02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 4 19/4/07 15:36 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 PAZARIN PENCERESİNDEN 22 NİSAN 2007 / SAYI 1100 Oyuncu değiştirmek Selçuk Erez “Orhan Hoca işaret etti. Oyuncu değiştirecekti. Hakem düdük çaldı. Oyun durdu. Çıkacak oyuncu koştu, girecek oyuncuya el verdi. Yan hakem, girecek oyuncunun ayakkabısının altını kontrol ediyordu. Düdük çaldı. Orta hakem koşarak geldi. Girecek oyuncunun sağ ayak bileği yan hakemin elinde. Oyuncu tek ayak üstünde kaldı... Ne olduğunu anlamak için kafasını arkaya çevirdi, anlayamadı. Yan hakem parmağıyla işaret etti. İki kramponun arasında çivi gibi bir cam parçası. Gövdesi, ayakkabının köselesine yerleşmiş, sivri ucu dışarıda.” Yiğit Okur’un yeni romanı Büyücü’den aktardığımız bu bölümde olanlar şöyle açıklanıyor: Takımın “Kral” unvanlı parlak elemanı Sıtkı’nın anası Hanife, her maçtan önce oğlunu uğurlarken iki kulhuvallahibir elham okumakta ve Sıtkı’nın ceplerine okunmuş nazar boncukları doldurmaktadır: Bütün arkadaşlarına dağıt. Bir avuç da radyodaki herife ver ki nefesi nazara gelmesin. Maça çıkanların boncuk koyacak cepleri olmadığından soyunma odalarında şuraya buraya atılan boncuklar yerlere yayılır, üstlerine basılır; hademeler ellerinde faraş koridorlardan, tuvaletlerden habire boncuk kırığı toplarlar. Romanda oyuna yeni girecek oyuncunun ayağına batan işte bu okunmuş boncuklardan biridir. Orta hakemi sesini yükseltir: Ayakkabı derhal değiştirilecek! Çıplak ruh tedirginliği Fuat Erman on yıllarda tüm tıp dallarında ön plana çıkan doktor hasta ilişkisi, psikanalizde oldum olası kırılgan bir konum sergiler. Çoğunlukla depresyon aşamasında başlanan psikoterapi sürecinin başlarında, hasta aşırı duyarlı ve alıngan bir ruh hali içerisindedir. Herhangi bir fiziksel rahatsızlık durumunda da hasta tedirgindir, ilgisiz ve soğuk duran bir doktorun karşısında etkilenmemesi imkânsızdır, ne var ki arzu edilmeyen bu durum tedavinin başarısını çok da etkilemez. Analist ile olan ilişkisi ise süreklidir ve hasta ona zaman içinde ruhunun en karanlık yerlerini açmıştır, terapinin herhangi bir yerinde her an çökmeye hazır olan bu kırılgan ilişki analizin sonucunu bire bir etkileyebilir. Hastanın da direnç mekanizmaları sonucu herhangi bir aşamada sıfırlanabilecek olan tüm terapi sürecinde, analist keskin bıçak sırtında ilerler. Analistin verimli olabilmesi için, analistanalizan ilişkisinin olduğunca nesnel olması gerekir. Örneğin, çok gerekmedikçe ve ancak bir kereyle sınırlı kalmak şartı dışında, hastanın aile bireyleri ile görüşmemesi tercih edilir. Mecburiyet sonucu böyle bir görüşme yapılmışsa, analist bu görüşmeyi hastasıyla tüm ayrıntılarıyla paylaşmak durumundadır. Hastanın çok yakın derecedeki arkadaşlarını analize alamaz. Rastlantısal karşılaşmalar dışında muayenehane dışında hastasıyla buluşmamalı, dostluk derecesi az veya çok olsun önceden tanıdığı kişileri hasta olarak kabul etmemelidir. Psikanalizin deontolojisini oluşturan tüm bu kuralların çiğnenmesi analizin başarısını doğrudan etkileyebilir. Bir yandan tüm bu deontolojik kurallara uyumlu kalıp bir yandan da hasta ile sıcak ama mesafeli bir ilişkinin temelleri nasıl atılabilir? Analizin gereklerini yerine getireyim derken analist nasıl hastasına karşı soğuk ve duyarsız gözükmenin tuzağına düşmeyi engelleyebilir? Bu ancak analistin mesleki deontolojisini içleştirmesiyle mümkündür, başka bir deyişle analist mesleği ile yaşamını bağdaştırmak durumundadır. Analistin, hastaya deontolojik kuralları altını çizerek hatırlatması sadece ve sadece analistanalizan ilişkisinin zedelenmesine neden olur. Paris’te tanışmış olduğum bir psikanalist, terapinin transfer aşamasında çok beklenen bir şeyle karşılaştığını, özellikle hanım hastalarının kendisine ilgi duymaya başladıklarını söylemişti. Kendisi evli olmasına rağmen ilke olarak alyans taşımıyordu, analizin bir yerinde başka bir konudan konuşulurken denk getirip hastasına kendi eşinden söz ediyordu. Böylece gerekli mesajı alan hastanın, ilgisine çok doğal bir şekilde ket vurmuş oluyordu. Analistanalizan ilişkisi tedirginlik üzerine kuruludur. Kırılgandır. Verim için nesnellik şarttır. Analistin uzak ya da yakın, önceden tanıdığı kişileri hasta olarak kabul etmemesi, rastlantısal karşılaşmalar dışında muayenehane dışında hastasıyla buluşmaması gerekir... Peki, analist hastasına soğuk ve duyarsız görünme tuzağından nasıl kurtulabilir? S Desenler: Zeynep Özatalay ANALİSTİN SAVUNMA MEKANİZMASI Analistin, ideal olan sıcak ama mesafeli ilişkiyi kuramaması sadece deontolojiyi yaşamıyla barıştıramamasından mı kaynaklanır, yoksa başka nedenler var mıdır? Bu sorunun cevabını konuyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi gözüken bir çalışmada buluyoruz: Richard Sennet’in “The Uses of Disorder” adlı kitabında, başlığı “arınmış kimlik” olan birinci bölümde. Sennet bu ilk bölümde birbiriyle hiç ilişkisi olmayan farklı figürler arasındaki benzerlikleri arar. Bu figürler André Malraux’un “Les Conquérants/Fatihler” adlı romanındaki anarşist Hong, meslek yaşamlarının ilk adımlarını atan genç analistler, şehir planlamacıları ve de ergenlerdir. Nasıl olabilir de Çin Devrimi’nde rol alan bir anarşist ile genç bir analist arasında koşutluk bulunabilir? Burada Sennett iki Amerikalı araştırmacıya gönderme yapar: Daniel Levenson ve Myron Sharaf. Bu iki araştırmacıya göre mesleğine yeni başlayan çoğu genç analistte kendini bir tür tanrı görme eğilimi vardır. Hastaları hakkında baştan kesin yargılara sahiptirler ve onlara karşı biraz da küçümseyici bir tavır sergilerler. Sennett bunun evrensel olmadığını ama genç analistlerde sıklıkla görüldüğünü belirtir. Levenson ve Sharaf’a göre bu tavrı oluşturan bir tür savunma mekanizmasıdır. Genç analistler hastalarından dinledikleri acılara kendilerini kapıp koyuvermekten korkarlar, bunu engellemek için de bir tür savunma mekanizması oluştururlar. Empatiden uzak, bükülmeyen bir egonun arkasına saklanırlar. Malraux’un romanındaki anarşist Hong tiplemesine gelince, o da haklarını savunduğu, hatta bu uğurda yaşamını feda etmeye hazır olduğu halk yığınlarının acı Hay anasını sattığımın boncuğu.. Küfür edemezsin. Kırmızı kart! Teknik direktör kükrer: Saha dışındaki oyuncuya kart gösteremezsin. İstediğim yerde istediğime gösteririm. Ben de sana öyle bir gösteririm ki bir daha çıkamazsın sahalara. Dün gece neredeydin ha? Hakem kartı hemen üst cebine soktuğu gibi arkasını döner, koşmaya başlar.. Televizyonda görürüz: Yerli takım yöneticileri, maç boyunca sinirli sinirli gidip gelir, oyuncularına bağırırlar. Bu bağırıp çağırmalar genellikle bir işe yaramaz. Önceden yapılanlar, yani takımı isabetle oluşturmak, antrönörü doğru seçmek, oyuncuları iyi çalıştırmak, takımın o mevsim puan cetvelinin nerelerinde yer alacağını etkiler ama o anda oynanmakta olan maçta başka faktörler yürürlüktedir: O sırada antrenör için maçın gidişini etkilemenin tek yolu, oyuncu değiştirmekten ibarettir: Bu araç, isabetle uygulandığında maçın gidişatını bal gibi etkiler! Takımı kimler oluşturur? Kulübün yöneticilerinin çoğunun, teknik elemanların kararları önemlidir; bu kararlar tek kişi değil birden çok bireyin oyuyla alınır. Spor tarihimizde tek seçiciyle sadece bir kez başarı sağlanmıştır: Eşfak Aykaç’ın seçtikleri ile Türkiye, Macaristan’ı 31 yenmiş ama tek seçiciyle ondan sonra olumlu sonuçlar alınamamıştır. Peki takım oluşturmakta çok sesliliğin yeğlendiği böyle bir çağda, tek kişinin, hem seçiciliği, hem antrenörlüğü, hem de takım kaptanlığını üstlendiği ve bu yetmezmiş gibi kendisinin ne zaman maça çıkacağını yine kendi keyfine göre saptadığı bir maçtan ne bekleyebiliriz? Yiğit Okur’un bu güzel romanında okunmuş boncuklar ve kulhuvallahiler, “Kıral” oyuncunun önce kritik bir maçta kaleciyle karşı karşıya geldiğinde kasılıp kalmasını, gol atamamasını engelleyemiyor. Eski Kıral, saatlerce yuhalanıyor, saklanacak yer arıyor. Dualar onun çığ gibi ivmelenen düşüşünü durduramıyor.. Yöneticisi, teknik direktörü, antrenörü, takımı oluşturanı, takım kaptanı aynı kimse olan bir takımın bize maçlar mı kazandıracağını sanıyoruz? Yakında izleyeceğimiz bir oyuncu değişiminden sonra çıkacağımız böyle bir maçta bizi nelerin beklediğini hâlâ kavramıyorsanız tehlikenin farkında değilseniz Yiğit’in romanını okuyun! larına ve dertlerine kendini kaptırıvermekten korkmaktadır. Tek çözüm, halkla kendisinin arasına mesafe koymaktır. Bu mesafe, gerek genç analist için gerek Hong için direnebileceklerinden emin olamadıkları acılar karşısında emin bir zırh oluşturur. İleriki sayfalarda Sennett kitabın ana konusunu oluşturan şehir planlamacılarından söz eder, onlar da kendi bildikleri doğrultusunda kesin ve esnemeyen kararlara varırlar ve şehirleri kendi bildikleri gibi düzenlerler, kitabın adını oluşturan “disorder” (düzensizlik) kelimesini, Sennett şehir planlamacılarının kendi bildikleri “düzen”in karşıtı olarak kullanır. Burada da aynı nedenlerle, pratikte şehrin kullanıcısı olan yurttaşların sorunlarını dinlemek planlamacıları ürkütür, pragmatik olmak yerine tepeden inme planlarla şehirlere yeni düzenler vermeyi tercih ederler. Ergen figüründe de yine aynı savunma mekanizmasının getirdiği zırhın içine saklanmış bir ben ile karşılaşırız. Bir an evvel meslek sahibi olmaktaki aceleciliği, çevredeki insanlarla iletişim kurmakta yaşadığı mahcubiyet, ergenliğin bazı çok bilindik belirtileridir. Ergen de henüz fazla donanımlı olmadığı erişkin yaşamının sorunlarına kendini kaptırıp koyuvermekten korktuğu içindir ki katı ve mesafeli bir kimliğin arkasına saklanır. Mesleğine yeni başlayan genç analistlerin zaman ve deneyimle bu kopukluğu aşmaları beklenir. Yaşamı ile mesleki deontolojisini barıştırabilmiş, sıcak ama mesafeli bir analistin başarı şansı şüphesiz daha yüksektir. Bunu başaramayıp tüm yaşamı boyunca ergen kalan analistlerin ise çok verimli olması beklenemez. Bu kategoriye girenler en büyük tutukluğu hastaları ile muayenehaneleri dışında karşılaştıklarında yaşarlar. Onları görmezden gelmeye çalışırlar, selam vermekle vermemek arasında bocalarlar. Onların bu çelişkili tutukluğu bize ister istemez Visconti’nin “Leopar” filminden bir sahneyi hatırlatıyor: Prens (Burt Lancaster), bir banyo küvetinde yıkanmaktadır. Peder Pirrone içeri girer, birden banyo küvetinde Prens’i çıplak görünce gözlerini örter ve geri çekilir: Peder Pirrone: Ekselans izin verirseniz….Ooo! Bağışlayınız bilmiyordum… (Çekilir) Prens: Şaşkınlık etmeyin Peder. Peder: Öyle mi? Prens: Siz ruhların çıplaklığına alışıksınızdır, vücutlarınınkinin çok daha masum olduğunu da bilirsiniz. Kaynakça: Sennet. Richard. (1996) The Uses of Disorder. Faber and Faber: Londra, 1996. s 326. / Visconti, L. (1963) Leopar. çev. Alpagut Erenuluğ. Bilgi Yayınevi: İstanbul. Ocak 1972. s 79
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle