Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 9 8/3/07 15:19 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 11 MART 2007 / SAYI 1094 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Yine karikatür üzerine... Ataol Behramoğlu Bebeğimi al, beni yaşat doktor... Aytekin Altıntaş * ir pazar sabahı, elinde kahvesi, gazete okuyordu doktor. Bir haber yüzünü allak bullak etti; bir fotoğraf, gözaltları morarmış, kırışmış, kararmış bir yüz, sanki bir günde 50 yıl yaşlanmış bir kadının yüzü. Zamanın dışına fırlamış, gerçek dışı bir dünyadaymış gibi bakan anlamsız bir bakış, boş gözler, ama sanki tanıdık biri… Haberin başlığına baktı: “Gayrimeşru bebeğini evinde doğurup gazete kâğıtlarına sarıp çöpe atarak ölümüne neden olan genç kız yakalandı”. Habere göre, bebeğin sarılı olduğu gazete kâğıtları arasında kızın üniversite sınavına hazırlanmak için gittiği dershaneye ait bir test kâğıdı vardı, üzerinde de adı yazıyordu. “Canavar anne” işte böyle yakalanmıştı... Göğsünde bir sıkıntı hissi duydu doktor, oksijensiz kaldığını sandı, gözleri doldu, pencereleri açtı. Sonra geri döndü. Koltuğa oturdu, geçmişe döndü… Yaklaşık beş ay önceydi… Fotoğraftaki kız muayeneye gelmiş, başı önde içeri girmiş, sessizce oturmuş ve göz göze gelmekten kaçınarak gebe olduğunu ve bebeğini aldırmak istediğini söylemişti. Bekârdı, liseyi yeni bitirmişti, üniversite sınavlarına hazırlanıyordu ve mutlaka bu gebelikten kurtulmalıydı. Son âdetini ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu. Ultrason masasında genç kızın bombeleşmiş karnını görünce canı sıkıldı doktorun, bebek dört aylıktı. Başına, beynine, ayaklarına, kalbine, ellerine, gövdesine, her yerine dikkatle baktı, her zamankinin aksine bir anomali olmasını, bebeğin kalp hareketlerinin olmamasını isteyerek… Ama hayır, sapasağlam, sorunsuz, sağlıklı bir bebekti. Kız ultrason ekranına hiç bakmadı. Yüzünü diğer tarafa çevirdi ve muayene boyunca ağzını hiç açmadı. Her zaman neşeli olan odada ölüm sessizliği vardı. Muayeneden sonra doktorun odasına geçtiler. Kız, kocaman yeşil gözleri, bir umutla bakıyordu doktorun yüzüne. Güzel kızım, diye söze başladı doktor, bebek çok büyük, 4 aylık, gerek yasal olarak gerekse etik olarak bu büyüklükte bir gebelik sonlandırılamaz, doğurduktan sonra çözüm yolları aramalısın, üstelik bu konuda çocuğun babasının da sorumluluk ve hakkı var, çözümü birlikte bulmalısınız. Her sorunun mutlaka bir çözümü var, devlet, kurumlar, evlatlık, koruma… Doğuramam doktor, derdimi kimseye de açamam, bu işin başka bir çözümü yok, çocuğun babasını bu işe karıştırmaya ise hiç niyetim yok diye cevap verdi kız, bu gebelik sonlanacak, bu bebek yok olacak, ne olur yardım et bana. Yoksa yalnızca bu bebek ölmeyecek, ben de öleceğim, daha ötesini hiç düşünemem, düşünemezsin. Ne olur yardım et bana… Keşke yardım edebilsem diye düşündü doktor, keşke. Kız haklı diye düşündü, bu bebeğin doğması demek, bu kızın geleceğinin yok olması demek. Aslında teknik olarak hiç de zor değildi gebeliği sonlandırmak, ama yasal olsa bile etik değildi. Peki ya bu genç kızın yaşamı, o ne olacaktı? Yardım edemem güzel kızım dedi, sesini iyice yumuşatarak, yasal değil, benim vicdanım da buna uygun değil… Belki başka bir yerde başka bir kişiye yaptırabilirsin, ama ben yapamam ve inan sana yardım edebilmeyi çok isterdim. Kız bir süre sessiz Bir yanda bir doktorun vicdanı ve etiğe bağlılığı, diğer yanda gebeliğini sonlandırmak isteyen genç bir kadın. Sonuç, bebeği doğurduktan sonra sokağa bırakıp ölümüne yol açan “katil” bir anne, vicdanı rahat, ama yine de “keşke” diyen bir doktor. Belki evlenmiş, belki bebeği bir yolla düşürmüş, belki de doğurup benimsemişti . Belki de… Töre cinayetleri adındaki ilkelliğin önüne geçilemediğini unutmuyordu. Genç kızın sözlerini hatırladı. “Bu bebeğin yaşama şansı yok, yardım et bana, benim hayatımı kurtar hiç olmazsa.” Korkuyordu. Olayı resmi makamlara duyurmayı denemedi bile. Reşit bir kızın sırlarını saklamak zorunluluğu vardı.. Sonunda olanlar olmuştu, hem de doktorun hiç aklına gelmeyen bir şekilde. Gazetenin yazdığına göre evde, odasında doğum yapmış, bebeğin ölümüne sessiz kalmış, sonra da gazete kâğıtlarına sarıp çöpe y a atmıştı. Ama bir ipucu bırakmış ve l ata yakalanmıştı işte… Dağılmış, yıkılmış, z pÖ yok olmuş bir yaşam. Gazeteciye göre, e n y e “canavar anne” :Z n yakalanmıştı ve e s De cezasını çekecekti. Yakalanmasa ne olacaktı ki… Kendi çocuğunun ölümüne seyirci kalan veya neden olan kaldı, sonra gözyaşlarına boğuldu, ben mahvoldum, ben 18 yaşında bir kız kendinden nasıl kaçacaktı ki? Başkasından yaşayamam, ben bu çocuğu doğuramam diye ağlayarak kurtulmak kolay olabilirdi ama insan asla kendisinden odadan çıktı. Doktoru vicdanı, inancı, bebeğin ve genç kızın o kurtulamaz, sonrasında sağlıklı bir yaşam kuramazdı. Hangi anda uzlaşmaz bir karşıtlık içindeymiş gibi görünen ceza genç kızın bebeğinin ölümü ve sonrasında yok etmeye yaşamlarına olan saygısı ve çelişkileriyle baş başa bırakarak. çalıştığı sırada duyduğu acılardan daha ağır olabilirdi? Polisler On gün sonra yine doktorun karşısındaydı genç kız, ne arasında görülen resmine bakıldığında 50 yıl birden olur dedi, yardım et bana, çaresizim. Sanma ki ben bu yaşlanmış, çökmüş yüz bu ağırlığı anlatıyordu işte. Ya genç bebeğe hiç acımıyorum, o benim canım, bir parçam, içimde kızın ailesi, ya bebeğin babası… hareket ettiğini hissediyorum ve içim acıyor, yıkılıyorum. Tüm bu olayları engellemek doktorun elindeydi. Genç kız Anlasana mecburum, bilmediğin pek çok şey var, bu bebeğin ilk başvurduğunda gebeliği sonlandırsaydı bu olaylar yaşama şansı yok, nasıl olsa bir şekilde yok olacak, ölecek. yaşanmayacaktı. Genç kızın dediği gibi bebeğin yaşama şansı Doktor kızın karnındaki bebeğin başına bir iş geldiği zaman yoktu. Hiç değilse kızın yaşamını kurtarabilirdi, hatta kızın yalnızca onun değil, ailesinin, bebeğin babasının da hayatının ailesinin, bebeğin babasının. Ama yapmamıştı. Çünkü bir kurtulacağını düşündü, başladığı yere geldi, yapamazdı, yasal bebeğin yaşamına karşın başka bir yaşam… Savaş kuralları değildi, vicdanı… Keşke bebeğin kalbi birdenbire, kendi gibi. Ölmemek için öldüreceksin, yok olmamak için yok kendine duruverseydi… Doğru ne kadar değişken diye edeceksin… Yapamazdı. Doktor gazeteleri elinden düşündü doktor, ne kadar oynak. Kişiye göre hiç bırakırken keşke diye mırıldandı, keşke kızın istediğini değişmemesi gerekirken, kişinin bulunduğu tarafa, zamana yapsaydım, asla böyle bir şeyi yapamayacağını bildiği göre değişen bir şey. Yasaların, kızın, karnındaki bebeğin, halde... babanın ve kendisinin doğruları. * Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Genç kızı bir daha görmemişti. Gebeliğini uzun süre Hastalıkları ve Doğum, Jinekolojik Onkoloji Ünitesi saklayamazdı, bir şekilde çözdü herhalde, diye düşünmüştü. S anatçı dostlarım içinde karikatürist arkadaşlarımın ayrı bir yeri olduğunu daha öncelerde de yazmıştım. Edebiyatın yanı sıra müzik ya da resim gibi karikatür sanatına da tutkunumdur. Şiir ve karikatür arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünüyorum. İkisi de damıtma, yoğunlaştırma, özetleme sanatıdır. Karikatüristin işinin komik şeyler çizerek insanları eğlendirmek olduğunu düşünenler çok yanılır. Karikatürist eğlendirmek için değil düşündürmek için çizer. Orada gülen şey, aklın kendisidir… Aklın bu anlamda belki de en önemli özelliği, kendi kendisiyle alay edebilme yeteneğidir… Ve bu çok ciddi bir iştir… Belki de bu nedenle, benim yakından tanıdığım karikatürist arkadaşlarımın hepsi çok ciddi kimselerdir. Diyebilirim ki her birinde hem şairce bir duyarlılık, hem filozofça bir düşünce insanı derinliği görmüşümdür. Zaten bu nedenle de, kurulu düzen savunucuları, egemenler, şiirden olduğu kadar karikatürden de korkarlar. Dizelerin gücü ve çizgilerin gücü onları ürkütür. Hem duyarlı, hem zeki, hem de kendi kendisiyle alay edebilme yeteneğine sahip olmak güç iştir. B Egemenler övülmek isterler. Övmek karikatürün doğasına aykırıdır. Eleştiriye açık olmak ise, gelişmeye açık olmakla eş anlamlıdır. Kendi kendisiyle alay edebilme yeteneğine sahip olan kişi, gelişmeye en çok yetenekli olandır. Bu anlamda da karikatürsüz bir hayat ürkütücüdür. Karikatürsüz toplum, ölü bir toplumdur. Tutuculuğun, tutucuların egemen olduğu toplumlar böyle ölü toplumlardır. Bu yönde bir araştırma yapılsa, karikatür sanatının yasaklandığı, baskı altına alındığı toplumların ya yok olup gittikleri ya da bu toplumları baskı altında tutan yönetimlerinin devrimlerle yıkıldıkları görülecektir… Araştırmanın bu sonucu göstereceğinden hiç kuşku duymuyorum. Günümüz Türkiyesi’nde karikatürden, karikatürcüden nefret eden bir siyasal erk var. Bunlar gülme özürlü kimselerdir. Bu onların düşünme özürlü kimseler olduğu anlamına gelir. Kaskatı, ruhsuz, duygusuz, aynı zamanda da kendi sığ varoluşlarının kibriyle dolu, zavallı ve tehlikeli robotlar… Beyinleri, düşüncenin hareketini izleyen bir aygıtla incelense, bu düşüncenin bir kısırdöngü yörüngesi izlediği ya da zaten hiç olmadığı görülecektir… Yayın organlarında “Karikatür Medeniyetinin Sonu Geldi” başlıklı, cahilce ve tehditkâr yazılar yer alır. Karikatüristler dava edilir, yıldırılmaya çalışılır. Karikatür sergileri yasaklanır. Zekâyla aptallığın tam olarak karşı karşıya geldiği noktadır bu. Kendini eleştirebilme, kendi kendisiyle bile alay edebilme yeteneğine sahip zekâyla, kibirli ve zalim aptallığın… İnsanlık özgürleşmek için bu tehlikeli ikilemden kurtulmak, bu yolda çaba harcarken karikatürün var oluşunu, karikatüristin özgürlüğünü sonuna kadar savunmak zorundadır… ataolb@cumhuriyet.com.tr Birliktelik ve evlilik... Aylin Kotil şyerimde hemcinslerimle çalışıyorum. Pek değil, hiç erkek yok aramızda. Yaşlar da on sekiz ile kırk arasında değişiyor. Her gün en az biri ya eşiyle ya da erkek arkadaşıyla ilgili bir hikâyesini anlatıyor. Hayatında biri olmayan olmadığı için dertli, olan da “erkek yok ağlamak yok” tezini savunuyor. Bizleri dinlerken gerçekten hayatınızda bir erkeğin olması mı, yoksa olmaması mı daha güzel inanın karar veremezsiniz. Ancak, dışardan bakılabildiğinde bana tespitler yaptırabilecek kadar çok ipuçları verdikleri de kesin. Öncelikle hayatında biri olan ve olmayanlar ile evli olanlar ya da birlikte olanlar diye iki gruba ayırabilirim durumu. İstekler de duruma göre değişiyor. Evli olmayanlar, hele de yirmili yaşlarda ise birlikte olduğu erkekle sürekli bir yerlere gidip gezmek istiyor. Ancak evliyseler devreye boşuna masraf yapmayalım mantığı giriyor. Birlikteyken erkeğin kıskanması, sorması, sürekli didiklemesi hoşa giderken, evlenince bu durum bir İ süre sonra sıkıcı bir hale dönüşüyor. Birlikteyken kalbin ağızdan çıkma hali sürekli yaşanırken ve sonsuza dek süreceği sanılırken evliliklerde bu durum, yerini sadece erkek geciktiğinde “Acaba başına bir şey mi geldi” huzursuzluğuna bırakıyor. Birlikteyken olmayacak yerlere para harcanırken evliyken ele geçen para ya evin bir eksiğine ya da çocuğun okul taksidine yatırılıyor. Birlikteyken buluşmalardan önce makyaja son bir kez bakılıp, parfüm sıkılıp naneli sakız çiğnenirken evlilikte bütün bu işlemler evde bir aradayken değil sadece dışarı çıkıldığında yapılıyor. Birlikteyken tatil, gezme yeme içme planlarını ne kadar çok yaparsa o kadar çok hoşlandığımız erkek arkadaşımız, evlendiğimizde bunları sık yaparsa sorumsuz ve hayatı ciddiye almayan tavrıyla bizlere itici gelmeye başlayabiliyor. Birlikteyken beraber tatil yapma fikri muhteşem gözürken evliyken “Bir iki gün gitse de yalnız kalıp kafamı dinlesem” modeline kolayca dönüşebiliyor. Birlikteyken sadece onunla olmak güzel gelirken, evliyken diğer arkadaşların hayatımızdaki yeri önem kazanabiliyor. Birlikteyken beraber film seyretmek çok zevkli gelirken evlenince ikinci televizyon almak kaçınılmaz hale geliyor. Evliyken yaşanan biz duygusu birlikteyken bir yerlerde eksilebiliyor. Evliyken ne zaman ne yapacağını kestirebildiğiniz eşiniz, birlikteyken sizi sıklıkla şaşırtabiliyor. Evliyken ilişkiyi oturtmuşluğun verdiği güven ve huzur birlikteyken yerine çok da konulamıyor. Ama sonuçta evli ya da birlikte, hayatında biri olan da şikâyet ediyor, olmayan da. Bence etsin de zaten! Yoksa işyerindeki kahve molaları pek tatsız geçiyor... aylin@kotilsarigul.com