14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 19/7/07 15:19 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 EDİTÖR’DEN âhi, güzel kadar tanım olarak sorunlu, faşizan, karşısında, dünyanın geriye kalanına kendini eksikli, yetersiz hissettirecek kadar eşitliksiz. Dâhi örneklerinin hep erkeklerden çıkması o geriye kalan eksiklilerden erkek cinsiyetlilerin içine su serpse de, kadınlar için böyle bir teselli de yok. İyi ki de yok! Varoluşları için bir de beyin kimyası üzerinden oyun kurmaları gerekirdi ki bu oldukça gereksiz bir iş. Sharon Stone’nun “sarı” güzelliğinin yanına ille de IQ’sunu eklemek, bundan medet ummak kadar da saçma! Erkeğin iktidarındaki dünyada kadınlar var olabilmek, kendilerine hayat alanı açabilmek için hep oyun kurmak zorunda kaldılar. İyi eş, iyi anne rollerini o kadar “dâhiyane” bir ustalıkla oynadılar ki sonunda çoğu bunun gerçek olduğuna inandılar… Bu zahmetli oyunu bozmak yine kadınlara kaldı, onlar hemcinslerine bunun kendilerinin zararlı çıktığı bir oyun olduğunu göstermeye çalıştıkça, izleyici yerindeki erkekler huzursuzlandılar, çünkü bu oyunu kurallarına göre oynamayan kadınların onların ellerini de bozacağının farkındaydılar. Konu, bir televizyon kanalında yayınlanan “Dâhi ve Güzel” yarışması. Bu yarışma, erkeklerin ellerindeki kâğıtları göstermemek için çırpındıkları, kendi cinslerini de kurban ettikleri bir oyun. Belli ki akıllarından geçen gerçek isim “Dâhi ve Aptal”, ama popüler kültür de insana bu kadar fütursuz olma izni vermiyor. Bir üst kurulu var televizyonların, yayın etiğini sorgulayan, bir de kadınlar… Peki, bu programa itiraz, neden bir avuç kadından çıkıyor? Neden kadınlar eşleriyle, sevgilileriyle, çocuklarıyla oturup böyle bir yarışmayı izliyor? Bu yarışmanın gerçek formatı, izleyici kadınların büyük çoğunluğunu da erkekler gibi yarışmacı kadınlara güldürmek… Bunun adı kadını kadına kırdırmak! Gülünce rahatlıyorlar, ama bu gülmede yarışmacılara gösterilen fotoğraftan Bill Clinton ile Kenan Evren’i kendilerinin tanımış olmasının “zaferi” de var. Soru seçimindeki ayrımcılığı, dahası ırkçılığı görmemenin “yenilgi”sinin bu “zafer”lerini bulandırdığını da fark etmiyorlar. Oyunsuz bu hayata tahammül edilemiyor mu? O zaman erkeklerin ellerine bakıp oyun kurmayı bırakın! Kendi olmak oyununun baş döndürücü hazzına açın kapılarınızı, sizi başka türlü kurmaya çalışan programın yayından kaldırılması için çabalayın… İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com 22 TEMMUZ 2007 / SAYI 1113 Dünyanın “en az gelişmiş” 50 ülkesinin temsilcisi küreselleşmenin doğurduğu sorunlara yine küresel çerçevede çözüm aramak için geçen haftalarda İstanbul’da bir araya geldi. IMF ve Dünya Bankası reçeteleriyle adeta komaya giren bu ülkeler artık yeni kalkınma stratejileri geliştirme ve yeni ittifaklar kurma arayışındalar. Ruanda’da bir milyon kişi Batı’nın “kayıtsız seyirciliği” eşliğinde öldü, milyonlarcası göç etmek zorunda kaldı. D Can Ertuna Küreselleşme bize yaramıyor beyler... lman yazar Günter Wallraff’ın bu ülkedeki Türk işçilerin dramını anlattığı kitabına koyduğu isim “En Alttakiler” aslında dünya devletleri hiyerarşisinin en dibinde bulunan ülkelerin durumunu da özetliyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu barındıran bu ülkelerde yaşayanlar, kişi başına düşen milli gelir, okuryazarlık oranı, sağlık göstergeleri listelerinin en alt sıralarında. Gıda sıkıntısı çekenlerin oranı yüzde 40. Bu ülkelerdeki nüfusun yaklaşık yüzde 50’si günde 1 dolardan daha az gelire sahip, en yüksek nüfus artışı oranı yüzde 5’le bu ülkelerde. Aralarında, Ruanda, Yemen ve Somali gibi adı sık sık felaket haberleriyle anılan ülkeler de var; Benin, Eritre, Tuvalu gibi belki daha önce hiç duymadığımız uzak coğrafyalar da. Gelişmiş Batı ülkeleri ise asırlarca sömürdükleri bu topraklardaki yoksulluğu ve yoksunluğu bir nebze dahi olsa ortadan kaldırma arayışında. En önemli sebep ise bu sefaletin doğurduğu baskının her geçen gün büyüyen göçmen dalgası olarak sınır kapılarını zorlaması ve buralardan taşan öfke ve çaresizliğin güvenli kentlerini terör sahnesine çevirmesi. Aslında medeniyetin bu zayıf halkalarının güçlendirilmesine yönelik çabalar 1960’larda başladı. 1981 yılında BM’nin Paris’te düzenlediği ilk “En az gelişmiş ülkeler konferansı” ile de “bir şeyler yapmalı” nakaratları gelişmiş ülkeler A Yemen yoksulluk ve felaketlerle boğuşan ülkelerden biri. Bu, zaten sosyal bilimlere ilgi duyan ve biraz da olsa alternatif kaynakları takip eden pek çok kişi için bilinen bir olgu olsa da bunu bir BM yetkilisinin ağzından böyle net ifadelerle duymanın yarattığı etki, durumun ciddiyetini daha iyi ortaya koyuyor. En az gelişmiş kategorisindeki ülkelerin toplam nüfusunun 2015 yılında 950 milyona varması öngörülüyor. BM kaynaklarına göre yine bu yılda “aşırı yoksulluk” koşulları altında yaşaması öngörülenlerin sayısı ise 470 milyon, yani nüfusun yaklaşık yarısı. Peki küreselleşme neden bu ülkelerin üzerinden silindir gibi geçti? Elbette bunda bu sürecin lokomotifi iki kurum; IMF ve Dünya Bankası’nın payı büyük. “Ekonominizi liberalleştirin”, “Yabancı yatırmları kendinize çekin”, “Serbest ticaret anlayışını benimseyin”... Türkiye’de duymaya çok alıştığımız bu sözler, bu ülkeleri yöneten krallar, aşiret liderleri, diktatörler ve az da olsa demokratik bir seçimle işbaşına gelen hükümet başkanlarının kulaklarına da fısıldandı çeyrek yüzyıl boyunca. Ancak bu “liberal ekonomi” reçetesiyle uygulanan tedavi, hastanın durumunu daha da kötüleştirdi. Zaten çökmüş durumdaki ekonomi bir de küresel şokların etkisine açık hale geldi. Devlet tarafından sağlanan ve sınırlı sayıda insanın yararlanabildiği sağlık ve eğitim hizmetleri özelleşince bunlardan sadece bir avuç seçkin faydalandı. Yabancı yatırımcılar ise sömürgeci dedelerinin hırsından pek fazla şey yitirmemişti. Schmidt, “İkili anlaşmalar söz konusu olduğunda özellikle yatırımlarda hep gelişmiş ülkelerin çıkarlarını garanti altına aldıklarını görüyoruz” diyor. Yani sermaye kendini buralarda da riske atmıyor. Hedefte ise özellikle Afrika ülkelerinde bulunan zengin petrol ve doğalgaz rezervleri yatıyor. Adı yaklaşık 1 milyon kişinin Batı’nın kayıtsız seyirciliği eşliğinde öldüğü, 20. yüzyılın en büyük katliamlarından biri ile gündeme gelen Ruanda’nın Birleşmiş Milletler’deki temsilcisi Profesör Joseph Nsengimana, bu “yatırım aldatmacasını” daha somut bir biçimde ortaya koyuyor: “Gerçek şu ki biz bir doğal kaynak deposu olarak görülüyoruz. Eğer bunları sadece hammadde olarak ihraç edersek asla gelişemeyiz. Kaynaklarımızı işleyip satalım ki bunlardan kâr elde edelim. Ancak bizden kaynaklarımızı ucuza alıp kâra dönüştürenler gelişmiş ülkeler.” Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr Harriet Schmidt... tarafından yüksek sesle hep bir ağızdan söylenir oldu. Gelişmiş dünyanın “kötü polisleri” IMF ve Dünya Bankası ile iyi ama biraz da iktidarsız polisi Birleşmiş Joseph Nsengimana... Milletler bu tarihten sonra en az gelişmişlik sorununa el atacaktı. Türkiye’nin ev sahipliğinde, BM’nin serin gölgesinde İstanbul’da yapılan “Küreselleşmenin en az gelişmiş ülkelerin yararına işletilmesi” konferansı da bu el atmalara dahildi. Konferansa katılan dünyanın “en az gelişmiş” 50 ülkesinin temsilcileri kötü polislere ve iktidarsız polislere veryansın etti. BALIK TUTMAYI ÖĞRENMEK Uzun süren çetin tartışmalardan sonra gelişmiş ülkeler en az gelişmiş ülkelerden bir bölümünün aslında hiç ödeyemeyeceği dış borçlarını silme kararı aldı. Hatta bu ülkelere cüzi de olsa para yardımları yapılıyor. Ancak Schmidt’e göre esas yapılması gereken beslemek değil, balık tutmayı öğretmek. “Teknik konularda kaynak ve uzmanlık sağlamak yardım dağıtmaktan daha önemli” diyor Schmidt. Nsengimana da bu ihtiyaca dikkat çekiyor: “Gelişmek için temel altyapı olanaklarına, eğitimli işgücüne ve finansal sermayeye ihtiyacınız var. Ancak işte bizde olmayanlar tam da bunlar. Bu temel ihtiyaçlarımızın karşılanması gerekiyor.” Peki İstanbul’daki bu iki günlük buluşmadan sonra neler değişecek? Ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri, en az gelişmiş ülkeler arasında ve bu ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında da işbirliğini artırma kararlılığıydı. Gözüken o ki küreselleşmenin zararlarına karşı yeni küresel ittifaklar gündemde ve artık Batı’nın reçeteleri tek geçerli yol sayılmıyor. Nsengimana, “Artık sadece Batı değil, Asya ülkelerini de model almalıyız” diye konuşuyor. Harriet Schmidt de biraz da mahcup bir ifadeyle gülümseyerek, “Kendi kalkınma stratejilerini hayata geçiren ülkeler, uluslararası kuruluşların reçetelerine bağlı kalanlardan daha başarılı gözüküyor” diyor ve ekliyor: “Bunun ötesinde bir yorum yapmak istemiyorum.” KÜRESELLEŞME MAĞDURLARI Titri kartvizitinin ön yüzünü kaplayan (Birleşmiş Milletler en az gelişmiş, denize kıyısı bulunmayan gelişmekte olan ülkeler ve küçük gelişmekte olan ada devletleri masası direktörü) Alman Harriet Schmidt, konferansın ilk günkü oturumundan sonra, “Sizce bu görüşmelerin en önemli sonucu ne oldu?” sorusunu, “Galiba artık küreselleşmenin mevcut haliyle iddia edildiği gibi en az gelişmiş ülkeler için faydalı olmadığı konusunda bir konsensüs oluştu” diye yanıtladı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle