22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 TEMMUZ 2007 / SAYI 1113 KIRMIZI Kırmızı, vokalde İdil Çağatay, davulda Aslı Polat, gitarda Fulya Akyüz ve basta Cemre Kabaş’tan oluşuyor. Grup 2005’te kuruldu, 2007’de Kabaş’ın katılımıyla son halini aldı. Salı Günleri Kadıköy Voodoo Bar’da sahne alan grupla ilgili ayrıntılı bilgi için aynı zamanda www.kirmiziband.com’a bakabilirsiniz. Neden kadın gruplarının sayısı az? İdil Çağatay: Kadınlarımız maalesef çok sindirilmiş, ayrıca bir enstrüman çalmak emek ve vakit istiyor, birçok kadın emek vermekten yoksun. Fulya Akyüz: Kadınların çoğu bir an önce evlenme peşinde, hazırcılığa alışmışlar. Ama enstrüman çalan kadın sayısı da az değil? İ. Çağatay: Klasik müzik ve rock müzik çok farklı. Klasik müzikte belli bir düzeniniz vardır, gece 12’de yatağınızda olursunuz. Biz ise 12’de sahne alıyoruz, bu durum erkekleri bile zorluyorken kadınlar için tabii ki hiç kolay değil. Kadın grubu erkek grubu diye ayırmak da bana saçma geliyor, klasik müzikte ve diğer müziklerde bu ayrım yok, rock müzikte var. Kadın ve erkeğin yaptığı müzikte bir fark yok mu? Yaz şarkıları, yaz kitapları, yaz filmleri F. Akyüz: Kadınların daha hissiyatlı olması müziğe her şekilde yansıyor, klasik müzikte de aynı şey söz konusu, bir kadının klasik gitar çalmasıyla bir erkeğinki ayırt edilebilir, kadının hissiyatı bambaşka … İ. Çağatay: Benim konservatuarda bir hocam vardı, herhangi bir yorumcuyu dinlettiğiniz zaman kadın veya erkek olduğunu anlayabiliyordu. Seyircilerin desteği nasıl, özellikle kadınların? İ. Çağatay: Kadınlar seviyorlar bizi, ara sıra kadın egosuna yenik düşenler de oluyor, ama size helal olsun diyenler daha fazla. Aslı Polat: Erkekler de artık bizi kadından ziyade Kırmızı olarak görüyor. Müziğimizi, sahne performansımızı sevdikleri için izlemeye geliyorlar. Şu ana kadar erhangi bir taşkınlıkla karşılaşmadık. Bütün elemanların kadın olması özellikle öyle istediğiniz için mi? F. Akyüz: Aramızdan biri erkek de olabilirdi, önemli olan aile olabilmek, biz birbirimizle çok yakınız, birbirimizi anlıyoruz. Kadınlarla erkeklerin düşünme sistemi çok farklı. A. Polat: Mesela o gün İdil sinirliyse, hepimiz alttan alıyoruz, onu anlayabiliyoruz. Birbirinizi nasıl buldunuz? A. Polat: Biz birbirimizi gördük, sen vokalsin, sen davulcusun, sen gitaristsin dedik, oldu. İ. Çağatay: Hissiyatla. Cemre Kabaş: Ben Kırmızı’nın izleyicisiydim her hafta gelir izlerdim, bir gün tuvalette İdil’le karşılaştık, çorabım yırtılmıştı, ne yapacağım dedim, hepsini yırt dedi, sonra bana müzisyen misin diye sordu, evet dedim, basçımız olur musun dedi, olurum dedim, üstelik o zamana kadar elime bas almamıştım! Peki neden rock? İ. Çağatay: Rock, müzikten öte bir yaşam biçimidir, sonuçta ruhumuza uygun bir müzik ortaya koyduğumuzda rock çıkıyor ortaya. A. Polat: Aslında hepimiz farklı şeyler seviyoruz, klasikten geliyoruz, kimimiz funk seviyor, Cemre 80’ler seviyor, ama hep birlikte çaldığımızda “Kırmızı sound”u ortaya çıkıyor. En büyük probleminiz ne? A. Polat: Eşya taşımaktan çok yorulduk! F. Akyüz: İşletmecilerle sorun yaşıyoruz. Her yerde bu böyle, bizi çalışan olarak görmüyorlar, İ. Çağatay: Sahnede inanılmaz efor sarf ediyoruz, ama bunun karşılığında aldığımız cevap hiç de güzel değil. A. Polat: Biz bu şekilde geçinimimizi kazanıyorken, bedava çalan o kadar çok grup var ki, piyasayı düşürüyorlar. İ. Çağatay: Müzisyenler emeğinin karşılığını istemeli. İpek Özbey Y az ortası. Hava bunaltıyor. Hem sıcaklar hem seçim rehavetinden olacak sokaklar bomboş, peki ya plajlar? Onlar da ihtimal bugün seçim nedeniyle boş, ama yarın, sonraki günler haftalar tıklım tıklım dolu olacaklar. Kalabalığın sesini ise müzik bastıracak! Hangi tür müzik diye sormayın, bir süredir, yaz şarkıları var, yapımcıların, şarkıcıların kış aylarında kafa patlattığı, bir mevsimlik şarkılar... Mevsimlerin kültür ürünlerine yol göstermesi sadece müzikle sınırlı değil, sahillerde herkesin elinde aynı kitaplar var, çoğunluğu yüz soruda, yüz yanıtta, hayatın, ilişkilerin sırrını, sorunlarını çözmeyi vaat eden kitaplar… Sinemalarda da yazlık filmler izleniyor, “Örümcek Adam”lar ya da sinema tarihinde pek de iz bırakmadan silinip gidecek aksiyon, aşk filmleri… Bunca tektipleşmişken, herkes aynı hayatı yaşarken kültürün, sanatın da bundan etkilenmemesi mümkün mü? Etkileniyor işte. Müzik starları, dizi starları, televole starları, hatta edebiyat starları popüler kültür endüstrisinin seri üretimi, bizim de baş tacımız oluyor! Üstelik sınıflar arasındaki makası da daraltıyor bu tür ürünler, bunu anlamlı hizmet olarak görenler de yok değil. En azından kötü de olsa ortak şarkılarımız var artık! Bu yağmalamaya itiraz edenler de yok değil hani, ama sesleri öylesine cılız, sayıları Demet Akıln. öylesine az ki... İşte o az insanlardan birilerine, müzik, edebiyat ve sinema dünyasına içerden ve dışarıdan bakanlara, yaz mevsiminin kültür ürünlerini sorduk. Onlar da yanıtladılar. Peki acaba ben popüler kültür ürünlerini üretenlere ve tüketenlere haksızlık mı ettim yukarıdaki cümlelerimle? O zaman size bir Demet Akalın şarkısıyla veda etmek isterim. “Kalbini mi kırdım, affedersin”... BÜLENT ORTAÇGİL (Müzisyen) Bülent Ortaçgil, sahneye çıktığı ilk günden bu yana müzikalitesinden taviz vermemiş bir isim. Ortaçgil’e birbirine benzeyen yaz şarkılarını sorduğumuzda, aynı tınılar, aynı sözlerin yer aldığı şarkıların yaz mevsimiyle sınırlı kalmadığını söylüyor. “Keşke mevsimsel olsa, ama ne yazık ki kışın da değişmiyor” diyor. Peki bu popüler kültürün bir pazarlama tekniği mi? “Diyelim ki bu bir pazarlama taktiği” diye yanıtlıyor, “herkes bunu dinliyor diyelim, ama bu müziğin gidişatını etkilemiyor bence.” Bunun nedenini de yine bir soruyla anlatıyor Ortaçgil, “Nasıl etkilensin ki, etkilenecek müzik ortamı mı kaldı ülkede?” Bülent Ortaçgil’e göre, müzik sektörü battı ve batan bu Kızlar da çalar!.. Aseton, Çakıl ve Kırmızı’nın kadınları iddialı, azimli ve cesur. Müzik onlar için hayat adeta, kimisi geçimini tamamen müzikten kazanıyor, kimisi okuluyla, kimisi ise işiyle birlikte sahne hayatını sürdüyor, ama hiçbiri bu işi hobi olarak görmüyor. En önemlisi ise erkek önyargılarını hiçe sayarak, kendilerini görsellikten çok yaptıkları müzikle ortaya koyma çabaları... Deniz Yavaşoğulları Fotoğraf: Vedat Arık sektörü değil yaz şarkıları pastırma yazı şarkıları bile kurtaramayacak. Peki Türkiye’de kaliteli müzik dinleyenlerin sayısı hakkında bize ne söyleyebilir Ortaçgil? Yanıtlıyor: “İyi müzik dinleyenlerin sayısı nüfusa oranla hep aynı. Tıpkı pi sayısı gibi.” CEM MUMCU (Yayıncı) Cem Mumcu, son 56 yıldır yaz kitaplarının revaçta olmasını, ekonomik nedenlere bağlıyor. “Pazarı büyütmek ve yeni pazarlar bulmak gibi çağın gelip dayandığı değer(!)lerden başka hiçbir neden göremiyorum ne yazık ki” diyor. Mumcu’ya göre, zaten okumayan, okumayı sevmeyen, gittikçe de azalan kitap okuruna ki o bu kişilere tüketici diyorulaşmayı hedef alan kitaplar basılıyor, daha çok. Mumcu “light” olarak tanımladığı bu kitapların iktidarının yaz aylarında arttığını düşünüyor, yazları derin düşünceden, kavramlardan, edebiyattan, felsefeden olabildiğince uzak duran kitaplara yaklaşılıyor iyiden iyiye. Pembe kapakları aşk, açık yeşil kapakları diyet, sağlık ve ölümsüzlük pazarlayan, bu kitaplar kışın basılan kitaplardan daha mı çok satılıyor? Mumcu “Sanmıyorum” diyor. Aslında satışların iyiden iyiye de azaldığını düşünüyor. “Arada birkaç tanesi birinin tenasül hayatına veya başka bir popüler konu ve imgeye konumlanıyor. İşte onlar daha çok satıyor.” Cem Mumcu kültürün de artık bir endüstri olduğunu ve bu pazarın yazın deniz kenarına taşındığını düşünüyor. Peki, edebiyatın popülerleşmesinin sakıncaları var mı? “İçerik ve kalitelerine baktığımızda, şu an için elbette var” diye yanıtlıyor: “Kafka, Leyla Erbil veya Borges gibi bir şey popülerleşse buna kimin itirazı olur? İktidarla derdi olan derinlikli bir edebiyatın, çoğunlukları peşinden sürükleyebildiği bir çağı istemeyen yazar olabilir mi?” ASETON Temelleri Melis Soysal (gitar) ve Selin Yılmaz’ın (vokal) ortaokul yıllarına kadar dayanan Aseton, esas şeklini 2005’te Pelin Yıldırım’ın da (bas) gruba katılmasıyla aldı. Grup, Alternatif rock tarzında coverların yanı sıra kendi bestelerini de icra ediyor, bu bestelerle büyük beğeni topluyor.. Birbirinizi nasıl buldunuz? Selin Yılmaz: Melis’le ortaokuldan tanışıyoruz. Melis Soysal: Bizim okul biraz piyasaydı, kızlar erkekler teneffüslerde koridorlara çıkar, birbirlerini keserlerdi, bizse bu olaylardan nefret eden azınlık tiplerdendik. Teneffüslerde birlikte takılırdık. Bir gün Selin’i Şebnem Ferah söylerken duydum, o kadar güzel söyledi ki hayran kaldım. O ana kadar hep şarkı söylemek istemiştim ama o dakika Selin varken öyle bir şeyin ihtimali olmadığını anladım, ben de gitar çalmaya başladım, bu olay 10 yıl önce oluyor. Sonra lisede Galatasaray Lisesi’ne geçtim, orada Selin’le konsere çıktık, Hole çaldık, sahnede iki kızın olması inanılmaz dikkat çekti “e bunu üçleyelim” dedik, kız basçı aramaya başladık. Sonra internetten Pelin’i buldum. Pelin Yıldırım: Stüdyodaki ilk çalışmamızdan sonra “ben bir daha bu kızla aynı stüdyoya girmem” demiştim, gitarı davulun zillerine vurmak gibi taşkınlıkları vardı. M. Soysal: 14 yaşındaydım! P. Yıldırım: O gün bugündür birlikteyiz. Sonra? M. Soysal: Gitar’da çalmaya başladık, akabinde diğer barlardan da teklif geldi, Bronx’ta, Arka Sokak’ta ve bizim için dönüm noktası olan Karaoke Bar’da devam ettik. Sahnede üç kızın olması ilgiyi daha da arttırdı mı peki? M. Soysal: Aslında bazen tersi de oldu. Çünkü “kız grubu mu aman...” diyenler oluyor. S. Yılmaz: “Kızlar çalamaz” diye bir önyargı var. M. Soysal: Kız grubu diye dikkat çekmek artık çoğu zaman hoşumuza gitmiyor. İllaki kız grubu olsun diye de bir kaygımız yok. P. Yıldırım: Müziğimizle ön planda olmak istiyoruz. Sitenizde birbirinizden farklı olduğunuz yazıyor, ne anlamda bu farklılık? P. Yıldırım: İlk gördüğümde Melis’ten nefret ettiğimi söylüyorum ya, daha ne olsun! S. Yılmaz: Her şeyimiz farklı, dinlediklerimizden tarzımıza kadar.. Ne dinliyorsunuz? S. Yılmaz: Şu aralar elektronik dinliyorum. M. Soysal: Selin elektroniğe kaybettiğimiz rockçılardan! Ben, PJ Harvey, The Distillers ve Hole dinliyorum.. P. Yıldırım: Tori Amos.. Müzikte uyumu nasıl yakaladınız? P. Yıldırım: Selin ve Melis bana gelip çalmak istedikleri şarkıları dinlettiler, ikiüç akorlu şarkılardı, “bu ne?” demiştim, ama sonra çalıp söylediklerinde öyle güzel ve farklı geldi ki bu şarkılar, bana. Selin ve Melis’in yorumlamalarını çok seviyorum. M. Soysal: Bir şarkıyı alıp yorumladığımızda, üçümüzün birlikte yarattığı farklı bir şey çıkıyor ortaya. Bestelerimizde daha belirgin bu. Youtube’da vidyolarınız çok izlenmiş, bir kitleniz oluştu mu? M. Soysal: İnternette gruplara hazır site yapma imkânı sunan bir platform var, ben de bu platformdan bir site hazırlamıştım. Grup keşfetmek isteyen, amatör gruplara ilgi duyan birtakım tipler de haberimiz olmadan bu siteden bizi bulmuş. İlk haftadan 500 hit aldı bu site, ziyaret edenler şarkılarımızın da iyi olduğuna karar verdiler, Eskişehir’den, Adana’dan mp3’lerimizi isteyenler oldu, biz de iş ciddiye binince Fırat Cavaş’la demo kaydı yaptık. Sonra Dream TV’ye ve Kral’daki Konuşarock programına çıktık. Hatta albüm teklifleri aldık. İş ciddiye bindi yani... M. Soysal: Evet, artık barlarda başkalarının şarkılarını çalmak gücümüze gitmeye başladı. S. Yılmaz: Şimdi albümlü grup olma yolunda gidiyoruz, artık barlarda çalmıyoruz, konserler veriyoruz. Çakıl, vokal ve gitarda Özge Albayrak, basta Duygu Gültekin ve davulda Lale Evrenkardeş’ten oluşuyor. Grup, pazar günleri Kadıköy’deki Voodoo Bar’da sahne alıyor, 60’ların ve 70’lerin rock soundunu yorumluyor. Grubun ismi neden “Çakıl”? Lale Evrenkardeş: İsimTürkçe olsun istedik, Rolling Stones, Rockn Roll’u falan düşünüp “bunun küçüğü ne olur” dediğimizde ortaya “Çakıl” çıktı. Enstrüman çalmaya nasıl başladınız? L. Evrenkardeş: Davula iki buçuk yaşında başladım, dayım caz davulvusu, aynı evde büyüdük o çalarken, kapıya yapışıp dinlerdim, çalışmaları bitince de hemen gidip davulla oynardım, sonra 14 yaşında konservatuvara girdim, şimdi de Bilgi Üniversitesi'ndeyim, devam ediyorum. Duygu Gültekin: Ortaokul döneminde kendi kendime klasik gitara başladım, müziği daha ayrıntılı dinlemeye başladığım zamanlarda basın sesinin beni çektiğini fark ettim, 67 yıl önce de ilk bas gitarımı aldım, heavy metalden tutun da klasik rock'a kadar birçok türde grupta çaldım. Özge Albayrak: Ablamın gitarı bırakmasıyla ben başladım, sonra akustiğe, sonra da elektro gitara geçtim. Neler çalıyorsunuz? D. Gültekin: The Police çalıyoruz, Cream çalıyoruz, Beatles çalıyoruz, L. Evrenkardeş: Biraz eski kafalıyız. Ö. Albayrak: “Nerede o eski rocklar” diyenlerdeniz. “Özellikle kız grubu olsun” demenizin nedeni nedir, bu durum avantajlı oluyor mu? D. Gültekin: Aslında daha profesyonel çalışmak adına, kadınerkek ilişkilerinin ön plana geçmesini istemediğimiz için kadın grubu diyoruz. Ö. Albayrak: Avantajdan çok dezavantajı var. Bar işletmecileri daha çok ilgi göstermiyor mu? D. Gültekin: Bu fikir ilk etapta işletmecilere hoş gelse de erkek grubu daha çok tercih ediliyor, çünkü bayan grupları, kadın izleyicilerden ilgi görmüyor. Bazen bizi erkek arkadaşlarından kıskandıkları oluyor. Kadın grupları az, bu durum sizce neden kaynaklanıyor? L. Evrenkardeş: Geçinemiyorlar, erkekler kavga ederler sonra birlikte bir Play Station oynarlar geçer, kadınlar içlerinde tutuyor. Ö. Albayrak: Erkeklerin üstümüzde “kızlar yapamaz” şeklinde bir baskıları var, ben bazı grupların aslında bu baskıya yenik düşüp faturayı birbirlerine çıkardıklarını düşünüyorum. Müzikal hedefleriniz var mı, yoksa hobi olarak mı düşünüyorsunuz? Ö. Albayrak: Hobi değil, bizim de her grup gibi, bir albüm yapma hayalimiz var, fakat acele etmiyoruz, biraz gidişata bıraktık. D. Gültekin: Hedefimiz, 3 kişiden çıkan sade bir müzik yapmak, analog bir sound oluşturmak, bilgisayar ve elektronik desteği en aza indirgemek. ÇAKIL MEHMET SOYARSLAN (Film yapımcısı) Mehmet Soyarslan’a göre, önemli olan filmlerin Türkiye’de de bütün dünya ile aynı tarihte gösterime girmesi. Bunun için yazkış fark etmiyor. “Bu hem korsanla mücadele hem de sinemaya karşı toplumun ilgisini uyandırmak bakımından çok faydalı oluyor” diyor. Soyarslan, yazın vizyona girecek filmlerin çok daha ilgi çekici olması gerektiğini düşünüyor, çünkü izleyicinin önünden sinemadan daha çekici alternatifler geçiyor. Sinemanın ise kendine has hedef kitlesi var. Soyarslan, sinemanın işlevsel görevleri arasında en önemlisi öğreticilik ve kültürel katkı olsa da bunun didaktik bir şekilde yapılmasının filmin seyirciyle buluşmasını engellediğini düşünüyor. “Böyle olunca da akla önce insanların ilgisini çekecek, merak uyandıracak türde filmler geliyor” diyor. Peki dünyanın her yerinde yaz eşittir eğlence mi? Soyarslan “Öyle olmasa bile, yaz eşittir dinlence kavramı oldukça yerleşmiş durumda” diye yanıtlıyor “Dolayısıyla sinema da kültürel katkısını yapabilmek için kitleleri ilgilendirmek, merakını uyandırmak ve ilgi duydukları konuda onları daha kolay bilgilendirmek yolunu seçmek zorunda. Aksi takdirde kültür ve bilgi yaygınlaşmasının kitlelere ulaşması mümkün olmayacağı için yalnız sanat filmleri üreterek bir elit grup yaratmak, onun içinde bir devridaim yapmaktan başka hiçbir fayda sağlamaz”.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle