Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 8 8/3/07 15:17 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZARIN PENCERESİNDEN 11 MART 2007 / SAYI 1094 Sinbad gibiyiz şimdi Selçuk Erez G emici Sinbad’ın Harun Reşid devrinde başından geçenleri çocukken okumuştum. O zaman sadece heyecanlı maceralar olarak algıladığım bu öykülerin aslında yararlı dersler içerdiklerini şimdi anlamaktayım. Hatırlayın: Sinbad’ın dördüncü seyahatında neler olmuştu? Gemisi batmış, Sinbad, kendini yamyamların arasında bulmuştu; onlar, hayal görmesine yol açacak otlar yedirmeye kalktıklarında da kaçmış, başka bir adaya sığınmıştı. Bu adanın padişahı, Simbad’ı çok sevmiş, onu, adasının en güzel kızıyla evlendirmişti... Sonra? Eşi kısa bir süre sonra ölünce Sinbad’ı o adanın geleneği uyarınca eşiyle beraber bir yeraltı mağarasına gömmüşlerdi. Zavallı kendini birden zifiri karanlıkta, kokuşmakta olan bir cesedin yanında bulmuştu. Yanına bir testi su ve birkaç somun ekmek bırakmışlardı. Anımsıyorum: Sinbad’ın mezardaki günleri, duvarları elleyerek kaçış, çıkış yolları aramakla geçmişti. Tehlikenin farkındaydı ama çare bulamıyordu… Sinbad sonunda kurtuldu, ama çocukluk günlerimden bu yana benim belleğimde kalan, onun bu çıkmazda uzun sürmüş olan sıkıntılarıdır. Ben bir süredir kendimi böyle boğucu bir çukurdan çıkacak yol bulamayan Sinbad gibi hissediyorum! O nasıl kurtulmuştu bu çukurdan? Bu kadınlar medyayı izliyor... Soldan sağa: Eda Kılıç, Arzu Mildan, Leyla Şimşek, Melek Özman, Ülkü Songül, Burçin Belge, Yasemin Öz, Hülya Gülbahar. Berat Günçıkan H Vahşi bir hayvan görmüş, peşine takılarak mağaradan çıkabileceği bir yol bulmuştu... Peşine takılabileceğimiz doğru dürüst yaratık mı kaldı bu ülkede? Peki, Sinbad diğer badirelerden nasıl sıyrılmış, gün yüzünü nasıl görebilmişti? Onun başka sıkıntılar karşısında bulduğu çözümler beni de düze çıkarır mı acaba? Sinbad, beşinci gezisinde başına gelenleri şöyle anlatır: “Zayıf, çelimsiz, yaşlı birine rastladım. Bir akarsu kenarına ilişmiş karşıya bakıyordu. Anlaşılan zavallının dereyi aşacak gücü kalmamıştı. Acıdım, onu sırtıma aldım, karşıya taşıdım. İnmesini bekledim ama “Buyur in” deyince boğazıma elleriyle ayaklarıyla yapıştı ve inmedi. Beni günlerce bir binek hayvanı gibi kullandı, istediği yönde koşturdu durdu... Eleştiri kabul etmiyordu: Onu sırtımdan indirmeye kalktığımda, “Artık yeter, in be tepemden!” dediğimde boğazımı sıkıp nefes almama engel oluyordu.. Sinbad tepesine çöreklenmiş bu meretten nasıl kurtulmuştu? Tarla kenarında bulduğu bir kabağı delmiş, boşaltmış, yolda topladığı üzümleri bunun içinde bekletip ekşiterek insanı sarhoş eden bir içki üretmişti. Sinbad’ın bu içkiyi içerek neşelendiğini, sırtındaki yüke rağmen oynayıp hopladığını gören “müstevli” merak etmiş, bundan tatmak istemişti: Vermezsen ümmüğünü sıkar, boğarım seni! Herif, üzüm suyunu son damlasına kadar içip kafası alabildiğine dumanlanınca Simbad onu kaldırıp yere vurmuş ve bağımsızlığına ancak böyle kavuşabilmişti! Ama heyhat! Benim sırtımdaki maymun alkollü içki içmez ki! Ben başka çareler aramalıyım! erkesin medyayla ilgili bir sıkıntısı, bir şikâyeti var. Kimisi yok sayılmaktan, kimisi çok görünmekten yakınıyor. Toplumsal çöküşün başsorumlusu olarak da gösteriliyor, bu çöküşten çıkışın bir yolu olarak da... Sorun biraz da okur ya da izleyicide. Onun neyi okuyup okumadığında, neyi izleyip izlemediğinde. Medyanın asıl hedefi kadınlar, ama sunma biçimleriyle, ya görmeyerek ya da yok sayarak en çok kadının canını yakıyor. Bu, medyanın “erkek” halinin bir sonucu. Bu yüzden şimdi kadınlar medyayı izliyor. 23 kadın örgütünün oluşturduğu “Medya İzleme/MEDİZ” medyayı içeriden ve dışarıdan takibe aldı. Haberlerde, reklamlarda, dizilerde kadına biçilen rolü sorguluyor, gazetecileri kadın hakları ve eşitlik konusunda uyarıyor ve bilgilendirmeyi hedefliyorlar… İşte MEDİZ. Grubunuzu, yani MEDİZ’i harekete geçiren ne oldu? Hülya Gülbahar: Son yıllarda medyanın kadına yönelik şiddeti bizi harekete geçirdi diyebiliriz. Somut, yeter artık, dediğiniz bir olay mı yaşandı, yoksa tepkilerin birikimi mi sizi hareketlendirdi? Arzu Mildan: Tek tek kadınlar ve kadın örgütleri olarak yıllardır bu konuda kampanyalar yapıyorduk. Fatih Altaylı “Türkiye’de gözaltında kadınlar taciz ve tecavüze uğruyor” diyen Eren Keskin için “Benden bir taciz alacağı var” diye yazınca bir kampanya başlattık. Onu meslek örgütlerine ve RTÜK’e şikâyet ettik ve Altaylı disiplin cezası aldı. Medyanın kadınlara yönelik şiddet içeren üslubunu, kadınların özel hayatlarını ve bedenlerini reyting mal Çalışanlarının yüzde ellisi kadın olan, en çok kadın okurun ya da izleyicinin peşine düşen medya, yine en çok kadının canını yakıyor. Konu ne olursa olsun, kadının özellikle cinselliği vurgulanıyor, dahası bir trafik kazası bile erotik bir hikâye olarak sunuluyor. 23 kadın örgütünün katılımıyla kurulan MEDİZ (Medya İzleme) medyanın erkek halini sorguluyor, ayrımcılığa kayan kalemi ya da kamerayı uyarıyor… zemesi olarak kullanmasını tek tek örgütler olarak engelleyemeyeceğimizi gördük ve bir araya geldik. Medya sizi gördü mü? Yasemin Öz: Genel olarak hayır. Her konuda herkesten görüş alan medya, kadını ya da toplumu ilgilendiren konularda kadınlardan ve kadın örgütlerinden görüş almadı, almak istemiyor. Bunun anlamı, kadın hareketini yok saymak. O zaman medyayı eleştirmek kadar kadın konusunda bilgilendirmek, kadın hareketine dikkatini çekmek gerekiyor… Ülkü Songül: Evet, bu da yapmak istediklerimiz arasında. BİA (Bağımsız İletişim Ağı) ile geçen yıl başladığımız çalışmamızı sürdürmek istiyoruz, iletişim fakülteleri öğrencileriyle, medya çalışanlarıyla, kadınlarla ilgili meselelerin nasıl ele alınması gerektiğini, şiddetin sadece fiziksel şiddetten ibaret olmadığını, medyanın içindeki ayrımcılığı, kadınların yönetim kademelerinde eşit temsilini tartışacağız. Burçin Belge: Medyada çalışan kadın çok, ama “cam tavan” diye tabir edilen bir durum var, muhabir olabilirsin, editör olabilirsin, ama yönetim kademelerinde görev alamazsın… H. Gülbahar: Kadın yazarların çok azı kadın hareketiyle bağlantılı, ya kadını dinleyerek ya da kadın bilinciyle yazıyor. Ama “iyi” gazeteci olabilmek adına kadınlarla ilgili erkeklerin hoşuna gidecek tarzda yazıyor. Yani medyanın erkek dilini kırmaya çalışacaksınız… A. Mildan: Rahatsız eden nokta, kadının özellikle ataerkil namus kodu üzerinden tanımlanması ve oradan vurulması. Bunu Gamze Özçelik olayında, Barbi operasyonunda, 17 aylık bebeğin tacize uğramasında da gördük, bu olaylarda kadınlar medya tacizine maruz kaldılar, asıl suçu işleyen erkekler görünmez kılınarak korundular. MEDİZ bu kıskacı nasıl kıracak? Eda Kılıç: MEDİZ tek başına bunu kıramaz, ancak tetikleyen olabilir. Belli ülkelerde medya izleme grupları var, çünkü televizyon 24 saat, yediden yetmişe insanları etki altında tutan bir alan ve cinsiyet rollerini ve kadına yönelik ayrımcılığı yeniden yeniden üretiyor. Peki hükümet nezdinde görülebilecek misiniz, sonuçta sizi iletişim fakültelerine de medyaya da ulaştıracak kanal o. H. Gülbahar: 2006’da Başbakan imzasıyla namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik bir genelge yayımlandı. Genelgenin d bölümü tümüyle medyaya ayrılmış, medyanın ne yapması gerektiğini anlatıyor. Kadına yönelik şiddet ve geleneksel rollerin değiştirilmesi konusunda, medya kadar RTÜK’ü, üniversiteleri, meslek örgütlerini de sorumlu tutuyor ve üç ayda bir neler yaptıklarına, yapacaklarına ilişkin rapor tutmalarını zorunlu kılıyor. Medyaya düşen, çalışanların toplumsal cinsiyet eğitiminden geçirilmesi, eşit istihdam ve kendi iç denetim örgütlerini, etik kurullarını kurmaları. Ama bugüne kadar böyle bir çalışma olmadı… B. Belge: Evet, bugüne kadar medyadaki çalışmalar etkisiz kaldı, etik kurullarını kuran olduysa da onlar da çok cinsiyetçi. Biz de dilekçelerimizi hazırladık, her üç ayda bir Kadın Bakanlığı’ndan, TRT gibi ana kuruluşlardan bugüne kadar genelgeyi uygulamak konusunda ne yaptıklarına dair bilgi istiyoruz. Yani bu genelge çerçevesinde bakanlığı ve yakın kuruluşları takibe aldık. Çok kanal ve gazete var, takibi nasıl gerçekleştireceksiniz? H. Gülbahar: Kadın örgütleri temsilcileri, iletişim fakülteleri öğretim üyeleri, medya çalışanları ile bir izleme grubu oluşturuyoruz. Leyla Şimşek: Sistematik olarak izlemek zor, ama medyamız hak ihlalleriyle ilgili o kadar çok veri sunuyor ki. Bilgiler toplanıp da bir birikim oluşturunca, tarihçe de ortaya çıkacak. Bu da bize bir yol haritası sunacak. Somut örneklerle tepki göstereceğiz, bu da medya üzerinde bir baskı unsuru oluşturacak. Y. Öz: Haberlere tek tek bakmaya gerek yok, çünkü haberin dili ve cinsiyeti de erkek. Bizim öncelikli yapmamız gereken etiği hatırlatabilmek… Melek Özman: Kadına sürekli bayan diyor, çünkü kadın onlar için erotikleştirilmiş bir tanım. Kadınlar da, bu tanım kişinin bakire olup olmamasına vurgu yaptığı için sessiz kalıyor. E. Kılıç: Medya iş kadınlarını, hâlâ işadamı başlığı altında görüyor, bilim kadınını da bilim adamı olarak tanımlıyor… Melek Özman: Dizilere de bu dil hâkim, çoğu dizide şiddetle arzu iç içe geçiyor, biz de onu izleyip kanıksarken, her ilişkideki şiddeti kanıksar hale getiriliyoruz. Medyanın sunduklarıyla okurun düşüncesi arasında zaten ataerkil bir örtüşme var. Bizim yaptığımız, bilinç yükseltmek ve farkındalığı sağlamak. Zira cinselliğin hâlâ Haydar Dümen gibi yazarlara danışıldığı, yazdırıldığı bir medya söz konusu. Bu yüzden “Haydar Dümen’in Cinsel Taciz ve Şiddet Kışkırtıcılığı Artık Bitmeli!” bildirisini yazdık, ilgili medya grubu ve Basın Konseyi’ne yolladık. Uyarılmasına karar verildi ama hâlâ “Yine çok üzerine gelirse yüzüne uyarıcı bir tokat at. ‘Kendine gel, daha zamanı değil’ de ve ona ‘Kendini bana saklarsan, ileride evleniriz’ diye umut ver” gibi önerilerini sürdürüyor. Anlaşılan, bu dile karşı kadının sürekli tetikte olması gerekiyor… H. Gülbahar: Kürtaj Türkiye’de yasal, ama medya kürtaj sırasında hata yapan bir doktorun haberini verirken o kadar çok “Kürtajcı doktor” diyor ki, sanki kürtaj yasadışı bir durum, yapan doktor da suç işliyormuş gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu bilinçaltının kusması mı, politik bir tutum mu? A. Mildan: Son derece bilinçli yapılıyor, ataerkil dünya görüşü topluma ve kadına dayatılıyor. Yeni TCK açısından bakıldığında, bizzat medyanın kendisi kadına karşı suç işliyor. Bir kadın üst düzey bir makama geldiğinde ona ilk yaptırılan yemek yaparken, kocasına çay kahve götürürken görüntülemek ve o kadının ağzından “Ben başarılı bir hukukçuyum, mühendisim, ama aynı zamanda iyi bir eş ve anneyim” lafını almak, o modeli bütün topluma ve çalışan kadına sunmak. Bir erkek Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçildiğinde, iyi bir baba mı, ev işlerini eşiyle paylaşıyor mu, diye sorulduğunu hiç hatırlamıyoruz. Bu tür haberlere de, reklamlara da müdahale edeceğiz, şu anki mevzuata aykırılar. Nimet Çubukçu uzun süre kadın örgütleriyle gerilimli bir ilişki kurdu, şimdi daha sakin, daha dayanışmacı bir ilişkiden söz etmek mümkün mü? H. Gülbahar: Başta gerilimli bir ilişkimiz oldu, ama sonra düzenli toplanma kararı aldık. Kadın hareketiyle aynı dili konuşan bir kadın bakan olmalı. Kadın bakanlığında oturan hemcinsimizin değişim ve demokratikleşme sürecini hızlandırmasını istiyoruz.