olamadı... Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada tüketim kadın üzerinden yürütülüyor. Asıl çelişki ve sistemin çarpıklığı, AKP hükümetinin,“ucuz ve yedek” işgücü olarak gördüğü kadınları “sessiz politikalarla” iş yaşamından uzaklaştırırken, tüketimin kadın üzerinden sürdürülmesinin bir nebze olsun azalmak yerine artması... Çünkü AKP’ye göre ekonominin ayakta durabilmesi için üretim odaklı olmak yerine tüketim odaklı olmak, borçlanma pahasına tüketmek yetiyor. Çalışan kadın sayısının artması öncelikle kadının toplum içindeki konumunun güçlenmesi, ekonomik bağımsızlığını kazanması ve ayakları üzerinde durabilmesi açısından yaşamsal bir öneme sahip. Şurası bir gerçek ki, istihdam edilen kadınların çoğu ya kayıt dışı çalışıyor ya da hizmet sektöründe son derece düşük maaşlarla ve sosyal güvenceden yoksun... Çözüm, uluslararası sözleşmelerle bu konuda yükümlülüğü olan hükümetin kadınerkek eşitliğini gözeten kamu politikaları oluşturması. Kadının aktif olarak ekonomik yaşamın içinde yer almayışı biz ve bizim gibi ülkelerde asıl olarak bir eğitim, kültür ve bilinç sorunu. “Kadının asıl yeri evidir” anlayışı bilinçli politakaların devreye sokulması, kadına yönelik pozitif ayrımcılığın ciddi şekilde uygulanması ve eğitimle yıkılabilir. Türkiye’de siyasetin yapısı ve uygulanış biçimi, popülizmin daima siyasetçilerin en önde taşıdıkları bayrak olması yüzünden hiçbir dönemde hiçbir hükümet beni umutlandırmadı. Dolayısıyla hayal kırıklığı da yaşamadım. Bu ülke; arkasında asla durulmayan vaatlerin, adam kayırmacılığın, iş bitiriciliğin prim yaptığı bir ülke olduğu sürece ya birilerinin peşine takılarak ya da uluslararası finans politikalarının güdümünde hareket edeceğiz. Hesap sorma ve şeffaflık olmadığı, güçlü bir sivil toplumun oluşmadığı sürece bu ve benzeri tabloları yaşayacağız. G MELDA YÜCEL (Habertürk) Büyüme hızının yavaşlaması işsizliğin beslenmesi demek ama Türkiye’nin olmazsa olmaz gerçeği işsizlik. Eğitim, ekonominin dışında gibi gözükse de, bugün yaşadığımız her olayın, vakanın faturasının kesildiği asıl yer... Uluslararası sermaye girişindeki yavaşlama dikkat çekici. Sıcak para hareketine baktığımızda yıl başından bu yana borsamız yüzde 37’lerle en ağır kaybı aldı. Özel sektörün çok ciddi döviz borcu var ve risk büyük. Dövizde olası bir hareket özel sektörün ödemeler dengesini altüst edebilir. Kredilerde yarı yarıya daralma var ve tüketicinin güveni dünyada en çok Türkiye’de dip yaptı. Sivil toplum kuruluşlarından hatta Merkez Bankası’ndan da gelen tüm uyarılara rağmen ekonomi öncelikli gündem yapılmadı. IMF ile yol haritası çıpası böyle bir dönemde hafife alındı, orta vadeli ekonomik programa “yeni çıpa” denildi, bu çıpanın güven vermesi adına net başlıklar ortaya konmadı. 15 Haziran geçti, kanunen yapılması gereken ekonomik program dahi açıklanmadı. Özel sektöre gelince… Şanslı azınlık döviz borcunu kapattı. Ama ya kapatamayanlar? Adam iş yapıyorsa, makine alımını dövizle yapmışsa ve sermaye yeterliliği de yoksa… Bunlar da gafil avlanmaya mahkum çoğunluk. Krizin gerçek olup olmadığına gelince, gerçek! Tüm dünyayı saran enflasyon bizi de vurdu. ABD, İngiltere işsizlikle, enflasyonla mücadele etme savaşında, bankaları kurtarma operasyonları yapıyorlar. Devletin serbest ekonomiye bu müdahalesi son 50 yılda görülen ilk operasyon, bu ancak ciddi bir krizde yaşanabilirdi ve işte şimdi yaşanıyor. Tabii ki bu krizi fırsat bilip yüksek faizle kazanç elde edenler risk kadar yüksek kazanç sağlıyor. Dürüst davranmalı, ekonomi dünyasında kadının adı var, Güler Sabancı, Suzan Sabancı Dinçer... Ekonomi dünyasında ve medyada “tepe yönetici” dediğimizde koltuklar erkeklere rezerve ama genel fotoğrafta artık kadının rengi, kimi zaman da hırsı ortada. Ancak, kadınlar iş dünyasında erkeksileştikçe var olurlarsa, bizler de işadamı demeye devam ederiz. Anadolu’da kadın girişimciler dediğimizde ise; bu soluğun Marmara’dan öteye pek gidemediğini, Ege ya da İç Anadolu ile sınırlı kaldığını görüyoruz, orada da aileden gelen bir DNA gücü yoksa... Aslında ortada çok da çelişki yok, kadına böyle bir rol model biçilmiş, “erkek kazanır, kadın harcar” ya da “kadın idareyi sağlar”. Kadın “kazanan” olduğunda da yine evi için, kocası için, çocuğu için harcayan oluyor, yani idare yine kadından soruluyor. Sistem bunun üzerine kurulu, her yer alışveriş merkezi, her yer tüketim merkezi. Çalışan kadın sayısını arttırmak, önce işverene cazip gelmeli, daha düşük sigorta primi ödemek, sosyal güvenlik sistemine kadın personel çalıştırma oranı koymak gibi… Böylesi bir proje AKP içinde de hazırlandı ama Başbakan Erdoğan’dan döndü, “Kadınlarla sınırlı tutulmayacak” denildi. Oysa asıl sınır o zaman konuldu. Zira kadın yetiştiriyor; doktoru da, kalpazanı da, cumhurbaşkanını da, hırsızı da, profesörü de, teröristi de… Bir anne adayı olarak, içimde bir kalp atarken, şimdi bunu daha iyi anlıyorum. Mesleksiz büyüyen kadın, sosyal haksız çalışmaya da mahkum oluyor. Bu bizim gerçeğimiz. Ucuz maliyet için ucuz işçi arayışında yabancı kadın işçilerin cazibesi de artıyor. “Tek suçlu küreselleşme” deyip işin içinden çıkmak kolay olur. İşsizlik rakamlarının açılımı gösterdi ki, son bir yılda ev kadınlarının sayısında artış var, yani ilk tasarruf kadın çalışandan yapılıyor. 2010’a kadar kadın istihdamının üç katına çıkması gerekiyor. Neden? AB istiyor. Allah’tan AB var! Türk insanının hayal kırıklıkları kaderi gibi. Genç bir kızdım, Tansu Çiller Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olunca çok umutlandım ama tam bir hayal kırıklığı oldu, özellikle de 5 Nisan kararlarının ardından. Şimdi ise olup bitenleri hayretle izliyorum. Yetişkin birisi olarak hayal kırıklığına uğramak artık çok eskilerde kaldı. Hayal kırıklığı değil, haklı çıkmanın yıkımı diyelim… G MELİHA OKUR (Sabah) Küresel ekonominin sıkıştığı ve darboğaza girdiği birinci dalgaya bakarsak, tüm dünya büyüme ve enflasyon arasına sıkışıp kalmış durumda. Türkiye ise son kırk yıldır “Bermuda şeytan üçgeninde“ dolaşıyor. Bu üçgenin en önemli ayağı, isşizlik. Elbette işi yaratacak olan üretim, üretmek için büyümeniz şart, hem de peş peşe en az 10 yıl büyümek zorundasınız. Türkiye, nüfusu ve bulunduğu bölgedeki konumu nedeniyle kesinkes büyümek zorunda olan bir ülke... Büyüme! Büyüme! Büyüme! İş ve aş olmadan olmaz! Parada bile ırk ayrımı var. Dünyada 2007 yılı Ağustos ayında başlayan büyük kâbusun birinci halkasını oluşturan mağdurlar, ABD’li zenciler, yani ABD’li yoksullar. Bugüne kadar yaptıkları tasarrufları satın aldıkları evlere yatıran ve bunu kaybetme tehdidi altında icralarla boğuşan ABD’li yoksulların hikâyesini yazmaya niyetim yok. Ancak ortada ciddi bir sorun var. Küresel dünyanın dev aktörü dediğimiz büyük şirketler kendi adlarına çok ciddi fatura ödüyor, deli gibi para kaybediyorlar. Tam da bu noktada, dünyanın içine girdiği bu kriz bitti mi’ sorusu geliyor. Yanıtı belli, kesinlikle hayır! Türkiye ise çok başka bir ülke, yapısal sorunlarını çözememiş, 50 milyar dolara yakın cari açık veriyor. Sıcak paraya ihtiyacı var ama aynı zamanda özel sektörü yatırım yapmaya devam ediyor. Türkiye, küresel dalganın ilk halkasında şanslıydı, mortgage dediğimiz enstrümanın gelişmemiş olmasının yarattığı şansı kullandı. İlk dalgadan pek etkilenmedi ama kendi dalgası dipten sıkı sıkı geliyor. Dalganın göbeğinde 150 dolara dayanan petrol faturası var. Bu kez ilk etapta yanacak olan kesim, Türk özel sektörü. Özel sektörün açık pozisyonu 70 milyar dolar. O yüzden hem özel sektör hem kamuya büyük iş düşüyor. Çünkü her zaman olduğu gibi bu kez de Türkiye hazırlıklı değil! Ne yazık ki rakamlar, ‘üretimde kadının adı yok!’ diyor. Aileler üzerinden yönetime gelen kadınların karar alma konusundaki yetkinlikleri bile tartışılır. Birkaç iyi örneğe bakıp; iş dünyasında, üretimde, yönetimde kadınlar çok iyi noktalara geldi demek safdillik olur. Üretimde kadının adı yok, tüketimde kadın baştacı ediliyor! Ulusal, çokuluslu şirketler bu stratejiyi değiştirmiyor. Strateji, mutfaktaki kadın ve evdeki çocuk üzerinden gidip geliyor. Bu noktada üretimde dışlanan, tüketimde baştacı edilen kadının durumunu sosyologlar analiz etmeli. Elbette fırsat eşitliği. TBMM’de milletvekillerinin yarısının kadın olması şart. Kadını kendi iktidar mücadelesi için kullanan erkek siyasetine dur demek gerekiyor. Töre cinayeti, türban sorunu, aynı işi yaptığı erkek arkadaşına göre daha az ücret alan kadın ancak Meclis’teki gücünü arttırarak sesini duyurabilir. Kayıt dışı istihdamda başrol oyuncusu elbette kadın. Çünkü kadın tüm dünyada ucuz işgücünün simgesi ve küreselleşmenin ruhu... Üstelik Türkiye gibi erkek ve kadınların iş bulmakta zorluk çektiği bir ülkede bir milyona yakın yabancı çalışıyor. Ancak ufukta kadınlar için müthiş bir açılım var, AB üyesi ülkelerde nüfus yaşlı ve kadın nüfusu erkeklere göre fazla. Görünen o ki, AB’de yönetime ağırlığını kadınlar koyacak. 1980’li yılların başında, henüz ekonomi sayfalarının bile kurgulanmadığı bir süreçte bu işe başladım. En çok, 1983’te Turgut Özal’ın imza attığı süreçten etkilendim, ‘kambiyo rejimi değişti, Türkiye’de devrim oluyor’ denildi. Liberalizm iyi ve güzeldi ama işin hukuksal altyapı boyutu unutuldu. Malum, yurtdışındaki kayıt dışı paranın Türkiye’ye girmesiyle birlikte ihracat alanları oluşturuldu. İhracata dayalı büyüme modeliyle hayali ihracatla tanıştık. 1994 Tansu Çiller dönemini, 28 Şubat sürecini, 2001 yılındaki büyük krizi, 50 milyar dolarlık banka batağını nasıl unuturum? Güçlü ekonomiye geçişin mimarı Kemal Derviş ile umutlandım ama yanıldım. Şimdi AK Parti...Yorum yok!.. G JALE ÖZGENTÜRK (Referans) Türkiye’nin ekonomik haritasında bence en başa konulması gereken, sermaye yetersizliği… Türkiye’nin özkaynakları son derece yetersiz. Doğal kaynakları yok. Dolayısıyla en önemli sorun borçlanma. Türkiye hem kamuda hem özel sektörde yatırım yapmak için borçlanmak zorunda. Yüksek borçlanma faizleri arttırıyor, faizlerin artması da son yıllarda petrol ve diğer doğal kaynaklara sahip ülkelerin yüksek fiyatlar nedeniyle ellerinde biriken paraların sıcak para olarak Türkiye’ye akmasına neden oluyor. Sıcak para geldikçe döviz baskı altında tutuluyor. Bunun sonucu da yıllardır tartışılan sorunlar; cari açık, yüksek borçlanma, dışa bağımlı hale gelme. Yani bir kısır döngü içinde kıvranıp duruyoruz. Son yıllardaki yüksek büyüme hızlarının da bedeli yüksek borçlanma oldu. Hükümetin olmayan paralarla gerçekleştirdiği harcamalar da enflasyonun yeniden yükselme trendine girmesine yol açtı. İşsizlik bütün bunların sonucu... Türkiye’nin işsizlik sorununu çözebilmesi için her yıl yüzde 7 büyümesi gerektiği biliniyor. Bana göre bütün bu sorunlar birbirinin hem nedeni, hem de sonucu. Dünyadaki ekonomik krizin büyüklüğü, faturası hâlâ net olarak ortaya konamıyor. Kâr hırsıyla sanal paralarla son on yıldır yaratılan balon patladı. Bu patlamanın altında kimler kalacak, belli değil henüz. Kriz şimdi Avrupa’ya yansıyor. Dünyadaki çok ciddi bir kriz ama Türkiye’de henüz ciddi bir krizden söz etmek zor... Ancak Avrupa’ya yansıma çok kuvvetli olursa, Türkiye etkilenecektir. Çünkü Türkiye’nin ihracatının yüzde 75’i Avrupa’ya yapılıyor. Avrupa’da büyümenin durması ihracatı etkiler. İhracatın gerilemesi ise Türkiye’deki üreticileri zora sokar. Türkiye’ye yansıma faizler üzerinden oluyor. Ülkedeki faiz oranı yüzde 20’leri buldu. Döviz ise dış kaynağa bağlı hale gelen ekonominin can damarı olduğu için baskı altında tutuluyor. Giderek umut verici gelişmeler var. Denizcilik gibi, lojistik gibi erkek egemen sektörlerde artık kadınlar yönetimde. Büyük holdinglerde kadınların yönetim kurulu başkanı olması da eskiye göre daha kolay. Ancak kadınların önü açıldı demek zor. Çünkü hâlâ kadınlar patron değilse yarışmaya geride başlıyor. Üst yönetime çıkmak neredeyse imkânsız. Orta kademelerde gerçekten ciddi bir gelişme olsa da, yönetici düzeyinde sayı düşüyor. Tıpkı kamuda ya da kendi dünyamızda, yani basında olduğu gibi. Yani hâlâ soluğumuz çıkmıyor. Bu ülkenin başbakanı kadınların en az üç çocuk doğurmasını isterken, kadın istihdamının artmasını beklemek imkânsız. Üç çocuk demek kadının üretimden en az altı yıl uzak durması demek, üstelik en verimli döneminde. Sonuç olarak bu toplumda hâlâ kadının yeri evi yargısı geçerliliğini koruyor ama evi yönetmek de kadının görevi. Dolayısıyla tüketimi yapan da kadın. Sanki bir çelişki yok gibi geldi bana… Kadın istihdamını destekleyen kararlar alındı ve uygulanmaya başlandı. Bu gelişme bence kadın örgütlerinin ve Avrupa Birliği’nin başarısı. AB kadın istihdamını o kadar yakından izledi ki, sonuçta bu konuya sıcak bakmayan iktidarı bile etkiledi. Bu kararla çok şeyin değişmesini bekleyemeyiz ama bir engel kalkmış oluyor. Yabancı kadın işçi sayısını bilmiyorum. Tekstilden çok turizm ve başka alanlarda var ama bu, Türkiye’de çalışan kadınları etkileyecek kadar değil sanırım. Yüksek işçilik maliyetlerine bakıldığında ise Çin, Hindistan, Mısır gibi ülkelerle karşılaştırıldığında, kayıtlı işçinin maliyeti gerçekten yüksek. Tuzla’da yaşananlar, inşaat sektöründe yaşananlar bu maliyetten kaçmak isteyenlerin yarattığı sorunlar. Yanlış politikalar var. Türkiye istihdamda çok yüksek prim uyguluyor. Ancak kayıt dışını önlemek için bazı önlemler alınmaya başlandı. Ben aslında tüm hükümetler döneminde hayal kırıklığı yaşıyorum. Ancak Türkiye serbest piyasa ekonomisi modeline geçtiğinden beri en ciddi değişimi Turgut Özal ve 2001 krizinin ardından Kemal Derviş ve onu takip eden AKP döneminde yaşadı. Doğru ya da yanlış demek anlamsız çünkü dünyada bu model üzerinden bir küreselleşme yaşanıyor. Bana göre yapılan hata, Türkiye’nin önüne konan her kararı kayıtsız şartsız uygulamasıydı. Hiçbir hükümet pazarlık gücünü kullanmadı. Umutlanma konusuna gelince… Ne yazık ki bundan sonrası için de umutsuzum. G Röportajlar: Berat Günçıkan Fotoğraflar: Uğur Demir Desen: Zeynep Özatalay C M Y B C MY B