22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 ARALIK 2008 / SAYI 1187 9 Türkiye’de 450 bin otizmli var, ancak çoğunun farkında bile değiliz; çünkü onların yaşam alanları evleriyle sınırlı. Hayat birçoğumuz için akıp giderken onlar için anlamlı bir bütün bile oluşturamıyor, birbirinden kopuk parçalar halinde öylece duruyor. Beyinlerindeki kodlama genelden farklı, onlar “Beni seviyorsun” diyorsa bilin ki anlatmak istedikleri “Seni Seviyorum”dur… Depresyon değil, beyin tümörü! Duygu Asena hastalandığında depresyona girdiğini sanmıştı, oysa sorun beynindeydi, tümör vardı. Asena ne ilk ne de son… Özellikle beynin ön bölgesinde beliren ve yavaş yavaş büyüyen tümörler depresyona benzer belirtiler gösteriyor. Beni seviyorsun... Aslı Borucu Duygu Asena. Elif Su Florence Nightingale Hastaneleri Nöroşirürji Bölüm Koordinatörü Prof. Dr. Cengiz Kuday, tümörün iyi ya da kötü huylu olmasına ve bulunduğu yere göre belirti vereceğini söylüyor. Depresyonla karıştırılanlar ise genellikle yavaş büyüyen, iyi huylu tümörler. “Tümör beynin frontal yani ön bölgesindeyse, eğer yavaş da büyüyorsa depresyonla karışabilir” diye hatırlatıyor Kuday “Örneklerini çok görmüşüzdür. Hareketlerde yavaşlama varsa ve hasta ileri yaştaysa bunama olduğu düşünülür oysa o kişide beyin tümörü olma ihtimali de güçlüdür.” Tümörü depresyondan ayırt etmenin bir yolu da işitme kaybı. “Başlangıçta hastanın kulak çınlaması vardır. Yıllar içinde, yavaş yavaş artar, sağırlığa kadar gider. Bu kişiler doktora görünse de bir film çekilmediği için tümör büyümeye devam eder” diyor Kuday. B yi tanıdığınızı sandığınız birinin zaman içinde kişiliği tamamen değiştiyse, örneğin içe kapanıkken neşeli biri olduysa, hiç küfür etmezken, en ağza alınmaz küfürleri etmeye başladıysa bu durumun altında yatan önemli bir sebep olabilir: Beyin tümörleri… Buna dair bildiğimiz en yakın örnek yazar Duygu Asena. Önce depresyona girdiğini düşünen, hatta depresyon tedavisi gören Asena’nın beyninde tümör olduğu geç anlaşılmış, tedavi fayda etmemiş, yaşamını yitirmişti… Günümüzde beyin tümörlerinin görülme oranı oldukça fazla. Beynin kendi yapısından kaynaklanan ya da metastatik olabilen beyin tümörleri, en korkutan tümörler arasında başı çekiyor. İ KİŞİLİĞİ BOZULDUYSA! Sadece bununla kalmıyor beyin tümörleri, kadınlarda adet bozuklukları, göğüsten süt gelmesi, görme bozuklukları, el ve ayakta büyüme, erkekte tüy dökülmesi, kadında tüylenmenin artması, koku ve tat alma duyusunda bozukluk, yürümede sarsılmalar ve denge sorunu da ortaya çıkabiliyor. Peki, iyi huylu tümörle, kötü huyluyu ayırt etmenin bir yolu yok mu? Kuday “İyi huylu tümörler yavaş gelişir, kötü huylu tümörlerde olay çok hızlıdır” diye yanıtlıyor “Hatta bu gizli belirtileri vermeden daha kötü belirtileri ortaya çıkar. Örneğin çok şiddetli başağrısı, bulantı, kusma, uykuya meyil, ileri devrelerinde ise koma hali. Veya tömörün yerine göre, kişinin konuşması Prof. Dr. Cengiz Kuday. bozulabilir, ileri devrelerinde felçler ortaya çıkabilir, yani tümör her şeyi taklit edebilir.” Beyin tümörleri tüylenme, tüy dökülmesi gibi belirtilerin ötesinde kişiliği de tamamen değiştirebiliyor. İşte kendinizdeki ya da yakınlarınızda tümör olup olmadığından kuşkulanmanız için Kuday’ın dikkat çektiği farklılaşmalar: “Kişisel temizliğine dikkat eden biri artık etmez olursa, unutkanlıklar başlarsa, kişisel şahsiyet bozuklukları varsa tümörden kuşkulanabilinir. Örneğin çok düzgün bir insan küfürbaz biri olmuşsa veya tam aksi kişi içine kapanmışsa akla tümör gelebilir. Eğer tümör frontal bölgedeyse kişi neşeli, girişken, her şeye çok çabuk reaksiyon veren biri haline gelebilir.” Peki, gerçek sorun nasıl anlaşılabilir? Prof. Dr. Cengiz Kuday, nöroşirürjiyenin hastanın hikâyesini iyi bir şekilde alması ve gerekli tetkiklerin yapılmasıyla sorunun ne olduğunun ortaya çıkacağını vurguluyor. Bir vurgusu da, iyi ya da kötü huylu tümörü olup da tedavisi yapılan hastaların sık aralıklarla kontrol edilmesi… G irçoğumuz “normal” olmayan kişilere çeşitli etiketler yapıştırırız; deli, otistik, özürlü… Bu çaba “ötekiyi” anlamamızı engeller ve aramıza kimi durumlarda zaten var olan biyolojik farklılıkların yanında toplumsal olarak çizilmiş duvarlar da koyar. Oysa, bizim gibi davranmayan, konuşmayan, hissetmeyen kişilerle aramızdaki duvarı inceltmek, zor da olsa yok etmek insanca yaşamak için elzem. Ağustos ayında kurulan AsperDer “Asperger Sendromu ve Otizm ile Hayat Derneği” adlı dernek otizmlilerle “nörotipik”ler arasında bir bağ oluşturmayı, böylece başta asperger sendromlular olmak üzere tüm otizmlileri topluma kazandırmayı hedefliyor. Otizmli çocuklara sahip annebabalar tarafından kurulan derneğin başkanı Mesut Başar “yaygın gelişim bozukluğu” olarak tanımlanan otizmi farklı bir yaşam tarzı olarak gördüğümüzde otistiklere karşı yaklaşımlarımızın daha sağlıklı olacağı görüşünde. Böyle bir yaklaşım geliştirmek içinse önce bilinçlenmek ve otizmin bir çeşidi olan asperger sendromunu tanımak gerekiyor. Asperger sendromuna sahip kişiler sosyal iletişim ve ilişki sorunları yaşıyorlar. Nörotipiklerle (normal gelişime sahip) iletişim kurmak isteseler de o dünyayı algılamakta güçlük çekiyorlar; bu durum kendi iç dünyalarına dönmelerine neden oluyor. Başar, aspergerlilerin otizmli olduklarının farkında olduklarını ve bunu terk etmek istemedikleri bir sığınak gibi gördüklerini vurguluyor. Aspergerliler, dar ilgi alanlarına sahip olup bu alanlarda oldukça başarı sağlayabiliyor. Oldukça kuralcı ve heyecansız davranan bu Sözcükler ve tokatlar... B ir tartışmada sözcüklerin yerini, elin kolun alması nasıl açıklanabilir? Birçok tartışmada sözcükler darbelere eşlik eder. Sözcükler, seçilişleri ve vurgulamalarıyla, o anlık ruhsal yaşantıya egemen olan düşünce ve güdülere tercüman olur: Onu susturmak, onu öldürmek, ona haddini bildirmek... Artık söz bittiği için birisine vurulduğuna inanılır. Bu hiç de doğru değildir. Şiddet öncelikle bir iletişim sorunu değildir, daha çok duygu durumlarının denetimi ve yönetimi sorunudur: Coşkular, duygular, itkiler ya da içtepiler. Artık sözcükler bulunamaz, çünkü düşünceler birbirine dolanmış, bulanıklaşmıştır. Şiddete başvuranın bedeni de gerilim içindedir ve her şey sanki, bir saldırının kurbanıymışçasına sizi yok etmeyi göze almasına neden olur. O anda, bir güçsüzlük, değersizlik, dayanılmaz bir içsel şiddet duygusu hisseder. Karşıdakinin konuşmasına ya da susmasına tahammül edemez, bu duygular acı verir ve “kadının” bundan sorumlu olduğunu düşünür. Darbe bu sorumluyu durdurmak için vurulur, bir tehdit olarak görüleni susturmak için. Tokat, sağlıklı bir çiftte birdenbire, bir günde çıkagelmez. Arka planda eyleme dönüşmeye yönelten güçlü bir sorunsal vardır. Bu, fiziksel şiddetin sistematik olarak yineleneceğini göstermez, ama bu eylemden sonra hiçbir şey yapılmaz ya da söylenmezse büyük bir olasılıkla yinelenecektir. Bunun yeniden olagelmemesi için kurban “Gelecek sefer, tartışmayacağım, bunun sonucu artık ayrılıktır” diye düşünmeli ve bunu söylemelidir. Bunu ilişkinin devamı için koşul olarak koymak gerekir. Aksi halde şiddet yeniden başlar. Erkekler dayaktan sonra kendilerini suçlu hissettiklerini, utandıklarını söylerler. Bu, çoğu kez partnerlerinin onları terk etmelerini önler. Burada aslında suçluluktan çok utanma söz konusudur. Utanmada işin içinde daha çok özseverlik, bir içe bakış vardır. Suçlulukta ise, bunun tersine, başkasına gücünü kabul ettirmekten dolayı sorumlu hisseder insan kendini. Birçok olayda, açığa vurulan bu pişmanlıklar samimidir, ama içtenlik, şiddet davranışlarının arkasının kesilmesinin güvencesi değildir. Her şiddet uygulayan da eyleminden ötürü suçluluk ya da utanç duymaz. Dayak atan erkekler çoğu kez “Kafamın tasını attırdı!” diyerek kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. Gerçek soru, “neyi attırdı?” olmalıdır. Kısaca bu atan şeyin, bilinçaltı olduğunu söylemek gerekir. Şiddet hemen her zaman gerçek sevgi yaralanmalarıyla ilintilidir, şiddete başvurmak olayların dizginlerini tekrar ele geçirmek için bir yoldur. Bu yaralanmalarda, çoğu kez çocuklukta maruz kalınan kötü davranış biçimlerine bağlı özsaygı bozuklukları vardır: Çocuğa değer vermeyen bir baba, zor ve baskıcı. Bu durumlarda o çocukluk su yüzüne çıkar ve hissedilen gerilimi arttırır. Şiddet çoğu zaman “Tutku”yla açıklanır. Tutku kendi içinde şiddettir, ama bunun kendini şiddet eylemleriyle gösterip göstermeyeceğine karar vermek de bize düşer. Genel olarak, tutkuda, arzunun değil gereksinimin, yaşamsal olanın sözü geçer. Öteki bir “nesnedir”, insan korkunç bir bunaltı ve değersizlik hissiyle yüz yüze kalmaksızın ondan vazgeçemez. Öyleyse özseverce bir eksiklik vardır, bu bağımlılık çatışma doğurur, oysa öteki, salt varoluşuyla bizi çağırmaktadır, yaşamak için ona bağımlıyızdır. Bunalım anlarında, terk edilme ve diğer doğuştan gelen bunaltılara duyarlı şeyler harekete geçer, şiddeti zincirlerinden koparan da budur. Kaçınılması gereken belirtiler ya da kişilik profilleri arasında, sahiplenmeye karşılık gelen aşırı kıskançlık vardır. Bu kıskançlık kişiyi çanta karıştırana, mesajlara bakana, birisine baktığınız zaman surat asana da dönüştürür. Bu noktada ayrılmak gerekir, çünkü er ya da geç şiddet başgösterecektir. Terapiyle, şiddet uygulayan bir erkeğin bundan vazgeçmeye “karar” vermesini sağlayan şey, artık kendi kendinin gerçekçi ve pozitif bir algılamasına kavuşması olabilir. Ayrıca şiddete uğrayanın algılaması üzerinde de bir çalışma yapılmalıdır. Kadının kendini onun yerine koyma, acısını hissedebilme yetisi, şiddet uygulanmasını frenleyebilir... G Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Deniz Alptekin, Mesut Başar, İrem Afşin, Atşan Ordu. Bir araştırmaya göre, Fransa’da her on kadından biri eşler arası fiziksel, ruhsal ya da manevi saldırıların kurbanı. Nasıl ve neden seven kişi bir cellada dönüşüyor? Birçok erkek neden kadına el ya da yumruk kaldırıyor? O an akıllarından geçen ne? kişiler, neye nasıl tepki vereceklerini bilemedikleri için mimik ve vücut dili kullanımında sorun yaşıyor, dışarıdan soğukkanlı insanlar gibi algılanıyorlar. Derneğin, erkeklerde çok daha fazla rastlanan bu sendorumu topluma tanıtmak için çeşitli projeleri var; “Beni Seviyorsun” adlı film projesi şimdiden Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nden tescil almış durumda. Filmle hedeflenen, insanların otizme dokunmaları, kısa süre de olsa bunu hissetmelerini sağlamak. Beni seviyorsun ismi ise oldukça anlamlı, çünkü otizmliler karşısındakini taklit ederek konuşmayı öğreniyor ve kelimelerin anlamları beyinlerinde o şekilde kodlanıyor. Karşısındaki ona “sen”, kendine ise “ben” dediği için otizmli kişi de kendine “sen”, karşısındakine “ben” diye sesleniyor; yani otizmli bir kişi için “Beni Seviyorsun” cümlesi “Seni Seviyorum” anlamına geliyor. Film projesiyle eş zamanlı açılması tasarlanan bir de “Beni Seviyorsun Kafe” projesi var. Bu kafeyle hedeflenen, evlerinden çıkamayan otizmlileri ve ebeveynlerinin hayatın içinde olmalarını sağlamak. Kafenin gelirlerinin de otizmli bireylerin eğitimi için harcanması öngörülüyor. Derneğin başkan yardımcısı İrem Afşin, gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’de otizmli bireylerin eğitimlerini sürdürebilecekleri az sayıda vakıf olduğunu, bunların da yetersiz kaldığını söylüyor. Gelişmiş ülkelerde bu vakıflar haftada yaklaşık kırk saat eğitim verirken Türkiye’de bu eğitim ayda on saate sıkıştırılıyor. Bu sorunu ortadan kaldırmak için dernek Türkiye’nin her tarafında akademiler, enstitüler ve yaşam köyleri kurmayı amaçlıyor, böylece aspergerli çocukların mesleki olarak eğitilmesi, çeşitli sanat etkinliklerinde bulunmaları, kısacası hayata hazırlanmaları hedefleniyor. Afşin, sokaklarda sürünerek ölen birçok kişinin ağır otizmli bireyler olduğunu söylüyor; çünkü otizmliler herhangi bir olaya çok kolay kırılıp, aniden ortadan kaybolabiliyor. Açılması amaçlanan sosyal tesislerle bu riski de ortadan kaldırmak istediklerini belirten dernek kurucuları, aynı zamanda bu çocukları ilgi alanları doğrultusunda sabırla eğiterek çalışma alanı yaratmayı da amaçlıyor. Türkiye’de 015 yaş aralığında 125 bin, yetişkinlerle beraber 450 bin otizmli birey var. Araştırmalar önümüzdeki beş yıl içinde doğacak bebeklerin 177’sinden birinin otizmli olacağını gösteriyor. Bunda genetik faktörün önemli bir etkisi olsa da; eğitim, sevgi ve gösterilecek ilgiyle otizmli bireylerin yaşadığı güçlükleri büyük ölçüde azaltmak mümkün. Bunun için hepimizin bizim gibi davranmayan ve kurulu düzenle beklenen şekilde ilişki kurmayanları dışlamak yerine farklılıklarını kabul edip onlara dokunmamız önem kazanıyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle