Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Yerel Yaşam gazetesi’nin muhabiri Gülseren Şenay için haber=hayat… 21 ARALIK 2008 / SAYI 1187 Bitlisli Saroyan... Adnan Binyazar ikret Otyam’ı bilirim; yürük dili, kara gözlü resimleri, fotoğrafının yüreğe bakan gözüyle dağı taşı yol eylemiştir. Kır röportajının pîri kimdir deseler bir onu derim bir de Yaşar Kemal’i. Amerikalı yazarla Bitlis yollarına düşen de o... Masamın üstünde Amerika’dan Bitlis’e William Saroyan adlı kitap (Aras Yayıncılık) var. Kitabın kapağında Otyam’ın fotoğrafı... Fotoğraf; önünde zayıf öküzler, kara sabanla toprağı yaran iki köylüyü gösteriyor. Karşıdan da, başında ak şapkası, olgun yaşlarında bir adam geliyor. Yürüyüşü Amerikan, yakınında olsak göreceğiz bakışları Anadolu... Başka bir fotoğrafta, aynı adam, taş bir duvarın ortasından çıkan boruya ağzını dayamış su içiyor. O anda adam değil o, Anadolu serinliğini içine çeken bir efsane kahramanı; sevinçten oradan oraya koşarken ne yapacağını bilemeyen bir çocuk... Şapkasını başından alıp öküzün başına koyan da o... Kim bu adam? William Saroyan... 1905 yılında Bitlis’ten Amerika’ya göç etmiş bir Ermeni ailenin, 31 Ağustos 1908’de Kaliforniya eyaletinin Fresno kasabasında dünyaya gelmiş bireyi. Öyküler, romanlar, oyunlar yazmış Amerikalı ünlü bir sanatçı. Şarkıları bile dillerde. Aziz Gökdemir’le Dickran Kouymjian’ın incelemeleri, Ara Güler’le David Stephen Calonne’un denemeleri, Fikret Otyam’la Bedros Zobyan’ın Saroyan. Fotoğraf: Ara Güler röportajları, Garig Basmadjian’ın Saroyan’la yaptığı yazın tarihine mal olacak konuşması... Atalarının yetiştiği yerleri görme umuduyla yollara koyulan büyük yazarı tanımamıza yetiyor. Yaşadığı yer neresi olursa olsun, yazar, yetiştiği ortamın ürünüdür. Saroyan, yetimhanede büyümüş, on beş yaşında okulu bırakıp, aralarında “cenaze işleri”nin de bulunduğu birçok işte çalışmış. Yine de, kalemi, kendi iç serüveninin anlatıcısı olmuş. İngiliz dilinden, Amerikan toprağındandır, ama ruhu Anadolu’dur. Yaratıcı dünyası, anlatı yalınlığı oradan beslenmiş. Bunu kendisi de dile getiriyor: “Benim hikâyelerim bana anlatılmıştır. Yetimhaneden çıktığımda (8 yaşlarındayken) babaannem ve anneannemden, annemin amcası Garabed Saroyan’dan ve tüm yaşlı insanlardan, akrabalardan hikâyeler duymaya başladım.” Anneanne anlatısının gücünü, 1938’de yazdığı bir öyküden aktarılan şu küçük alıntıda da görüyoruz: “Kürtçe, dedi anneannem, kalbin dilidir. Türkçe, müziktir. Bir şarap deresi gibi akar, yumuşak, tatlı, parlak. Bizim dilimiz, diye bağırdı, acının dilidir. Ölümü tattık hep; dilimizde nefretin, acının yükü var.” Anneannenin, granite kazılması gereken bu sözünü okurken Saroyan’ın bir şarkı sözüne de rastladım. Benim evime gel; evimde sana şeker veririm. Benim evime gel; ben sana elma, erik, kayısı veririm, heyyy! Benim evime gel; evimde sana şeker veririm. Benim evime gel; evimde sana her şeyi veririm.” TürkçeKürtçeErmenice; bu dizeler, her toplumdan insanın aynı anlam çıkaracağı sözler... 56 yaşındaki Saroyan, Amerikan diliyle yazmış; ama öykülerinin, romanlarının dibinde Anadolu’nun yeraltı suları kaynıyor. Amerika’dan Bitlis’e William Saroyan, işte böyle bir kardeşlik ruhunun kitabı. G binyazar@gmail.com Haberin peşinde... Mahmut Hamsici F K elimenin tam manasıyla bir acar muhabir… İstanbul’un haftalık kent gazetesi Yaşam için çalışıyor... Evinin bulunduğu Fatih ve Eminönü sorumlusu olduğu bölgeler. Hemen hemen her gün yeni bir haber yakalıyor, büyük heyecanla telefon açıp bunu gazetesine bildiriyor, sonra eline fotoğraf makinesi ve kayıt cihazını kapıp haber mahalinin yolunu tutuyor. Gülseren Şenay için sokakta olup haber peşinde koşmak müthiş bir tutku. Ama yaşını sormayın, çünkü bozuluyor, illa ısrar edecek olursanız ise “Ben 15’indeyim” diyor. Gülseren Şenay’la Fatih’in tam girişinde bir bürokrat baba ile öğretmen annenin çocuğu olarak doğup, büyüdüğü evin şimdilerde bir yemek salonu olan giriş katında buluşuyoruz. Saçları her zamanki özel bir pembe renkle boyanmış, makyaj yapılmış, üzerinde kelebek desenli bir elbise, altta muhabirliğe uygun olarak spor ayakabılar…. Taksim’deki Yeni Kolej’den sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitiren Şenay’ın çalıştığı gazete, Küçükçekmece’deki Yaşam gazetesi. Peki gazeteciliğe nasıl başlamış? Bundan 16 yıl önce eşini kaybetmiş Gülseren Şenay. Sonra çalışma hayatına girmiş önce, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir öğretim üyesinin sekreteri olmuş… Boş kaldığı anlarda kendisine bir uğraş bulmuş. Gördüklerini ve düşündüklerini konu kısıtlaması olmadan yazıp, Gözcü gazetesine göndermeye başlamış… İlk yazısı yayımlanmış, sonra onu ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü izlemiş. Gazeteden “Gelin burada çalışın teklifi” almış ancak kabul etmemiş. Gülseren Şenay, daha çok Fatih ve Eminönü bölgesinin haberlerini yapıyor... Bir süre Yeni Şafak’ta çalışmış, “Çok tutucular” deyip birkaç ayda işi bırakmış. Yaklaşık beş yıl önce, bu kez karşısına Yaşam gazetesi çıkmış. İlk haberini dün gibi hatırlıyor: “Eminönü’ndeki tarihi balıkçılarla ilgili bir haberdi. Gittim, görüştüm, fotoğraflarını çektim.” Haber gazete ekibi tarafından beğenilmiş. Bunun üzerine onun tabiriyle “kendisine bir cesaret gelmiş” ve sürekli çalışmaya, muhabirliği öğrenmeye koyulmuş. Arabada gazetenin son sayısını uzatıyor. Sarıyer’in yoksul Maden Mahallesi’nde dört bin kişiye yıllardır su hizmeti verilmemesi ve mahallelerin tankerlerle su ihtiyacını gidermesini anlatan manşeti gösteriyor. Haberin altında iki muhabirin imzası var: Fidan Uğur ve Gülseren Şenay. Şenay’la birlikte gazeteye gidiyoruz. Genel yayın yönetmeni Umut Veli Develi, “Prenses hoş geldin” diye sarılıyor ona. “Buradaki yirmilik delikanlıların koşturmadığından çok koşuyor” diyor: “Benim için o yaştaki bir arkadaşla farkı yok. Gittiği haberlerden hiç eli boş dönmez. Gazete basıldıktan sonra eğer haberine yeteri kadar önem verilmemişse açıp yazı işlerine sitemlerini iletir, tam tersi durumda da teşekkürlerini. Haberini yaptığı gün yazar gönderir. Genelde muhabirler belli bir zaman sonra ya yazarlığa ya da merkeze geçerler. O ise sokakta olmayı, o hareketin içinde olmayı seviyor.” Vedalaşırken soruyorum: “Nereye kadar devam edeceksiniz”? Yanıtlıyor: “Son nefesime kadar”! G Dali’nin izinde... Zülal Kalkandelen u satırlar, İspanya’da Cadaques’te yazıldı. Salvador Dali’nin Port Lligat limanındaki evine yürüyerek 15 dakika uzaklıkta bir kafedeyim. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, sırılsıklam bir haldeyim ve bu tuhaf kafede bütün bir öğleden sonrayı geçirmek zorundayım. Çünkü Barcelona’ya gitmek için önce Figueres’e dönmem gerekiyor. Tek ulaşım yolu otobüs. Ama otobüs şirketinin yetkilisi Çinli kadının bildirdiğine göre ilk otobüs akşama doğru kalkacakmış... Ya da otostop yapabilirmişim ama o hiç aklıma yatmadı. Aslında sabah Figueres’teki Dali Müzesi’ne gitmek üzere yola çıktığımda şehirde yağmur yağmıyordu. 1.5 saatlik tren yolculuğundan sonra Figueres’e vardığımda yağmura yakalandım. Öğlen vakti müzeden çıktım ve bu defa Dali ile eşi Gala’nın Port Lligat’taki evini görmek istedim. Önemli bir yerdi orası; Dali, kendisini geriye çekip düşüncelerini şekillendirmeyi o evde öğrendiğini söylemişti. Figueres’teki müze görevlilerine oraya nasıl gidebileceğimi sordum. Arabam yoksa otobüse binmem gerektiğini söylediler ve başka hiçbir şey demediler. Ben de düştüm yola. Otobüs yolda birçok yerde durdu ve sadece ben ve iki Koreli kız Cadaques’e kadar geldik. Çok keskin virajlı yollardan geçtik ve bir saat sonra otobüsten indiğimizde yağmur devam B Dali’nin “Belleğin Azmi” tablosu. ediyordu, şemsiyem de yoktu ama yılmadım. Heyecanla dar sokaklarda dolaşmaya başladım. Fakat tek bir insanla bile karşılaşmadım. Bütün dükkânlar kapalıydı... Port Lligat’a ulaşınca aldım acı haberi: Dali’nin evi de kapalıydı! Figueres’teki müze görevlilerinin beni uyarmamasına biraz bozuldum tabii. Ama en azından Picasso, Bunuel, Magritte, Lorca gibi birçok sanatçıya da esin kaynağı olmuş bir yeri görebilirim diye düşündüm. Yine devam ettim yürümeye. Mavibeyaz renkteki evleri, deniz kıyısındaki gazinoları ile tam bir balıkçı köyü burası. Sokakları, sadece insanların ve hayvanların yürüyebileceği kadar dar ve engebeli. Bütün o engebeleri aştım. Fakat artık çok ıslanıp üşüdüğüm için kapalı bir yere sığınmam gerekti. O sözünü ettiğim kafeyi görünce de çölde su bulmuş gibi oldum. Otobüsteki Koreli kızlar da buraya gelmiş... Ama İngilizce konuşmuyorlar. Siz bir şey derseniz, kafalarını aşağı ya da yukarı hareket ettirerek yanıt veriyorlar. Kendi aralarında sürekli gülüşüp eğlendiklerinden onları kendi haline bıraktım. Kafeyi işleten Nuria ise, “Önce Katalanım, sonra İspanyol” diyenlerden. Buralarda çoğu insan kendini bu şekilde tanımlıyor. Bu bana, Türkiye için önerilen İspanya modelini hatırlatıyor... Sıcak sangria içip kalorifere yapışarak ısınmaya çalışıyorum. Koreli kızlar langırt oynuyor. Nuria ise telefonda bağıra çağıra Katalanca konuşuyor. Kafede internet bağlantısı da var. Ama ben onca yolu internete girmeye gelmedim ki... Biraz ısındım ya, sokağa çıkma cesareti buluyorum yine. Deniz coşmuş, gök kararmış... Kimin umurunda? *** Yazının bundan sonrasını yine Cadaques’te bir sahil gazinosunda yazdım. İyi ki Nuria’nın kafesinden çıkmışım; Dali’nin bohem kasabasını daha yakından tanımış oldum. Gazinonun sahibi Pere’nin anlattığına göre, yazları Cadaques’te otellerde yer kalmazmış. “Burası normal koşullarda hiç bu kadar sessiz değildir,” diyor Pere. Bir bakıma sürreal bir durum demek ki... Hem akşama kadar sıcak sangria içip, camdan Akdeniz’i seyredecek vaktim de var... İçinde bulunduğum durumda avunulacak bir yan bulmaya çalıştığımı düşünebilirsiniz... Ama otobüs saatine kadar Dali’ye yaraşır uçuk bir hikâye hayal edersem, “Belleğin Azmi” tablosundaki gibi zaman akıp gitmez mi? G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B