29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 14/2/08 16:16 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 EDİTÖR’DEN Şarkı çürüdü. “Ben gençliğin ne olduğunu biliyorum, ama sen yaşlılığı bilmiyorsun” diyordu Orson Welles şarkısında, oysa bugün gençler, yaşlılığı gençlikten daha iyi tanıyor… Gençlik başı ve sonu rakamlarla belirlenen bir zaman diliminden ibaret artık, beden o dilimin içinden süzülerek geçiyor, ama akıl tutulup kalıyor… Sonsuz bir gençliği arzuluyor, içinde olduğu bedeni giderek artan bir öfkeyle küçümsüyor, geriye doğru kaçıyor… Bu hiç de küçümsenecek bir tutsaklık hali değil, birkaç kuşağı birden içine çeken derin, karanlık bir kuyu… Geçen yıl, daha yirmili yaşlarının ortasına doğru yürüyen bir gazeteci arkadaşım “Geç kalmışlık hissi”nden yakınmıştı, his boğazını sıkıyor, ne geçmişine huzurla, ne geleceğine telaşla bakabiliyordu, ikisi de yok gibiydi, olmamıştı, olmayacaktı… Aynı tarihlerde hem bu arkadaşımızın, hem de beş aşağı, beş yukarı aynı yaşlardaki, özellikle kadın arkadaşlarımızın, dostlarımızın yakınmalarından yola çıkarak 30 yaş bunalımını dergide konu edinmiştik... Başta yapay bir sorun gibi duruyordu, özellikle de insanların toplam 30 yıl yaşadığı zamanlardan bugüne uzanan kuşaklar düşünüldüğünde, ama vardı. Kadınlar 30 yaşına geldiklerinde bedenlerine ve akıllarına bir hiçlik algısıyla bakıp kıvranıyorlardı… Elbette fiziki bir durum yoktu; sıkıntı, gençliğin ve güzelliğin hayatın esası haline getirilmesindeydi. Kadının üzerine kurulan pazarlama tekniğinin, moda ve kozmetik sanayiinin de desteğiyle belirlediği “ideal”in dışında kalanların pek hareket alanı yoktu… “Bir şey” olabilmek görünürlükle ilgiliydi.. görünür olabilmek ise “ideal”i yakalamakla mümkündü… 30 yaş krizini yaşatan da işte buydu, pazarın idealinin dışında kalanın yalnızlığı ve umutsuzluğuydu… Deniz Yavaşoğulları bu sayımızda kendinden de yola çıkarak gençlerin yaş takıntısını ele aldı. Neredeyse bir günü, bir aya eşdeğer bir hızla tükettiklerini düşünüyorlardı... Bedenlerinin yaşına inat, kendilerini yorgun hissediyor, hayatı bir sınav ve rekabetten ibaret görüp kaygıyı çoğaltıyorlardı. Deniz, dört gençle bu kaygıyı nasıl taşıdıklarını konuştu, nedenleri üzerine de psikolog Leyla Navaro ve psikiyatr Cem Ataklı’dan görüş aldı… Tüketimi arttırmak için gösterilen akıl almaz çabalara, reklamcılık sektörünün aklın sınırlarını zorlayan uygulamalarına bakılırsa, yakında “yaşlandım” diyen çocuklarla karşılaşacağız… Ne kadar yorucu değil mi? İyi haftalar... Berat Günçıkan ([email protected]) 17 ŞUBAT 2008 / SAYI 1143 Ölüm her an kapımızda... Esra Açıkgöz G ebze yakınlarında, Yenimahalle’de yokuşun tepesinde tek katlı bir ev. Bir oda, bir salon. Salonda yanan sobayla ısınıyor bütün aile. Hepi topu üç kişiler zaten, Dursun ve altı yıllık eşi Zaide Yıldırım ile yerinde duramayan oğulları Okan. Dört yaşında, ama konuşmakta zorlanıyor. Ailesi nedeninden tam emin değil, küçük yaşta annesi çalışmak zorunda kalınca, evde tek başlarına bırakmalarına bağlıyorlar durumu. Çünkü düzenli bir doktor kontrolüne götürememişler Okan’ı, belki ileride... Bizi bu eve misafir eden neden, bunlardan çok farklı; ölümler. Sözünü ettiğimiz Tuzla Tersaneleri’nde yedi ayda yaşanan on beş ölüm. Bir de aylardır yoğun bakımda yatan tersane işçisi Gazi Akıllı. CHP, 5 Ocak’ta yaşanan bir ölümden sonra, Meclis’e önerge verdi. Limiter İş, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na “Tersaneler Gerçeği” raporu sunacak. Peki, bu gerçekler ne mi? muhabbetimiz, kocalarımızın işi. Aşağıda bir teyze var, oğlu tersanede yanarak öldü iki yıl önce, acıyı atlatmış değil. Bu işte çalıştığı sürece Dursun’un da bir ayağı çukurda olacak, ama”... Sözünü kesiyor Dursun, sanki sorumluluğu üstüne almak ister gibi, “Zorunluyuz, çalışacağız, ucunda ölüm de olsa” diyor, “İlk ölümlerden sonra korktum, başka sektörlerde iş aradım, ancak çok az veriyorlar, o parayla geçinmemiz mümkün değil. 35 yaşındayım. Belki bir gün ben de büyük bir kaza geçirip, aileme acı yaşatacağım diye çok endişeleniyorum, ancak yapacak bir şey yok ki. Çalıştığım tersanede, iki bin işçi var. Bir gemide, 200 kişi çalışıyoruz; kaynakçılar, taşçılar, montajcılar... Ben dikkat edecek olsam da, birinin ufak bir hatası, dalgınlığı hepimizi ölüme götürebilir. Yeterli denetim de yapılamıyor.” Bir yılda kaç iş kazası geçirmiş, Dursun? “İki” diye yanıtlıyor. Şiddetli olmayan yanıkları, kesikleri, zehirlenmeleri, zedelenmeleri iş kazası saymıyorsunuz herhalde, diyorum, gülüyor: “Yok canım daha neler”... Oysa bunlar pek de küçümsenecek kazalar değil, hele de zehirlenmeler. İlk ağır iş kazasını, işe yeni girdiğinde yaşamış. “Yemek molasından sonra gemiye çalışmaya dönüyorduk, lambaların fişini çekmişler, lombar deliğinin içine yanlamasına düştüm, Allah’tan tek bacağım dışarıda kaldı da ölümden kurtuldum. Revire gittim, pek bir şey yaptıkları yok, pansuman yapıyorlar, merhem veriyorlar, bunları kendin de yaparsın. Hastaneye kendileri götürüyorlar, çünkü iş kazası rapora geçmesin diye özel hastaneye götürüyorlar.” Kazadan sonra kaç gün mü dinlenmiş? Hiç. “Dinlensem yevmiyemden kesilecekti, benimse paraya ihtiyacım var.” İkinci büyük iş kazasını geminin yan tarafında çalışırken geçirmiş. Gemideki delikleri kapattıkları seramiklerden biri iyi kaynak yapılmadığı için patlayıp, Dursun’un boynunu yakmış. “Allah’tan üç metre kalınlığındaydı, daha büyük olsa ölebilirdim. Yanmanın hararetinden sinirle dışarı çıktım, ama kime kızacaksın ki? Ustabaşının yanına gittim, revire gönderdi, pansuman yapıldı. Hastaneye bile götürmediler. Patronun damadı, harçlık yaparsın, merhemini alırsın diyerekten on YTL para verdi, kendim gittim hastaneye. Ertesi dört gün izin yaptım, yanık hâlå geçmedi, ama çalışmam gerekiyordu, mecbur sıktım dişimi” diyor. O günü hatırlarken suratı asılıyor Zaide’nin “Pansumanını kendim yaptım her gün, daha yeni yeni iyileşmeye başladı. Kaza geçirdiği gün, kendi sağlık sorunlarım nedeniyle hastanedeydim. Arayıp, ben iş kazası geçirdim deyince şoke oldum, eve gelene kadar aklıma gelmeyen kalmadı. Eve gelince gördüm, kötüydü, ama daha kötüsü olabilir, ölebilirdi” diyor. Bunca tehlikeyi göze aldıran, adı sık geçen paradan kasıt ne mi? Günlük, 40 YTL ve yatırılması patron vicdanına kalmış, sigorta primi. 200 YTL’lik kiralarına, su, elektrik faturaları eklenince 300350’yi buluyormuş masrafları. Kışın kömür parası, ayakkabı, elbise derken, geriye kalan 150 YTL’yle de aylık market alışverişlerini yapıyorlarmış. “Çocuk da var. Pek fazla harcayacağımız yer yok, bir yerlere gitmiyoruz, hem Tuzla Tersaneleri’nde, yedi ayda on beş işçi öldü. Dursun Yıldırım da bir tersane işçisi. Ölenleri tanımıyor. “Ama” diyor, “hepsi aynı kaderi paylaştığım insanlar”. Bu döngüyü delebilmek için oğlu Okan okusun istiyor. Haftanın yedi günü, hiç izin yapmadan çalışması bundan. Karısı Zaide de kaygılı, televizyonda Tuzla’yla ilgili haber duysa korkuya kapılıyor, ama... Fotoğraflar: Uğur Demir Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı/Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. Yanıt için yine bu sobalı eve ve orada yaşayanlara dönmek gerekiyor. Ölenleri tanımıyor Dursun Yıldırım, “Ama” diyor, “hepsi aynı kaderi paylaştığım insanlar. Çalıştığım yerlerden birinden ayrıldıktan birkaç gün sonra, gemi yandı, ben de orada olabilirdim. Böyle kazaları gizliyorlar. Bir işçiyi elektrik çarpmış, kalp krizinden öldüğünü söylediler, dört gün gizlediler bizden”. O, on beş yıldır çelik konstrüksiyon sektöründe çalışırken geçinmekte zorlanınca yolunu tersanelere düşürmüş. Bir yıldır, tersanelerde kaynakçı olarak çalışıyor, ancak umduğu gibi daha fazla para kazanamamış. Bu sürede sekiz tersane değiştirmiş, nerede tamir edilecek gemi varsa oraya gitmiş. Tıpkı resmi rakamlara göre 25 bin, sendika ve uzmanlara göre 35 binden fazla tersane işçisi gibi. Bu rakam giderek artıyor, çünkü Türkiye tersane sektöründe dünyanın ilk on ülkesinden biri. “Bir ay hasta olmasan ikinci ay kesin 15 gün yatıyorsun. Demir, mazot gibi maddeler yüzünden zehirleniyoruz. Altı ayda bir demir zehirlenmelerine karşı iğne yapılması gerekiyor, ancak ben hiç denk gelmedim” diyor. Onun çalışma günlerini hesaplama görevi Zaide’nin, ocak ayı takviminde sadece 15 günü işaretlemiş, çalışıldı diye. Bir yıllık çalışma çizelgesinde tatil yaptıkları için es geçilmiş bir tarih yok. Dursun, “Bırakın bir haftalık tatil yapmayı, keyfi olarak bir gün bile işe gitmediğimi hatırlamıyorum, haftada yedi gün işe gidiyorum. Tatil yaparsak paramızdan kesilecek, zaten zar zor geçiniyoruz” diyor. İŞ YOĞUNLUĞU ARTIYOR, KAZALAR DA Araştırmalar, sektördeki iş yoğunluğuyla işçi kazalarının artışının paralellik gösterdiği yönünde. Bunda taşeronlaşma da etkili. Yıldırım’ın anlattıkları da bunu doğruluyor. “Bazen işler yoğun olduğunda mesai yapıyoruz, zaten yorucu bir iş olduğu için iyice dikkatimiz dağılıyor, canımız çıkmış oluyor. Böyle çalışmak bizim için çok tehlikeli” diyor. Yine de o, kendini şimdi daha şanslı ve “korunaklı” sayıyor, çünkü artık sıfır gemilerde kaynakçılık yapıyor. “Önceleri tamirdeydim, o zamanlar 15 gün çalışıyor, 15 gün yatıyordum, çünkü zehirlenmeler çok yoğun yaşanıyordu. Tamir gemilerinde iş kazaları da çok oluyor, çünkü gemilerde taşınan ham madde, mazot, petrol gibi şeylerin temizliği iyi yapılamıyor. Temizlik, tamir gibi bütün işlerin bir arada yapılması, kazaları arttırıyor” diyor. En büyük korkusu, kendi hatası yüzünden başkalarının zarar görmesi. O yüzden çok dikkatli çalışıyor, “Benim yüzümden birine bir şey olmasına dayanamam” diyor, “Yine de bu iş öyle zor şartlarda yapılıyor ki, ne kadar dikkat etsem de, risk hep var, hep ölüm tedirginliği ile yaşıyoruz”. Zaide Yıldırım da eşinin bütün gün ölümle karşı karşıya kalarak çalışmasından huzursuz. Kocasını işe yolladıktan sonra, kulağı haberlerde, tetikte bekliyor. “Tuzla’da bir olay olmuş dendiğinde ister istemez korkuyorum” diyor, “Akşamları biraz gecikse bir şey mi oldu acaba diye endişeleniyorum. Bu bölgede genelde tersanede çalışanlar yaşıyor. Kadınlarla toplandığımız da bile paramız yok, hem de ben öyle yorgun oluyorum ki halim kalmıyor, ancak düğün olursa eğlenmeye gidiyoruz” diyor Dursun. Yine de şimdiye kadar hiç birikim yapamamışlar. Tek istekleri, oğulları Okan’ı okutabilecek kadar para biriktirmek, çünkü kendileriyle aynı kaderi paylaşmasın istiyorlar. Ne mi olsun? “Onun hayatına ben karar veremem” diyor Zaide, “ama üniversite bitirsin, en büyük hayalimiz bu”. İşte bunu sağlamak için tersanede çalışmaya devam ediyor Dursun. Her sabah altıda kalkıyor, karısının zoruyla kahvaltı yapıyor. “Sabahları mutlaka süt içiriyorum, tersanedeki zehirlere karşı en azından böyle bir bakım uygulamaya çalışıyorum” diyor Zaide. Yedide yola çıkıyor Dursun, yol parasından tasarruf etmek için işe yürüyerek gidiyor, 08.30’da imzasını atıp işbaşı yapıyor, akşam en erken paydos ettiği saat 17.30. Kendinde güç bulabilirse, hava da kötü değilse eve yine yürüyerek dönüyor. Ölümleri durdurmak için bazı önerileri var Dursun’un: “Taş motorları, kaynak makineleri şarjlı olabilir, çünkü ölümlerin çoğu elektrik çarpması nedeniyle oldu. Mesela bir yeri yaparken yerde, suyun içindeki kablonun üstüne çapak düşüyor, yanan kabloyu söndürüp, bantlayıp çalışmaya devam ediyorsun... Devlet biz işçilere hiç sahip çıkmıyor. Oysa biz olmasak dünyada hiçbir şey yürümez, bütün dünyanın yükünü işçiler çekiyor, gözünüzün gördüğü ne varsa hepsi bizim elimizden geçiyor, ancak her olayda sanki suçlular bizmişiz gibi davranıyorlar, doğru dürüst maaş vermelerini bırakın, insanca davranmıyorlar bile. Dışarıda bir sürü çalışmak isteyen var, deniyor. Yani ya sev ya terk et... Bir arkadaşım iş kazası geçirdiği için rapor isteyince patron işten çıkardı. Bir işçiyi silmek bu kadar kolay. Bunlar değişmeli”. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle