02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 MART 2008 / SAYI 1148 3 Dünyaya uzanan kentler Deniz Ülkütekin Dünya ekonomisinin neredeyse tüm yükünü küresel kentler taşıyor; New York, Londra, İstanbul... “Küreselleşme ve Dünya Kentleri Araştırma Ağı”nın yöneticisi Peter Taylor, küresel kentlerin yeni sahipleri olarak göçmenleri görüyor. Taylor’a göre göçmenler de ikiye ayrılıyor, elitler ve fakirler. Bir de üçüncü dünya ülkelerinin büyük kentleri var ki, onlar artık hiçbir gelecek vaat etmiyor... K ent planlaması son günlerde İstanbul üzerinden de tartışılıyor. Dünya kentleri ya da küresel kentler olarak adlandırılan, son derece gelişmiş network ağları üzerinden dünya ekonomisini yönlendiren bu kentler, insan yaşantısını da farklı bir noktaya getirdi. Bunun sonucu olarak kent içi sosyal yaşantı ve kentler arası iletişimde de büyük değişiklik yaşandı. Dünya çapında takip edilen argümanlar öne süren ve klasik okumaları tersyüz eden, “Küreselleşme ve Dünya Kentleri Araştırma Ağı” yöneticisi Peter Taylor İstanbul’u da küresel kentler arasında görüyor. Geçen hafta İstanbul’a gelen Taylor’a göre değişimin en büyük zararı kırsal bölge nüfusunun yaşam alanının kalmaması ve göçe zorlanması. Yeni kent yapısı küresel ve orta büyüklükteki kentler arasında bir uçurum oluşturdu. Sizce bunun sebebi nedir? 1970’lerin sonunda, network iletişim araçları, uzak kentleri birbirine bağlamak açısından önemli olanaklar sunmaya başladı. Gelişmeyle birlikte küresel başkentler sınırların olmadığı bir dünyanın önünü açtı, ancak ülkeler hâlâ yerinde duruyordu. Küresel kentlerde ise reklam gibi sektörlerin yerellikten sıyrılması, ilginin bu alanlara yönelmesine neden oldu. Çünkü iş dünyasında geçerli olan yetenekler çoğunlukla New York ve Londra gibi yerlerde yoğunlaştı. Küresel şirketler için artık marka değeri çok önemli. Çünkü bu şirketler hizmetlerine kalite standardı getirmek için network ağını kullanıyorlar. Londra’daki bir şirket, elindeki işi Buenos Aires’teki başka bir firmaya veremez. Çünkü ne kadar iyi yapabileceğini bilemez. Bu yüzden görünmez hizmet adı verilen bir sistem kullanıyorlar. Uluslararası alanda bu sistemin işlemesi için sınırların olmadığı bir dünya olması lazım. Bu yüzden her ülkede belli başlı kentlere yatırım yapılıyor. Bunun dışında kalan insanlar da kentler arası bir hiyerarşi olduğunu düşünüyor. Ancak Londra’dakiler geri kalanlara ne yapmaları gerektiğini söylemiyor. Küresel kentler ve ülkedeki diğer yerleşim yerleri arasında sosyal ve ekonomik anlamda büyük bir ayrışma var mı? On sene öncesine kadar herkes böyle düşünüyordu. Ancak burada önemli olan nokta, teknoloji Londra... sayesinde artık sınır kapılarına kimsenin ihtiyacı olmaması. Türkiye ile iş yapmak için İstanbul’a gelmeye gerek kalmadı. Network ağları ilk kurulduğunda şirketler her ülkede bir ofis açıyordu, ama artık buna gerek yok. Brezilya ekonomisi için giriş kapısı olan Sao Paulo bunun en güzel örneği. Aslında en büyük problem, bu alandaki önemli kişilerden Saskia Sassen’in yazdığı “Küresel Kent” isimli kitap. Kitap yüzünden insanlar sanki küresel olmayan kent diye bir şey var sandılar. Böyle bir şey yok. Küreselleşmeden kaçamazsınız. İstanbul... fakir. Dünya ekonomisinin New York, Los Angeles ve Londra gibi kentler üzerinde kutuplaştığı yönünde bir tartışma var. Gidiş bu yönde gibi gözüküyor. Küresel kentlerdeki insanların gelişimi ne yönde, peki? Dünyanın geri kalanındakilerle belirgin farkları var mı? Şu anda iki büyük gelişim süreci devam ediyor. Biri, demin bahsettiğim network ağı. Aynı zamanda kırsal nüfusun yok edilmesi sürecinin de sonlarına geliyoruz. Bu insanların gidebilecekleri tek yer artık bağlı oldukları yerel kentler. Üçüncü dünya ülkelerinde ise büyük kentler göçmen çekiyor. Ancak bu süreç küresel kentlerinkinden biraz farklı. Küresel kentler iş imkânı sunduğu için göçmen çekiyor. Çünkü bu kentlere göçün sebebi kırsal alandaki hayatın artık bir şey vaad etmemesi. Ancak göç eden insanlar, büyük kentlerde de kendilerine göre işler bulamıyor. Böylece dezavantaj haline geliyor. Mexico City Havaalanı’ndan uçakla havalandığınızda uzun süre gecekondu mahallelerini görmeye devam edersiniz. Orası kentin diğer yüzü. Küresel kentlerin ekonomisi, birçok ülkeninkinden büyük. Gelecekte kent yönetimlerinin ülke yönetimlerinin yerini alması gibi bir ihtimal var mı? Birçok argümana göre ulus devlet anlamını yitirdi. Bence devlet, yönetim görevlerini yerine getiriyor. Mesela küresel ısınma tehlikesini ciddiye alıyorsak bunun için bir güvenlik New York... GÖÇMENLER KAZANIYOR! Büyük kentlerde diğerlerinden farklı bir yapılanma var. Kent dışındaki yerleşim alanları, gecekondular, birbirinden çok uzak semtler... Bunlara dayanarak yeni sosyalleşmenin nasıl bir gelişim içinde olduğunu söyleyebilirsiniz? Küresel kentler aslında çok başarılı dizayn edilmişler. Bir sürü göçmen çekiyorlar, çünkü yeni iş imkânları sunuyorlar. Bir küresel kenti farklı yapan ve insanların üzerinde tartıştığı şey, göçmenlerin izlediği yolların birbirinden farklı olması olabilir. Çok para kazanan elit göçmenlerin sayısı bir hayli fazla, küresel avukatlar veya muhasebeciler gibi. Ancak bir sürü göçmen de Los Angeles... oluşturmak gerekli. Eğer ulus devletler var olmayı sürdürmek istiyorsa, bu gibi şeyler üzerine kafa yormaya başlamalılar. Öte yandan, yönetim iki yüz parçaya bölünürse, küresel problemlerle baş etmek çok daha zorlaşır. Ancak eğer devletler, ABD gibi kendilerinden daha güçlü olanların dediğini yapacaksa bu şekilde gelişme sağlamak çok zor. Bu durumda kent yönetimleri çok daha işlevsel olabilir. Peter Taylor. Fotoğraf: Vedat Arık Kadınlardan barışa pedal Gökçe Uygun O rtadoğu’da, dünya kamuoyunun gözü önünde yıllardır süren savaşın artık durmasını isteyen farklı ülkelerden yüzlerce kadın barışa pedal çevirecek. Dört yıl önce İngiltere’den Detta Regan’ın girişimiyle kurulan “Kadınları İzle” (Follow The Woman) hareketi kapsamında bir araya gelen kadınların 2 Mayıs’ta başlayacak bisikletli yolculuğu 15 Mayıs’ta Filistin’de sona erecek. “Barış mümkün, bizi izleyin” sloganıyla yola çıkan kadınların rotası, 2004’te ilk barış turunun yapıldığı, hareketin kurucusu Regan’ın “Burada dünyanın dört yanından kadınlar, barış için pedal çeviriyoruz. Bu Ortadoğu’da bir ilk. Kadınlar bir araya geldiklerinde ne kadar güçlü olabildiklerini gösterdiler” dediği Beyrut’tan başlayacak. Bu uluslararası aktivist kadın hareketini Türkiye Koordinatörü Taçlan Topal anlattı. Eski katılımcılar Zeynep Korkunç ve Burcu Güldemet ise deneyimlerini paylaştılar. Kadınları İzle oluşumunun amacı nedir ve siz nasıl dahil oldunuz? Follow The Woman, gençlik projelerinde çalışan Detta Regan’ın hayali olarak başladı. Hareket, Ortadoğu’daki şiddetin, özellikle kadın ve çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri konusunda farkındalık oluşturmayı amaçlıyor. Çünkü karar mekanizmalarında yer almayan ancak savaş ortamından en fazla zarar gören kadınlar ve çocuklar. Bisiklet ise hem özgürlüğü hem de çevre duyarlılığını simgelediği için seçildi. İlk etkinliğin sponsoru British Council’du. Benim de İngiltere Konsolosluğu’nda çalıştığım için haberim oldu ve hemen katıldım. Daha önceki yıllarda Türkiye’den katılım nasıldı? 2004’te 10, 2005’te Başbakanlık Tanıtım Fonu sponsorluğunda 12, geçen yıl sponsorsuz olarak da yedi kadın katıldı. Bu yıl 21 kadının katılmasını planlıyoruz. Türkiye’de kadınların bu tür uluslararası programlara ilgisi yeni yeni başlıyor, ancak İstanbul ve Ankara dışındaki şehirlerden de katılanlar olmasını umuyoruz. Bu turun, katılımcılara ve Ortadoğulu kadınlara kattığı nedir? Olay bisiklet turuyla sınırlı değil, oradaki hayatın parçası oluyoruz, insanların hikâyelerini dinliyoruz, onlar da bizimkini. İlk kez dört yıl önce Ortadoğu’daki savaşın durması için kilometrelerce pedal çeviren kadınlar, bu yıl yine bölgeye giderek, barış taleplerini yineleyecek. Eyleme Türkiye’den de 21 kadın katılacak. Taçlan Topal. Gitmeden önce güvenlik endişesi yaşadınız mı? Hiç öyle bir tereddütüm olmadı. 300 kadınız, birlikten kuvvet doğar. Zaten yeterince önlem alınıyor. Ayrıca biz oraya giderek Avrupa’ya da “Çatışma var, ama ortam güvenli, korkulacak bir şey yok” mesajı veriyoruz. Bu senenin programı nedir, neler yapacaksınız? Bu sene Başbakan Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın desteğiyle katılacağız. Tur, 2 Mayıs’ta Beyrut’tan başlayacak, Suriye, Ürdün’ü takip ederek Filistin’de sona erecek. Dayanışma ruhu ve barış özlemiyle günde ortalama 50 kilometre pedal çevireceğiz. Mülteci kamplarını ziyaret edip, kadınlarla bir araya geleceğiz. Çadırlarda, otellerde, yurtlarda kalıp farklı insanlarla tanışıyoruz. Katılımcılar arasında her yaştan kadın oluyor, 80’indekiler bile. Birbirimizden de çok şey öğreniyoruz. Sizi, buradaki güvenli yaşamınızı bir süreliğine de olsa bırakıp, şiddet dolu Ortadoğu’ya gitmeye iten nedir? Burada oturup polemik yaratmak, sadece konuşmak yerine bu aktivitenin parçası olma isteği... Hemen olmasa bile uzun vadede olumlu bir süreç yaratabileceğimize inanıyoruz. Bu etkinliğin parçası olmak, katılımcı kadınlar için de bir mücadele sürecinden sonra gerçekleşebiliyor, çocuğunu birine emanet edip, kocasından zorla izin alıp gelenler oluyor. Oradaki kadınların bu çabamızı takdir etmesi de çok güzel. Burcu Güldemet (2005 katılımcısı): Ortadoğu’ya gitmeye karar verdiğimde, “Bu çok komik, 300 kadın barışı mı sağlayacaksınız kendinizi ne zannediyorsunuz” gibi eleştiriler aldım, ama bunlara kulak asmadım. Tabii ki barış, bugünden yarına sağlanmıyor, uzun soluklu bir süreç. Ama bu bisiklet turu, bir şeyleri değiştirmek için bir adımdır. Belki bu adımlarımızın sonuçlarını biz bile görmeyeceğiz. Oradaki insanlarla olmak en başta bende değişim yarattı. Bizler de kendi çevremizi etkileyerek, duvarları yıkıyoruz. Böylece barış turumuzun izleri geleceğe uzanacak. Kadınlar uluslar üstü bir birleşme gerçekleştirdi. Gidişimizin oradaki kadınlara güç verdiğine de inanıyorum. Neticede ben o kadının hiçbir şeyiyim ama onun yanındayım. Bunu hissetmek, ayağa kalkmaya çalışan insanlar için çok destekleyici. Zeynep Korkunç (2005 katılımcısı): Bize bazen “Türkiye’de hiçbir sorun yokmuş gibi oraya barış dağıtmaya giden burjuva kadınları” diye bakılmasından rahatsızım. Oysa Türkiye bölgenin bir parçası, yarın bizim başımıza da bomba yağmayacağının garantisi yok. Diyarbakır’ı boş verip, oryantalist bir bakış açısıyla Filistin’e gitmiş değiliz. Kaldı ki bir ülkedeki savaş tüm dünyayı etkiler, barış da savaş da evrenseldir. Ben bu tura aileme yalan söyleyerek katıldım, bunun sonuçlarına katlanmayı göze aldım. Biz 2005’te gittik geldik, 2006’da Lübnan bombalandı. İçim çok acıdı, sanki İstanbul bombalanıyormuş gibi hissettim. Belki hiç Beyrut’a gitmemiş olsam, o olay benim için bir gazete haberi olarak kalacaktı. Yani hem Ortadoğulu kadınlar hem kendim için bir şey yapmış oldum. Orada olmamızın kadınlara umut verdiğini düşünüyorum. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle