29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 14/2/08 16:25 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 17 ŞUBAT 2008 / SAYI 1143 Ölmeden önce gitmeniz gereken yer Deniz Ülkütekin Rio Karnavalı, her yıl yüz binlerce insanı kendine çekiyor. Samba okullarının kapışması ve uçsuz bucaksız Copacabana sahilindeki balolar karnavalın geleneksel etkinlikleri ve medyanın ilgisi çoğunlukla bunlar üzerinde. Sokak aralarındaki partiler ise katılanları samba ritimleri eşliğinde sınırsızlığa ulaştırıyor. B rezilya’nın kültürel başkenti Rio de Janeiro, Atlantik Okyanusu’na bakan upuzun sahili ve arkasındaki tepelere yaslanmış gecekondu mahalleleriyle güzel manzaralı bir kent. Ancak kente en yukarıdan bakan İsa Heykeli’ne kadar uzanan gecekondular ve sahil tarafındaki şık zengin mahalleleri arasındaki belirsiz sınırda, son derece keskin çizgilerle ayrılmış sosyal farklar ortaya çıkıyor. Her yıl bir hafta boyunca da Rio’nun insanları ve kente gelen binlerce ziyaretçi, yeryüzündeki en önemli karnavalı gerçekleştirmek için bu farkları bir kenara itiyor. “Rio Karnavalı, yine coşkulu görüntülere sahne oldu.” Bu, her yıl tekrarlanan bir haber. Görüntülerde, ilginç kostümlerle sokaktan geçen insanlar ve tabii ki birbirinden güzel kızlar yer alıyor, ancak karnaval kesinlikle bundan ibaret değil. Rio Karnavalı’nın ana teması Sambradona Meydanı’nda düzenlenen samba gösterisi. Aslında bu bir gösteriden çok, bir yarışma. Ülkenin dört bir yanından gelen onlarca samba okulu, aylar öncesinden yapacakları gösteriye hazırlanmaya başlıyor. Belki geçit töreni sırasındaki görüntüler son derece estetik, ama okullar arasındaki rekabet inanılmaz. Hatta son yıllarda yarışmanın öne çıkan topluluğu Beija Flor, jüriyi etkileyerek şike yaptığı suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Gösteri sırasında Sambradona’nın çeşitli noktalarında yer alan jüri üyeleri yaptıkları değerlendirmeyle en iyi altı okulu seçiyor. Bu altı okul, ertesi hafta karnaval kapanışında bir kez daha gösterilerini sunuyor. Samba okulları, bu işe meraklı insanları toplayan boş zamanları değerlendirme yerleri değil. Genelde aynı yerleşim bölgesinde oturan insanlar bir araya gelerek bu oluşumları uzun süre devam ettiriyor. Bu okulların bir de futbol takımları gibi taraftarları var. Samba okulu, bulunduğu bölgenin temsilcisi konumunda. Üyeleri ise genelde işçi sınıfından ve fakir bölgelerden gelenler. Her okul gösterisini karnaval için belirlenen bir tema etrafında hazırlıyor. Bu tema kimi zaman Hitler katliamını sembolize eden çıplak kurbanların samba gösterisi bile olabiliyor. 2000’deki karnavalda tema Brezilya tarihi olarak belirlenmişti, 2004’te ise her okul geçen yıllardaki bir gösterisini tekrar sundu. Beija Flor, bu yıl, Brezilya ve dünya çevresinde bir seyahati tasvir ederken, Porto Pedra, Japonların Brezilya’ya ayak basışını konu ediniyordu. Mangueira ise kuzeydoğu bölgesinden akrobatik yetenekler gerektiren frevo isimli dans için bir anma gösterisi hazırladı. Rio’nun uçsuz bucaksız Copacabana sahili de karnavalda düzenlenen balolara ev sahipliği yapıyor. Karnaval süresince düzenlenen baloların içeriği çok çeşitli. Eşcinseller balosu, yalnızlar balosu ve gala balosu. Gala balosunda, sanatçılar, futbolcular ve top modeller yer alıyor, bu yüzden medya en çok bu etkinliğe ilgi gösteriyor. Samba gösterisi ve balolar ne kadar ilginç olursa olsun asıl karnaval ruhu, kentin çeşitli noktalarında düzenlenen sokak partilerinde. Karnaval süresince sokaklarda ilk kural, kibirliliği geride bırakmak. Çünkü kızlar ve erkekler saatler boyu süren müzik eşliğinde dans ederken üstlerini örten kimliklerinden sıyrılıyorlar. Sınırsız özgürlük, birkaç gün için bile olsa, Rio sokaklarını zapt ediyor. Yüzlerce ırk ve dinin bir araya geldiği bu Latin topraklarındaki çok kültürlülük, karnaval boyunca ortak bir zeminde buluşuyor. Zengin kızla fakir oğlanın aşkını anlatan pembe dizilerin ortaya çıktığı Brezilya’da karnaval farklı kültürler ve sosyal sınıfları da buluşturuyor. Çünkü birçok modern top lumun aksine Rio’da bir hafta boyunca eğlence, elit zümrenin tekelinde değil. Ama bu sadece karnavala ait bir ruh, yani uçucu, göz boyayıcı… Bu yılki karnavala 200 bini yabancı olmak üzere 700 bin kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Güvenlik güçlerinin sayısı ise 9 bin 700. Karnavaldaki güvenlik sıkıntısı bazen beklenmedik sorunlara yol açıyor. 2006’da son yıllarda artan suç olayları nedeniyle alandaki güvenlik sıkılaştırıldı, ancak bu sefer de Characa do Ceu Müzesi’nden, Monet ve Picasso gibi ressamların paha biçilmez eserlerinin çalınmasını engelleyecek güvenlik güçleri ortada yoktu. Copacabana plajında sabaha kadar süren eğlenceler ve tabii en önemlisi, karnavalın daimi katılımcılarından Arjantinli Edgardo Levita’nın da değindiği gibi, içki, kadınlar ve karnaval, her şey mükemmel görünüyor... Burada yalnızca sinema konuşulur... ollanda’nın Rotterdam kentinin turizm listelerinde gözde bir yeri olmasa da 37 yıldır dünyanın her köşesinden yüzlerce konuğu çekmesinin önemli bir nedeni var: Uluslararası Rotterdam Film Festivali. Festival, sezon sonunda, yeni sezonu başlatan Berlin’den birkaç gün önce yapılmasının ve gösterilen filmlerin çoğunun geçen yılınkiler olmasının bile gölge vuramadığı ününü, genç yönetmenlere ve özellikle Avrupalıların artık “güney” diye tanımladıkları ülkelerin yönetmenlerine sağladığı parasal olanaklara borçlu. Bu yılın programında Handan İpekçi’nin “Saklı Yüzler”, Semih Kaplanoğlu’nun “Yumurta” filmi gibi daha önceden izlediğimiz yapıtların yanı sıra Hüseyin Karabey’in festivale soluk soluğa yetişen “Gitmek” filmi de izleyicinin ilgisini çekti. Karabey, önemli Cepteki Çiçek. festivallerden davetler aldı. İngilizce adı “My Marlon and Brando” biraz garip kaçsa da “Gitmek” dört dörtlük bir film. Her şeyden önce en basit öykülerde bile oyuncuların habire üst baş ve takı değiştirdiği, kadınların alımlı ve şehvetli, erkeklerin yakışıklı ve çapkın olduğu yapay anlatımlardan uzak. Karabey, kısa film, belgesel çalışmaları ve workshoplarıyla her anlamda kendini sinemaya adadığını kanıtlamış biri. Bir yanda ticari filmler öbür yanda Zeki Demirkubuz ya da Nuri Bilge Ceylan sineması gibi sanatsal üstünlüğü tartışılmaz, ama izleyiciyle buluşamayan filmler üreten çağdaş Türk sinemasında bir “üçüncü” olanak arıyor. H Yaşlı Adamlar İçin Bir Ülke Değil. Gönül DönmezColin Festivalde, Asya sinemasının her yıl olduğu gibi bu yıl da yıldızı parlıyor, ama bir zamanlar yalnızca Çin, Japon ve İran ile tanımlanan Asya sinemasında son yıllarda en büyük çıkışı Güneydoğu Asya yaptı. Başta da Tayland, Singapur ve Malezya. Şu sıralarda bu ülkelerden film göstermeyen festival yok gibi. Rotterdam’da en büyük ödül VPPO Kaplan Ödülü'nü alan üç filmden ikisi bu bölgeden. Tsunami olayında yitirilenleri ölçülü bir duygusallıkla veren, Aditya Assarat’ın Tayland filmi “Şahane Kasaba” ve Liew Seng Tat’ın çocukların evrenini yansıtan Malezya filmi “Cepteki Çiçek”. Üçüncü ödüllü film Danimarka’dan Omer Shargawl’ın “Selametle Git Cemil” filmi, Kopenhag’da Arap göçmenlerin evrenini yansıtıyor. Bu yıl festivalde Orta Asya sineması dikkati çekti. Bağımsızlık ertesi karşılaştıkları ekonomik sıkıntılardan film üretimi acıklı bir şekilde azalan bu ülkelerde dijital olanaklarla yeni bir devinim yaşanıyor. Ne yazık ki bu filmlerin yansıttığı gençlik dünyası karamsar ve umutsuz bir dünya. Festivaldeki filmler de işsizliğin, parasızlığın yanı sıra yaşam savaşında manevi değerlerini yitiren bir toplumun sancılarını yansıtıyordu. Örneğin “Adep Ahlak” filmi (Marat Alikulov) başını tren raylarına dayayan bir gencin acı çığlıklarıyla başlıyordu. Kazak sineması deyince önde gelen isimlerden biri Darejan Omerbayev. Gözü devamlı Batı'da olan ve Asya sinemasına yakın zamana dek burun kıvıran çoğunluk tarafından ilgisizlikle karşılanan Omerbayev’in son yapıtı “Shuga” bir Anna Karanina uyarlaması. Karanina’nın mutsuz aşk öyküsünü bir araç olarak kullanarak günümüz Kazakistan’ında üst tabakanın yaşam tarzını, lüks arabaların, kürk mantoların ardındaki mafya dolaplarını her zamanki imge yüklü sinema diliyle veriyor Omerbayev. Festivalin en ilgi çeken filmlerinden biri Bob Dylan’ın yaşam öyküsünden çok sanatından ilham alan “Ben Orada Yokum” filmiydi. Filmde, Dylan’ın yaşamını kronoloji izlemeden, birbirinden değişik oyuncular canlandırıyordu. Yönetmen Todd Haynes perdeye sanatçının yaratıcı yanını aktarmak, Dylan şarkılarıyla devrin sosyal ve politik ortamı arasındaki bağları vurgulamak istemişti. Gişe rekorları kıran bir film ise Joel ve Ethan Coen kardeşlerin “Yaşlı Adamlar İçin Bir Ülke Değil” (No Country for Old Men) yapıtıydı. Korku ve lirizmi harmanlayan bu filmden vahşet ve kara hiciv eksik değildi, ama saatin tik taklarından başka hiçbir ses duyulmayan “anlatım sessizlikleri” en etkileyici anlardı. Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nde bu yıl gözler Orta Asya ve Güneydoğu filmlerindeydi. Dijital olanaklar sayesinde yüksek bütçe bulma sıkıntısından kurtulan bu ülkelerin filmlerine yansıyan şimdilik karamsar bir dünya. Festivale Türkiye’den de Saklı Yüzler, Yumurta ve Gitmek filmleri katıldı. Ben Orada Yokum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle