29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 3 14/2/08 16:18 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 17 ŞUBAT 2008 / SAYI 1143 3 Irkçılık “ırk” gözetmiyor Dünyada ırkçılık gitgide artıyor, insanların “başka”larına, kendinden olmayanlara tahammülü azalıyor... Geçen haftalarda Almanya’nın Ludwigshafen şehrinde, Türklere ait bir bina yandı. Beşi çocuk, dokuz kişi öldü. Olayın kundaklama olduğuna dair net bir kanıt yok. Ancak yan binanın duvarına yazılmış “Hass” (nefret) kelimesi buna işaret ediyor. Deniz Yavaşoğulları O rtaokuldaki Almanca öğretmenim, derslerden birinde Almanya’dan nasıl, neden döndüklerini anlatmıştı. Olay 1983’te Düsseldorf'ta geçiyordu: “Komşumuzun çocuğu ilkokula o gün başlamıştı. Ben de Almanya’nın iyi okullarından birine girmeye hak kazanmıştım, o okulda okuyan ilk Türk olacaktım. Sabah evden beraber çıktık, mutluyduk. Döndüğümde ise ailem perişan haldeydi. Türkiye’ye geri dönmeye karar vermişlerdi. Neden diye sorduğumda komşumuzun yedi yaşındaki oğlunun telefon kulübesine sokularak canlı canlı yakıldığını öğrendim.” Anlatırken de gözleri dolmuştu. Bense 2. Dünya Savaşı filmlerinin, sadece filmden ibaret olmadığını bir kez daha idrak etmiştim. Geçen hafta benzer bir olay daha gerçekleşti yine Almanya’da. Ludwigshafen şehrinde Türklere ait bir bina yandı, sonucunda ise beşi çocuk, dokuz kişi hayatını kaybetti. Olayın kundaklama olup olmadığı hâlâ belli değil ancak yanan evin yanındaki duvara yazılmış Hass (Türkçede nefret anlamına geliyor) kelimesi buna işaret ediyor. Ayrıca 15 yıl önce binanın alt katında neoNazilere ait bir lokal olduğu da biliniyor. Dünyada ırkçılık artıyor, toplumların kendinden olmayanlara tahammülü ise git gide azalıyor. Sadece gazetede yazılanlar değil, çevremdekilerden duyduklarım, yabancılarla konuştuklarım da buna örnek. İngiltere’de konuştuğum İngiliz, sol görüşlü biri, ona konu arasında, siyahların tacizine uğradığımızı anlattığımda “İnsan ırkçılık yapmak istemiyor, ama gerçekten böyle, hepsi aynı” diye cevap vermişti. Aynı dönemde Londra’da yaşayan Türk bir arkadaşım ise mahallelerindeki Pakistanlı çocuğa, İngiliz çocukların taş attığını anlatmıştı. 2007’de Stoke Nevington’da 16 yaşındaki “Türk” lakabını kullanan melez David Nowak ve 17 yaşındaki Ethem Çelebi de ırkçılar tarafından öldürüldü. St. Petersburg’da bir grup öğrenci ırkçılık karşıtı gösteri yaparken... 50 bin dazlak varken, tüm dünyadaki dazlak sayısının 70 bin civarında olduğuna dikkati çekmişti. Sosyolog Mark Urnov da Rus toplumunun radikalizme yönelmesinin ürkütücü boyuta ulaştığını, Rusya’da saldırganlık ve baskı yanlısı yönetime karşı büyük bir sempati bulunduğunu söylemişti. Bu açıklamalardan tam bir yıl sonra Rusya’da ırkçı saldırılar zirveye ulaştı, tam 53 can aldı. Sova Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Galina Kozhevnikova’nın Interfax’a verdiği bilgilere göre ise, 2006’da Rusya genelinde 500 nefret suçu işlendi. Irkçı saldırılarda 53 kişinin ölmesinin yanı sıra, 460 kişi de yaralandı. 2007'de yakalanan, 18 yaşındaki Ermeni asıllı Arthur Ryno ise ırkçı sebeplerden ötürü, sekiz ay gibi kısa bir süre içinde 37 kişiyi öldürdüğünü, Rus kökenli Paul Skachevsky’nin de kendisine 20 cinayette yardım ettiğini itiraf etti. İki genç de üniversite öğrencisiydi. 2005 yılındaki seçimlerden ırkçı sloganı ve reklamı nedeniyle men edilen Rodina (Anavatan) Partisi’nin, geçen yılın aralık ayındaki seçimlere katılması ve yüzde 7.74 oranında oyla 38 sandalye kazanması da ırkçılığın yükselişini kanıtlıyor. Partinin 2005’te seçimden men edilmesine neden olan reklamında, sarışın bir Rus kadın, çevresinde Orta AsyaKafkasya kökenli oldukları kolayca anlaşılan esmer tenli kişilerin olduğu bir çöplükte yürüyor, reklam “Şehrimizi pisliklerden temizleyelim” sloganı ile bitiyordu. Rusya’da artan ırkçılığın, görüntülerini youtube’tan izlemek, takip etmek de mümkün. Aratma kısmına “Russian racist skinheads” yazdığınızda karşınıza çıkan videolar gerçekten ürkütücü. Bazıları ise gerçekten çok fazla şiddet içeriyor... Peki ya Türkiye? Avrupa’da, Rusya’da, Amerika’da ırkçıların hedefinde olan Türklerin Türkiye’de hümanist olduklarını söylemek de mümkün değil… (Ancak bu cümle de ırkçılık mantığıyla bağdaşan bir genelleme oldu, farkında olmadan!) 70’li yıllarda Kahramanmaraş, Çorum ve Malatya’da Alevilerin evlerini önce işaretleyip sonra yakmak, onlarca kişiyi öldürmek, doksanlarda Sıvas’ta aydınları yakmak, son bir yılda Tarlabaşı Karakolu’nda siyah Festus Okey’in ölümü, Rahip Andrea Santoro ve Hrant Dink’in katledilmesi tarihimizin sayfalarına kazındı... İnsanın aklına, Malina’nın da yazarı Ingeborg Bachmann’ın sözleri geliyor: İnsan faşist doğar, sonra bundan arınmak için çırpınır… “Hass” kelimesinin “S”leri “SS” işareti şeklinde... olarak karısını öldürüp, saldırganın siyah olduğunu söyleyerek polisi yıllarca oyalayan birinin hikâyesi yer alıyordu. Fransa’da da Araplar, Faslılar, Cezayirliler ve Türkler sevilmiyor. Danimarka’da da, Norveç’te ve İsveç’te de… Ancak İsveç ve Norveçliler de birbirlerini sevmiyor. Türklerin, Cezayirlilerin, Faslıların da onları pek sevdiği söylenemez. Hisler karşılıklı. Yine Danimarkalı bir arkadaşım bana, ülkelerinde tecavüz olaylarının git gide arttığını, zanlıların neredeyse hepsinin Türk ve sakallı olduğunu, sözlerine “belki sizde de aynı sorun vardır” cümlesini ekleyerek anlatmıştı. Daha da kötüsünün, bu tecavüzcü Türklerin “onlar mini etek giyip tahrik ediyorlar” diye kendilerini savunduklarını söylemişti. Danimarkalı arkadaşımla bu muhabbeti yaptığımızda Alanya’daydık. Aynı yıl, aynı yerde iki turist tecavüze uğrayıp öldürüldü. Avrupa ve Amerika’daki ırkçılığa, belki filmlerden kitaplara kadar birçok alanda söz edilmiş olmasından dolayı alışkınız, bu yüzden enternasyonalist geleneğe sahip Rusya’daki ırkçılık insanı daha çok rahatsız ediyor. Üstelik Rusya’daki ırkçılık Avrupa’dakinden çok daha fazla. 2005 yılında Uluslararası İnsan Hakları Bürosu uzmanlarından Semen Çarnıy, Rusya’da EVRENSEL SORUN Diğer Avrupa ülkelerinin ve Amerika’nın da buralardan farkı yok. Özellikle Amerika’daki ırk ayrımı, siyah nefreti veya korkusu filmlerde dalga konusu olarak bile ele alınıyor. Örneğin, korku filmleriyle dalga geçen “Korkunç bir Film”de, başroldeki kıza maskeli bir katil saldırıyor, kız bir odaya saklanıyor. Odada telefon yok, ama internet var. Bir an kendisiyle acilen ilgilenmeleri için ne yapması gerektiğini düşünüyor, ardından imdat çağrısının yanına bir cümle daha ekliyor: Saldırıda bulunan kişi 1.80 boyunca, erkek, siyah! Amerika’da bu olay öyle çok kullanılıyor ki… Michael Moore’un “Benim Cici Silahım” belgeselinde buna örnek “Aleviler”in “başkası” olduğu Sıvas... Her şeye inat gülümseyin diye... Selcen Aksel örsel sanatların alanının teknik ve içerik açısından hızla genişlediği bir dünyada yaşıyoruz; kimi zaman kirliliğe varan bir gidiş bu. Gürbüz Doğan Ekşioğlu gibi bazı anlatım ustalarının özgün dünyaları ise bu ortamda, sakin bir duruşun simgesi olarak karşımıza çıkıyor. Onun tuvallerinde bir merdivenle gökyüzüne çıkılıyor, bir kuş olup tersten dünyaya bakılıyor... Kedileri de farklı farklı çoğalıyor Ekşioğlu’nun, ya da unutturulmaya çalışılan insanları hapseden dikenli teller bir güvercin oluyor utanıp. Ekşioğlu, karikatürcü, grafik tasarımcı, illüstratör kimliklerini taşıyan bir sanatçı. Milli Reasürans Sanat Galerisi’ndeki sergisinde, son dönem yapıtlarını, objeler ve merdivenlerini de içeren geniş bir seçkiye yer veriyor. Tuvallerinde farklı evrenlere uzanıyor, guaj boya resimlerini yapmayı sürdürüyor Ekşioğlu. Sergideki çalışmalarının çoğunu son iki yılda yapmış; Makedonya Postanesi için yaptığı “mektup serisi”ve kedilerinden MediaCat için yaptıkları dışında, tümü bu sergi için hazırlanmış yapıtlar. İnce mizah sergiyi özel kılan tek unsur G değil; evrensel bir dili de sahipleniyor sanatçı. Yaratıcılığa inanıyor; alışılmış simgeleri, yeni öykülerde yeni rollerle karşımıza çıkarıyor. Öyküleri, amaçladığı gibi, “her ülkeden insana” çıkıyor. Yurtdışında gördüğü ilginin nedenini de böyle açıklıyor zaten. Birer görsel unsur olmaktan öte, ağaç ya da balıkla anlattığı insansı duygular, durumlar, yani “Sürrealizm” ona göre herkesin düşlerini anlatmanın yolu. Kişisel gelişimini destekleyen ustalara dikkat çekerken Saul Steinberg’in, Rene Margitte’in, Ali Ulvi’nin, Mengü Ertel’in, Turhan Selçuk’un adlarını da anıyor Ekşioğlu, bir de heykelden resme tüm alanlarda bir şeyler öğrendiği, grafik okuduğu Marmara Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarını... “Daha çok evin kapısından girmek gibiydi okula girmek, öncelikle sanatçı olmaktı istediğim” diyor. “Çağın dili”yle anlatmaya kapı açan grafik eğitiminin de bugün ulaştığı Gürbüz Doğan Ekşioğlu hayatın kaosuna inat duru resimleriyle çekiyor izleyiciyi kendine… Mizahı kederin üzerini örtmek için değil, aksine ortaya saçmak için kullanıyor. Belki de izleyicinin yaratıcılığını da kışkırtmak derdi, bakın, düşünün, sorun diyor… noktada büyük payı olduğunu vurguluyor. Plastik değerler; ışıkgölge, renk, desen, görsel sanatlarda ana unsurlar ona göre, tuval ise sanatını daha geniş dünyalara taşımasının aracı. Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun yapıtlarında felsefenin, siyasetin ve duyguların yeri var; mizahın açık ve şaşırtıcı anlatımıyla birlikte. Siyaset deyince çok açık konuşuyor: “Bence yaşayan her insanın mutlaka siyasete eğilmesi gerekiyor. Hayat siyaset üzerine, hiç ilgilenmeyen insanı bile bir tarafa sürüklüyor”. Yapıtlarında okuyanyazan insanın çelişkileri de var, bitmeyen savaşlar, emperyalizm de... “İnsanı insan yapan, dünyaya ve diğer insanlara duyarlı oluşudur” diyor, “Aksi halde, varlığını sürdüren bir biyolojik canlısınızdır yalnızca”. Ekşioğlu’nun mizah yüklü, kafa karıştırıcı, bir o kadar da açıcı işlerini 1 Mart’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde görebilirsiniz. (Tel: 0 212 230 19 76)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle