22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 4 16/8/07 15:08 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 19 AĞUSTOS 2007 / SAYI 1117 Şiir nasıl okunmalı? Ataol Behramoğlu Şöyle de sorulabilirdi: Şiir yüksek sesle okunur mu, okunmalı mı? Nitekim MilasÖren’deki Melih Cevdet Anday günlerinden sonra sevgili Oktay Akbal, Melih Cevdet’in özellikle de düşünce ağırlıklı şiirlerini örnek vererek, bazı şiirlerin yüksek sesle okunmayacağını, okunmaması gerektiğini yazdı. İlk bakışta doğru görünen, edebiyat çevrelerinde de genellikle kabul gören bir görüş bu. Ama bence tartışmaya açık. Tartışalım. Halk şiirinin, klasik şiirimizin, daha da genelleyerek söylersek yirminci yüzyıla kadar yazılan, yapılan, söylenen şiirin yüksek sesle okunabileceğine bir itiraz olamaz. Bu şiir sesli olarak okunmak için ya da zaten söylenerek yapılmış gibidir. Yazının bilinmediği zamanlarda da var olduğuna göre, başlangıçta şiir zaten söylenen, belki müzik gibi “terennüm edilen” bir şeydi Yazıyla birlikte şiirin ezberlenmesine, böylece de yüksek sesle okunmasına gerek kalmadığı düşünülebilirse de, günümüzde bile şiirin yüksek sesle okunup dinlendiğini, bundan zevk alındığını biliyoruz. Sadece bizde değil, dünyanın her yerindeki şiir festivallerinde şairler şiirlerini topluluk önünde okuyorlar. Kimileri bunu bir tür “performans”la, “teatral” gösterilerle de destekliyor. Kokusu da güzel... Tan Morgül M itolojik öykülerden yadigâr adı Mimas, eski haritalardaki haliyle Capo Caleberno, Türkçede kuzey anlamında da kullanılan “kara” sözcüğünden hareketle Karaburun, Urla Yarımadası’nın kuzeybatısında, Foça, Midilli (Levros), Sakız (Xios) manzaralı, güzel kokulu (ki bu kokuların tarifini de yapacağız az sonra) bir diyardır. Tüm bu coğrafi yer göstericiliğin yanında, Karaburun, Nâzım Hikmet’in şiiriyle edebileşen Şeyh Bedrettin destanının ve ayaklanmanın en önemli önderlerinden olan Börklüce Mustafa’nın da diyarıdır. “… ve bir bağ içinde, bir ceviz ağacı altında, bir kuyuya saldıkları karpuzları serinletip sohbet edenleri nallarımızın tozları ardında bırakarak Aydın’a, Karaburun’a, Börklüce’nin yanına vardık…” İşte bu yüzden Karaburun’a varıp da dağlarının yamacında yer tutunca, o dağların, yamaçların, dehşetli bir sessizlikle bizleri izlediğini hissederiz. Çünkü o dağların, o yamaçların gölgesinde gizlidir, Börklüce ve yiğitlerinin gölgeleri, o kayaların renginde gizlidir yiğitlerin kanları ve o sessizlikte gizlidir, bir arada yaşayabilmenin sesleri... “… Aydın’ın Türk köylüleri, / Sakızlı Rum gemiciler, / Yahudi esnafları, on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa’nın / düşman ormanına on bin balta gibi daldı…” Fotoğraflar: Şahan Nuhoğlu Karaburun Belediyesi’nce düzenlenen Karaburun Festivali, dördüncü yaşını kutladı. Gökhan Akçura’nın danışmanlık yaptığı festivale Replikas ve Bülent Ortaçgil de katıldı. Katılımcıları, müzikler, paneller kadar Karaburun’un kokuları da etkiledi. Festivalde üzümler de yarıştı... Daha birçok neden vardır, Karaburun ellerine, festivallerine, muhabbetlerine varmak için, ama yine de, sürdürülebilir Karaburun muhabbetlerinin nedeni olan şenliktir belki de öncelikli ayartıcı. Velhasıl, festival rotasından devam edelim, araya “Karaburuni” tatlar katarak. Karaburun Belediyesi tarafından, Gökhan Akçura’nın da danışmanlığında (ki kendisi, birçoğumuzun mekânla tanışmasından sorumludur) dört yıldır düzenlenen festivalin bu seneki konukları Replikas, Ruhi Ayangil Klasik Türk Müziği Topluluğu ve Bülent Ortaçgil ile grubu idi. Kapalı mekânda, İstanbul Festivalde Bülent Ortaçgil de vardı... neminde ve huzurunda dinlenmelerinde sakıncası olmayan bu toplulukları, Cumhuriyet Meydanı’nda Bu yılki festivalin “hazırlık pası” olan belgesel film günlerini de yer alan Nergis Çay Bahçesi’nde, Karaburunlularla berbaber dinatlamamak gerekir. Çiğdem Öztürk’ün düzenlediği bu bölümlemek daha başka bir şey sanki… Sadece dinleyen için de değil, de Pelin Esmer’in “Oyun”u, Zeynep Kazancıgil ve Fatih Türkeyleyen için de… İnanmayan sorabilir! menoğlu’nun “Midilli’den Ayvalık’a bir mübadele öyküsü”, GökReplikas grubunun “Anadolu Rock’a selam” çaktığı performançe Demirkıran’ın “Müzikte bir deney, Anadolu Rock”ı, Erhan Cersının peşinden, Ruhi Ayangil ve topluluğunun Karaburun’a taşırahoğlu’nun “Barışı Taşıyan Vapur: Kurtuluş”u ve Nurdan Arıdıkları “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nı da dinledikten sonra festivali ca’nın “Simavnalı Bedreddin”i gösterildi. “bir kentli ozanın hatıra defteri”ne, Bülent Ortaçgil ve ekibine Karaburun festivalinin en mühim özelliklerinden biri, konuğukulak kabartarak kapadık. Tüm bu musiki keyfini de 3 gün içine nun ve izleyicisinin tüm duyu organlarına hitap etmesi. Bir kulasığdırdık. ğınızı konserlere, diğer kulağınızı da panellere emanet edebilirsiniz. Yetmezse görsel şölen de var, hem festivalde hem manzarada. Lakin, bir de mideye hitap lezzet kısmı var ki, artık o kadarından da bahsetmek ‘okuyucuyu suça teşvik’ olacaktır. Velhasıl Karaburun hakikaten güzel “kokuyor”. Daha doğrusu güzel kokulara ev sahipliği yapıyor. Bir kere nergis kokuyor, sonra kekik kokuyor, belki bireysel olacak ama (balıksever tercihi) çok güzel kefal ızgara, kalamar tava (ama Musa Dağdeviren’in tarifinde), tekir tava kokuyor, ezcümle çok güzel deniz kokuyor. Sonra kabak çiçeği dolması, kaya koruğu, enginar reçeli, karabaş otu reçeli kokuyor (tabii tüm bu toplu koku taarruzuna eşlik edecek rakı kokusu ise, canı çekenin, keyfi olanın inisiyatifinde). Daha nelerin kokusu demliyor insanın genzini ve ruhunu... Ama galiba en çok, tüm bu keyfin ve lezzetin etrafında dönen muhabbetler demliyor, Karaburun’a bağlıyor bizi. Ki daha üzümünden, zeytininden, yunus “revü”sünden, fokundan, koylarından, şahininden, kaya kartalından vb.’lerinden de bahsetmedik… Ama misal, yörenin baskın topluluklarından olan ‘keçi’ familyasının o çok değerli ve lezzetli ürün çeşitleri arasında yer alan kopanesti (peynir) kokusunu burada sitayişle anamayacağız. Zira, fena kokuyor… BÖRKLÜCE MUSTAFA’NIN DİYARI... Sadece kopanesti masaya geldiğinde de elimizi burnumuza götürmedik. Birkaç muhabbet de acı kokusuyla genzimizi yaktı. Mübadele konulu paneldeki “tarihi” ve “tahammül”i haller kopanestiyi arattı. Bir kere daha gördük ki, ne tarih ne bilim, sadece tarihçilere, bilim adamlarına, tarih ders kitaplarına (ve bu kitaplar gibi konuşmalara) bırakılmayacak kadar ciddi bir mesele imiş. Her şey bir yana da, bu kokunun Karaburun’dan, Börklüce’nin diyarından yükselmesi acı geldi. Hani, “Yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber” diyebilenlerin, diyarından… Neyse, keyfimiz güzel, ağız tadımızı bozmayalım. Her gezi yazısının klişesi “nasıl gidilir” kısmını, bu yazıda boş bırakıyoruz. Bireysel olarak, gidenlere tarif verilir, lakin elde betonu, kafada “beton”u ile gidenlere zerre malumat yok. Aman! Bir vesileyle görece korunmuş bu diyarlardan bu zihniyetleri uzak tutmak gerekir. Lakin Karaburun’un her daim güleç, muhabbetli belediye başkanı Serdar Yasa’nın dediği gibi, daha bölgenin doğası, toprağı ve insanı için yapacak çok iş var. Ezcümle; Karaburun çok güzel kokuyor! Biline… Mayakovski... Çok yıllar önce Londra’daki bir uluslararası şiir buluşmasında Alain Ginsberg’i dinleme şansım olmuştu. Sahnede, bir sokak şarkıcısı gibi, elindeki bir küçük müzik aygıtını çalarak şiirlerini okuduğunu anımsıyorum. Yevtuşenko, Voznesenki gibi (Amerikalı Ginsberg’in kuşakdaşı) Rus şairleriyle de dostluğum oldu. Rusya’da şiirin (şairin kendisi ya da tiyatro sanatçılarınca) sahneden yüksek sesle okunmasının bir gelenek olduğunu biliyoruz. Mayakovski şiirlerini okuyarak ülkesini baştan başa dolaşmış bir şairdir. 1970’lerde tanıyıp dostluğunu kazanma mutluluğunu yaşadığım Yannis Ritsos’un Atina’daki bir kapalı spor salonunda “Barış” adlı eşsiz şiirini okuyuşunu da unutamam… Ritsos’un sadece okuyuşu değil, sahneye çağrıldığında elindeki sigarayı kül tablasında söndürme jestinden mikrofona yürüyüşüne kadar her davranışı teatraldi… Ama bu, kesinlikle abartısız, eşsiz bir sadelik ve incelikle gerçekleştirilmiş bir gösteri gibiydi… Bu konuda, Türkiye’de ya da ülke dışında (olumlu olumsuz) gözlemlerim uzar gider ve bu sütunun sınırlarını çok aşar. Şimdilik özetle şöyle söylemekle yetineyim: Her şiir, en karmaşık ve zor anlaşılır olanı bile yüksek sesle okunabilir. Çünkü şiir olarak kabul edilen her metnin bir ses örgüsü vardır, olmak zorundadır. Ama bu ses örgüsü, genellikle ve yanlış olarak sanıldığı gibi sadece dışsal bir kurgu değil, aynı zamanda da anlamla ilgili bir tını, bir iç sestir… Günümüz şiirinde bu özellikle böyledir… Öyleyse yapılması gereken, öncelikle de okullarda, çocuklara klişeleşmiş şiir okuma kalıpları öğretmek değil, bir şiiri “anlama”yı öğretmektir… Anlam kavranıp duyumsandığında, ister iç sesinizle, ister yüksek sesle okuyun, şiir yaşamaya başlayacaktır… Böyle bir okuma ise, şiirin bugünkü yalnızlık çıkmazından kurtulup bir kez daha yığınlara ulaşmasında büyük bir olanaktır. ataolb@cumhuriyet.com.tr DENİZKÜLTÜR’ÜN PROJESİ 230 SAATTE TAMAMLANDI... Öyküler “ses”lendi... ede Korkut ile birlikte, 18441952 arası tarihlerde doğmuş 100 ünlü yazarın 100 öyküsü, sesli edebiyat tekniği sayesinde pek çok ünlü tiyatro ve seslendirme sanatçısının yorumları ile dile geldi. DenizBank’ın kültür ve sanat alanındaki çalışmalarını yürüten DenizKültür’ün hayata geçirdiği “Sesli EdebiyatÖyküler SES’leniyor” projesi, DenizKültür Genel Müdürü Orhun Şemin koordinatörlüğünde ve Göksenin Göksel’in yapım ve yönetiminde hazırlandı. Set ile okuyamayan ya da okumaya zaman ayıramayan potansiyel “okur” kitlesine ulaşmak ve bu kitleyi de Türk edebiyatının en güzel öyküleriyle tanıştırmak hedefleniyor. Okur/dinleyici, edebiyatımızda iz bırakan yazarların öykülerini gündelik hayatın herhangi bir mekanında (ev, araç, işyeri) herhangi bir zamanda (araç kullanırken, yürüyüş yaparken, ev işleri ile uğraşırken) dinleyebiliyor. Orhan Veli Kanık’tan Sabahattin Ali’ye, Oğuz Atay’dan Aziz Nesin’e, Tarık Buğra’dan Halide Edip Adıvar’a, Halit Ziya D Uşaklıgil’den Halikarnas Balıkçısı’na, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan Selim İleri’ye tam 100 edebiyatçısının öykülerini seslendirenler arasında Sezai Aydın, Rüştü Asyalı, Oya Küçümen, Cüneyt Türel, Kaya Akarsu, Köksal Engür, Müşfik Kenter, Yekta Kopan, Yetkin Dikinciler gibi isimler var. DenizBank Finansal Hizmetler Grubu Başkanı Hakan Ateş de bir öykü seslendirerek, projeye katkıda bulunmuş. Öykü seçimi Açık Radyo’nun kurulduğu günden bu yana (1995) yayını devam eden “Amma Hikaye!” programını tasarlayan ekiple bir araya gelinerek belirlendi. Yazarlar/varisleri ve seslendirme sanatçıları ile yapılan sözleşmeler toplam 528 sayfa tuttu, 100 öykü için yaklaşık 1200 öykü tarandı, öyküleri 56 sanatçı seslendirdi, 20 kişilik bir müzisyen ekibi 305 özgün müzik hazırladı, prodüksiyon ve teknik yapımda 14 kişi görev aldı. 100 öyküden sekizi dramatize edildi. Kayıtlar İstanbul’daki ana stüdyo haricinde Ankara ve İstanbul’da üç farklı stüdyoda gerçekleştirildi... Üç aylık bir süreye yayılan ses kayıtları toplam 33 günde yaklaşık 230 saatte tamamlandı... 100 öykü için yaklaşık 250 özel ses efekti kullanıldı. 20 CD’de biraraya gelen 100 öykünün toplam dinleme süresi 25 saat 54 dakika... 15 ayda tamamlanan projeye bir öyküyü seslendirerek katılan DenizBank Finansal Hizmetler Grubu Başkanı Hakan Ateş “Bu anlatım, ne ‘metin okumaya’ ne de tam anlamıyla bir ‘rodyofonik oyun’a benziyor. Bizim ortaya koyduğumuz ikisinin arasında, ikisinden de beslenen kendine özgü bir ‘tarz’. Öyküler, metnin yapısına göre geri gelince tek sesle, yeri gelince de birden fazla sesle canlandırılıyor. Şunun altını çizmeliyim ki; ‘Öyküler Ses’leniyor’ seti hazırlanırken, seçilmiş öykülerin yapılarını, onları oluşturan ustaların kalemlerindeki tadı bozmamaya ve metne hiçbir şekilde müdahale etmemeye büyük özen gösterildi” diyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle