Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 NİSAN 2008 / SAYI 1153 3 DERGİDEN aşbakan Recep Tayyip Erdoğan ile manken Aysun Kayacı arasında pek de uzun mesafe yok… İkisinin de kendilerini konumlandırdıkları yer “baş”. En iyi karar verenler, en eğitimliler, en akıllılar, en zekiler, en güzeller ve her şeyi hak edenler onlar. Erdoğan’ın Müslüman iktidarına, Aysun Kayacı “güzelliği”nin iktidarıyla destek veriyor; daha doğrusu ikisi de kutsanmış, sinsice, içten içe, dipten dibe kabul ettirilmiş küçük kara parçacıklarında “ayak”lara bakıp yeise kapılıyorlar… Aysun Kayacı Erdoğan’a oy veren yüzde 47’yi cahil, görgüsüz, kaba, saldırgan, aptal, tehlikeli, şiddet yanlısı, hırsız, katil, evsiz bir güruh görüyor, onlarla aynı oy hakkına sahip olduğu için çileden çıkıyor… Erdoğan’ın ayaktakımı ise içlerinde kendisine oy verenler de dahil cahillerden, saldırganlardan, oyunbozanlardan, isyankârlardan, haddini bilmeyenlerden oluşuyor… Aysun Kayacı’nın ayaktakımının da elbette bir sınıfı var ama Kayacı’nın kendini konumlandırdığı yer sınıflar üstü olduğu için pek vurgulanmıyor, görülmüyor… Erdoğan’ın ayaktakımının sınıfı ise net: İşçi!.. İşçilere, sınıf bilincine sahip solcular, feministler, anarşistler, öğrenciler de dahil ediliyor elbette. 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim diye ısrar edenler, 1977’den bu yana daha inatla işçi düşmanlarıyla yüzleşmeyi, onlara katliamlarına rağmen var olduklarını göstermeyi isteyenler de onlar... Kayacı düşüncelerinin Erdoğan da dahil bütün iktidarları beslediğinin, seçkinlik saplantısının faşizmi okşadığının farkında değil… Erdoğan her şeyin farkında, tarafı net ve saydam, ayaktakımına 1 Mayıs’ta Taksim’i açarsa, kendisini iktidara taşıyan, Meclis’teki pek çok milletvekilinin ortağı olduğu çokuluslu ya da Türk şirketlerinin kendilerini güvende hissedemeyeceklerini biliyor… Korkacaklar… Ayaktakımının ayak sesleri akıllı evlerini, holdinglerini, korunaklı sitelerini, alışveriş merkezlerini sarsacak… Sonra… 1 Mayıs, iktidarların ve sermayenin korku günü. İşçilerin, memurların, öğrencilerin, kadınların, sosyalistlerin ise bayramı. Ayaktakımı olarak adlandırılmak onların rotalarını değiştirmeyecek, 1 Mayıs’ta yine Taksim Meydanı’na çıkacaklar… Geçen yıl uygulanan şiddeti unutmadılar elbette; biber gazını, coplanmayı, tokadı; ama Başbakan’a ayaktakımının kimlerden oluştuğunu göstermeye kararlılar… 1 Mayıs İşçi Bayramınız kutlu olsun. İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com İşçiden işçiye... 1 Mayıs’ta Taksim’e Berat Günçıkan B B inlerce işçi karşı çıktı, yürüdü, işi bıraktı, ama Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası TBMM’nde madde madde onaylandı... Sendikaların başta gür çıkan sesi de o hızla kesildi, bir tek her cumartesi saat 13.00’te Taksim’de toplanan kadınlar kaldı... Eh ne de olsa yasa en çok onların haklarını gasp ediyor ya da hiç tanımıyor… Sosyal Sigortalar aynı zamanda bir kurum, içinde aynı yasadan yararlanan, mağdur olan, yani yasanın uygulayıcısı işçi ve memurlar da var. Eski ve yeni yasayı, ne haklar getirip neleri yok ettiğini en iyi onlar biliyor olmalı. Dahası kuruma işimiz düştüğünde, hastalıkta, emeklilikte onlarla yüz yüze geliyoruz. Hüseyin Yüksel de onlardan biri. 11 yıldır Sosyal Sigortalar Kurumu, İstanbul Sağlık İşleri İl Müdürlüğü’nde çalışıyor. Şimdi görevli olduğu servisin adı “Haksız karne”. Primini ödemediği halde sağlık karnesini kullananların tespitini yapıyor. Statüsü işçi. 36 yaşında. TezKoopİş Sendikası’na üye ve işyeri temsilcisi… İşte bir uygulayıcının gözünden SSGSS, işçi olma hali ve elbette eylem haritası… Patronlar, amirler hak arayan işçiden pek haz etmezler, çeşitli yaftalarla, cezalarla çıkarlar insanın karşısına. Size ne yaptılar? Bu yönetime kadar çok ciddi sorun yaşamadım, biraz da kimliğinden dolayı önyargıyla yaklaşıp dışlamak istediler… Birkaç kez de sürgüne gönderdiler gitmedim. Disiplin kuruluna verildim, ama haklı çıkan hep ben oldum. Sürgün yeriniz neresiydi? Cibali. Sürgüne gitmediğim için yasal süreç işlerken üç buçuk ay hiçbir iş yaptırmadılar bana, bir psikolojik savaş yaşandı. Diğer işçiler, memurlar ne yaptılar? Biz işyeri olarak sadece üye değiliz, örgütlüyüz de. Ben hiçbir konuda tek başıma karar vermedim, “Ben gitmiyorum” demedim. Bütün arkadaşlarla beraber toplantılar yaptık, değerlendirdik ve birlikte karar verdik… Hem SSK’de çalışıp hem de SSGSS’na karşı olmak sizi diğer işçi ve memurlardan farklı kılıyor. Yasanın neler getirip götüreceğini daha iyi bildiğinizi varsayıyorum. Yanılıyor muyum? Her şeye rağmen biz de bir çalışanız, dışarıda çalışanlardan çok farkımız yok. Tek farkımız çalışanlara hizmet ediyor olmamız. Bu yönü yaptığımız işi daha keyifli kılıyor, çünkü Herkes gemisini kurtaran kaptandır, diye düşünüyor, bu yüzden de çözümmüş gibi çocuklarını bir yerlerden sigortalı gösterip primini ödeyerek sisteme kaydettirdiler. Oysa onlar da yasadan kurtulamayacaklar, sadece erkekler beş, kadınlar yedi yıl yaştan kazanacaklar. Medya da bunun propagandasını yaptı, bunu çözüm olarak gösterdi. Bu arada sosyal güvenlik kurumlarına da ciddi bir fon oluşturulmuş oldu. Düşünün bir milyon sigortalı ve birer aylık primleri yatıyor... Hiç piyasada, üretimde olmayan insanların bir aylığına üretime katılmış olmaları ciddi bir büyüme varmış gibi gösterecek ve işsizliği düşürmüş olacak ama bu doğru değil... Sadece insanlar toplum hareketten, muhalefetten uzaklaştırılmış oldular. SOSYAL DİYALOGCU SENDİKALAR Sendikalar da buna uydu, sessizleşti… Yasayla emeklilik prim gün sayısı yedi binden dokuz bine çıkarılmak isteniyordu, 7200’de anlaştılar. Sendikalar “200 gün arttırdık” yerine kalkıp “Biz 7200’e indirdik” dediler.. Tabandan gelen ciddi itirazlar üzerine DİSK ve KESK tekrar mücadeleye başladılar ama bu kez ister istemez sınırlı oldu. Hüseyin Yüksel SSK’de “Haksız karne” biriminde çalışıyor ve TezKoopİş işyeri temsilcisi. Fotoğraf: VEDAT ARIK Hüseyin Yüksel, Sosyal Sigortalar Kurumu’nda çalışan bir işçi. Bu yüzden çok tartışılan, işçiyi, memuru önce sokağa döken, sonra sessizce bekleyişe iten SSGSS yasasını da sonuçlarını da herkesten iyi biliyor… Hükümeti, medyayı ve elbette sendikaları da suçluyor… Yeni bir işçi hareketi dalgasından, örgütlenmeden yana umutlu Yüksel çünkü ekonomik krizin bedelini yine işçilerin ödeyeceğini biliyor… 1 Mayıs’taki adresinden de emin, Taksim… Türk İş’e bağlı 11 sendika, genel merkeze rağmen yasaya karşı mücadele edeceğini açıklasa da kararlı bir duruş gösterilemedi… Bu sessizlikte medya ve hükümetin eylemleri sol eksenli göstermesinin de payı büyük… Sendikaların hak aramadaki bu tutumlarını, basiretsizliklerini neye bağlıyorsunuz? Bence bunun nedeni sosyal diyalogcu sendikaların çoğunlukta olması. Ben işçilerin masa başında, sosyal diyalogla hiçbir hak kazandığını hatırlamıyorum, okumadım da. Bugüne ne hak kazandıysa mücadele ederek kazandı, ama şimdi tarz değişti. Uzlaşma kültürü oluşturuldu ve şöyle bir söylem ortaya çıkarıldı “aynı gemideyiz”. Ben buna katılmıyorum, aynı gemide değiliz, aynı gemide olsak bile onlar lordlar kamarasında biz kazan dairesindeyiz. Aynı gemide olmak bir şey ifade etmiyor. O zaman bizde iki kat yukarı çıkalım, neden biz hep kazan dairesindeyiz? Hep biz mi bu gemiyi yüzdürmek zorundayız? Umutsuz gibisiniz… Hayır, değilim. Bugün bütün dünyada bir ekonomik kriz var ve bu Türkiye’de farklı bir boyutta seyredecek, çünkü burada bir de siyasal kriz var. Bir kırılma var ve bu kırılmayla birlikte yepyeni bir mücadele hamlesinin başlayacağını düşünüyorum. 14 Mart’taki 2 saatlik iş bırakma eyleminin ilgi görmesi ve insanların gözünde ciddi bir mücadele isteğinin olması da bununla alakalı. 1 Mayıs ve Taksim SSGSS’ye yeniden karşı çıkmanın yeri ve zamanı olabilir mi? 1 Mayıs bugüne kadar yaşanmış tüm sorunlara karşı bir başkaldırıdır. Bunun içinde yasa da var, elbette, başkaldırı bütün neoliberal politikaları hesaba katmalı, dikkate almalıdır... G Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergicumhuriyet.com.tr 1 Mayıs’ta nerede olacaksınız? Emekten yana olan emek örgütleri ve kurumları neredeyse biz de orada olacağız. Onlar Taksim dediler, biz de Taksim’deyiz. Taksim işçinin onlarca yıldır göz diktiği, 1 Mayıs’ta olmak istediği alan. 77 katliamına, yasaklara, coplanmalara, biber gazına rağmen 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamayı da kazanılması gereken haklardan biri olarak görüyor... Siz bu hakkın peşinden giden kimbilir kaçıncı kuşaksınız… 1 Mayıs 1977’de kaç yaşındaydınız? Beş. İşçi bilinciniz nerede, nasıl oluştu? Ben Sıvas Divriği’nin Timisi köyündenim ve Alevi kökenliyim. Köyümüzün adı, Türkiye’nin ilk Alevi partisi, Türkiye Birlik Partisi’nin genel başkanlarından ve milletvekili Mustafa Timisi’den geliyordu. Bu nedenle baskı altındaydık. 12 Eylül’den sonra da adı değiştirilerek Bayırüstü oldu. Dayımlar da sosyal demokrattılar, uzun yıllar SHP’de siyaset yaptılar… Bütün bunlardan gelen bir yakınlık var, çalışmaya başlayıp da sorunlarla yüz yüze gelince ben de aktif mücadele etmeyi tercih ettim. İlk eyleminiz neydi? Ortaokul son sınıfta, Divriği demir çelik madeninde örgütlü olan Cevher İş Sendikası’nın düzenlediği 1 Mayıs’a katıldım. 1986 yılıydı ve bu 12 Eylül’den sonraki ilk işçi eylemiydi. Sonra okumak için İstanbul’a geldim. Lisede de bütün demokratik eylemlere katıldım. İşçi olarak ilk eylemim, işe girer girmez oldu, KESK’in grevli, toplu sözleşmeli işçi yasası isteyen eylemlerine katıldım. 1999’da bizim sendikanın sosyal güvelik yasasına karşı olan eylemlerinde çalıştım. Savaş karşıtı “Savaşa Hayır” koordinasyonunda bireysel olarak, aktif görev aldım. hizmet ettiğimiz kesim bizim gibi yaşayanlar. Yasaya dair insanlara pembe bir tablo sunuluyor ama uygulamada ince detaylar var. Bunları görmek ve bilmek mücadele etmek açısından bir avantaj çünkü biz daha çok mücadele etmek gerektiğini biliyoruz. Dezavantajı ise toplumsal duyarlılığın bu bilgiye yetişemediğini görmek. Bu konularda sendikaların tavrı da büyük acı veriyor insana. Size gelenler sorunları olanlar, canları acıyanlar… Sizi ne kadar işçi olarak görebiliyorlar, onlara ne olup bittiğini anlatabiliyor musunuz? Sosyal güvenlik kurumu çalışanlarının hemen hemen hepsi insanlar üzerinde kötü bir intiba bırakıyor. Kızan, azarlayan insanlar olarak görüyorlar bizi. Oysa bu onlarla değil, çalışma koşullarıyla alakalı. BİR HAFTADA BİR MİLYON SİGORTALI Sizin çalışma koşullarınızı ağırlaştıran neler? Her ne kadar kamuda olsak da, özel şirketlere nazaran iş garantisi ve çalışma koşulları daha iyi gibi görünse de tabii ki ciddi sorunlarımız var. Örneğin 657’ye tabi çalışanların sık sık yerleri değiştiriliyor ve buna itiraz etmek hakkımız bile yok. Yarın hangi serviste çalışacağımızı bilmiyoruz. Servislerimiz kaldırıldı, ek ödemelerimiz idarecilerin iki dudağının arasında, bir soruşturma geçirmişsek, ceza alıp almamamız önemli değil, ek ödeme kesilebiliyor. Yasada sizin iş kolunuzu bağlayan neler var? İş kolumuzu bağlayan bir şey yok, bizi de herkesi etkilediği kadar etkiliyor. Esas sorun bizden sonraki kuşakları ilgilendiriyor. Bu soruna da çözüm bulundu, bir hafta gibi kısa bir sürede bebekler dahil bir milyon kişi sigortalandı! C M Y B C MY B