Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 2 8/3/07 15:51 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 EDİTÖR’DEN arım kilo soğan, iki baş sarmısak, enine kesilmiş, tuzlu suda bekletilmiş patlıcan, karabiber, bir fiske tuz, bir fiske toz şeker, yarım fincan zeytinyağı… Tita için zayıf bir malzeme olmalı bu, kalabalık sofralara yemek hazırlamaya alışkındır o. Aşkını bir türlü tarif edemeyince kendini yemek tarifleri biriktirmeye adayan kadındır Tita. Tutkusunu da, öfkesini de yemeklerle anlatır, intikamını da yemekle alır. Bir roman kahramanıdır Tita. Laura Esquivel “Acı Çikolata”da Meksika devrimini onun yemekleri üzerinden anlatır… Yemek aşk kadar acıdır, ya da yemeğe lezzetini veren devrimdir artık… Georgina, mutfağı yemek pişirmek için değil, sevişmek için kullanır. Gangster kocası Albert’ın yarattığı şiddetten kaçırdığı kısa soluklanmalardır sevişme zamanları. Yakalanır. Sevgilisini öldüren kocasına bir şölen sofrası hazırlamak için girer mutfağa. Yemek masaya gelir, kendisine ayrılan bölümü iştahla yer Albert. Bu, Georgina’nın sevgilisinin penisidir. Yönetmen Peter Greenaway “Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı”nda bir kadına, kaba ve tehlikeli kocasından böyle intikam aldırır. Ferzan Özpetek “Karşı Pencere” filminde yaşlı bir erkekle, genç bir kadını pasta tariflerinde buluşturur. Yaşlı erkeğin İkinci Savaş’ın yıkıntıları arasında kalan eşcinsel aşkı, sekiz yıllık evli genç bir kadının yeniden aşkı arayışına eşlik eder. Kadın, yaşlı adamdan pasta yapmayı öğrenirken düşünceleri kocasıyla kalmak ya da sevgilisiyle gitmek arasında salınır… Yemek duygunun her halinin anlatıcısıdır, romanlar, filmler, resimler… Leonardo da Vinci’nin “İsa’nın Son Akşam Yemeği” tablosunda göz önce haini, Judas’ı arar. Yenilgiyi de yemek anlatır, zaferi de. Yemek masalarında tutkuya da, ihanete de, intikama da yer açılır… Sanatta, yemek, aç karını doyurmaktan daha fazlasıdır hep… Hazla şehvetin yeniden kutsanmasıdır… Bugün de dünya dünden daha fazla, hazzın ve şehvetin ekseninde… Yemek, bütün toplumsal, siyasal çelişkilerin, savaşların, çatışmaların ortasında kendi iktidar alanını yaratıyor. Dünyada her 24 saatte 18 bin çocuğun açlıktan ölmesi, bir milyar insanın bir dolarla yaşamaya çalışması, Türkiye’de zenginle yoksul arasındaki farkın 25 kata ulaşması sarsmıyor bu iktidarı. Esra Açıkgöz’ün haberi gösteriyor ki, yemek de sakin bir iktidar alanı değil, cepheleri ve bu cephelerde dünyaya hükmetmeye çalışan imparatorun hamburgerine karşı direnen yerel mutfaklar var. Belki de hazzı bu direnişte aramanın zamanı artık… İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com 11 MART 2007 / SAYI 1094 Y Anayasanız vicdani redde karşı değil... Yağmur Değirmencioğlu ürkiye’de “vicdani retçi” olmak, bitmeyen kötü bir senfoni gibi sürekli bir “ceza sürecinin içinde olmak” demek. Vicdani retçi Osman Murat Ülke hakkında da bugüne dek toplam sekiz kez tutuklama kararı çıkarıldı, tutuklandı, 700 küsur gün cezaevinde yattı. Ülke’nin başvurusunu haklı bulan ve Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’ye yasalarında vicdani retle ilgili “acil” düzenleme çağrısı yaptı. Ülke’nin AİHM’deki avukatı, Essex Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Kürsüsü Başkanı Prof. Kevin Boyle, bugüne kadar bu çağrıya yanıt vermeyen Türkiye’nin, gerekli düzenlemeyi yapması için kendi anayasasına bakması gerektiğini söylüyor. Anayasanın 72. maddesinin “vatan hizmeti” tanımının hukuki düzenlemesini Meclis’e bıraktığına, ancak bunun bugüne kadarki iktidarlar tarafından yapılmadığına dikkat çeken Boyle, “Avrupa’nın 46 ülkesini bir araya getiren Avrupa Konseyi’nin kanunlarında vicdani retle ilgili düzenleme olmayan tek ülke, Türkiye. Azerbaycan’da bile bu düzenleme var” dedi. Boyle, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, kanunlarında düzenleme yapması için Türkiye'ye şubat ayının ortasına kadar süre tanıdığını, ancak Türkiye’den komiteye bir yanıt gitmediğini vurguladı. Boyle, geçen haftalarda “Uluslararası Vicdani Retçiler Kongresi”ne katılmak için geldiği Osman Murat Ülke... İstanbul’da sorularımızı yanıtladı: Sizin Osman Murat Ülke’yi savunurkenki teziniz hukuki temelde neye dayanıyor? Türk Anayasası vicdani redde karşı değil. Aslında 1982 Anayasası, Meclis’e “vatan hizmeti”nin “askerlik hizmeti” dışında da yapılabilmesi için imkân tanımış, “Vatan hizmetinin silahlı kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir” denmiş. Ancak o günden beri parlamentoların hiçbiri bunu yapmamış. Aslında 72. madde “askeri hizmet” terimini hiç kullanmıyor, “vatan hizmeti” diyor. Yani şu anda var olan tek yasa, 1927’deki 80 yıllık “Türk vatandaşı olan her erkek askerlik hizmetini yapmaya mecburdur” yasası. Bu şaşırtıcı değil, 1927’de bütün Avrupa ülkelerinde aynı yasa vardı. O zamanlar “vicdani ret” diye bir şey yoktu. Bu yasa yüzünden Vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki (AİHM) avukatı ve İngiltere’deki Essex Üniversitesi İnsan Hakları Kürsüsü Başkanı Prof. Kevin Boyle, Türkiye Anayasası'nın “vicdani ret” kavramını dışlamadığını söylüyor. Vicdani ret hakkının tanınmamasından ise Kevin Boyle... T milletvekillerini sorumlu tutuyor. AİHM Türkiye’yi yasal olarak neden mahkum etti? Türkiye’de halen mevcut yasalara göre askerlik hizmetini yapmadığınız için cezalandırılırsınız, ancak sadece bir kere. Bir kere cezanızı çektiniz mi o iş orada biter. Ancak yargıçlar şunu gördü ki, cezaevinde 700’den fazla gün geçiren Ülke, dönüp dönüp tekrar cezalandırılmış. AİHM yargıçları bunun hiçbir yasal düzenlemeye uymadığını söyledi. Ülke gördüğü kötü muamele yüzünden AİHM tarafından haklı bulundu. AİHM’de Türkiye mahkum edildi, ancak Bakanlar Komitesi’ndeki hukuki süreç hâlâ devam ediyor… Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi geçen temmuz ayında Türkiye’ye yasalarında vicdani retçiler için gerekli ulusal düzenlemeyi yapması için süre tanıdı. Aralıkta bu süre doldu ve Türkiye’nin hiçbir adım atmadığı görüldü, yine şubatın ortasına kadar acil düzenleme yapması için süre tanındı, hâlâ bir adım atılmadı. Yine bir şey yapılmazsa süre uzatılır, ama önünde sonunda Türkiye bu düzenlemeyi yapmak ya da en azından “Şu plan çerçevesinde şu gün değiştireceğiz” demek zorunda. Eğer Türk milletvekilleri bunu nasıl yapacaklarını bilemiyorlarsa, anayasalarına göz atmalarını tavsiye ederim. Türkiye’yi kimse eleştiremez, asıl eleştirilecek, anayasanın söylediği yeni yasayı çıkarmayan meclisler ve hükümetler. Avrupa’da vatan hizmetini “askerlik hizmeti” olarak yapmak istemeyenler için düzenleme nasıl? Avrupa’da artık askerlik yapmak istemeyenler için var olan alternatif "ulusal hizmet" şekillerinin, sadece erkeklerin değil, kadınların da topluma hizmette bulunacak şekilde genişletilmesinden, yani sosyal hizmette bulunmayı ve gönüllü çalışmayı da kapsayacak bir “ulusal hizmet”ten bahsediliyor. İngiltere’de İşçi Partisi’nin Tony Blair’den sonraki başkanı ve gelecekteki başbakan gözüyle bakılan Gordon Brown bile insanların topluma katkısını güçlendirmek için bir “gönüllü çalışma” sisteminden bahsediyor. İşte sizin anayasanız, bu düzenlemelerin Türkiye’de de yapılmasına izin veriyor. Bunun yapılmaması vicdani retçilerin suçu değil, bunu kamuya anlatmayan ve değiştirmek için hiçbir şey yapmayan yasa koyucuların ve politikacıların suçu. Osman Murat Ülke davasında da “Türkiye şunu yapmalı” demiyoruz, şunu anlatmaya çalışıyoruz: “Var olan sistemi değiştirmek Türk milletvekillerinin elindeydi ve hiçbir şey yapmadı.” Bu kitap ‘Sessizliğe Karşı’ Volkan Aran lper Turgut gazeteci. İşi, “Dramlara yoldaşlık edip, yansıtmak...” Ama “Bir gazeteciden önce insanım ben” diyor. “Kanayan ruhların sessiz çığlığı duyulsun diye” tecridi, tecrit karşıtı eylemlerde ve devletin düzenlediği operasyonlarda hayatını kaybedenleri anlattığı kitabıyla “Sessizliğe Karşı” geliyor. Bu kitabı yazmanıza yol açan neydi? Beş yıl önce Salih Sevinel adlı bir mahkumdan bir mektup almıştım. Tecrit hayatını anlatıyordu. Mektup elime geçtiğinde o hücresinde ölü bulunmuştu. Kalp krizi geçirdiği söylenmişti. O zaman bilgileri derlemeye başladım. Kitap cezaevi tarihine not düşen bir kaynak olarak da okunabilir, cezaevlerine düzenlenen operasyonlarda, tecritte ya da tecrit karşıtı eylemlerde can veren insanların hazin bir hikâyesi gibi de ki bunu destekleyen şiirler (Lord Byron’dan Pablo Neruda’ya kadar) ve bir kurgu hikâyeniz de var. Siz hangisi olarak görülmesini istersiniz? Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr A Kaynak kitap olarak anılmasını tercih ederim, çünkü ileride kurmaca öyküler unutulabilir, ama yaşanan gerçekler unutulmaz. Şu an olaylar o kadar taze ki, bence asıl incelemeler daha sonra yapılacak. Cezaevinde yaşanan bu dramlar hakkında belgeseller, romanlar, filmler olacak ileride. “Halbuki kan, gözyaşı, ölüm ve zulüm içeren haberler değil, izlediğimiz kurgusal filmler ağlatır bizi.” Durum böyleyken yaşananları bir gazeteci tanıklığıyla anlatmak sizce empati yaratabilir mi? Yoksa bu yüzden mi siz de bir kurguya yer verdiniz kitabınızda? Evet, bir sebebi o. Birçok insan bana Ramon’u ve Dolores’i soruyor. Diğer yaşananlar da hikâyeleştirilebilirdi, ama gerçekten uzaklaşmış olurdum. Bunu yapmak istemediğim için tamamen kurgu bir hikâyede anlattım, altını çizmek istediklerimi. Ama nasıl anlatırsanız anlatın, insanın dünyası küçükse, hayal dünyası darsa, hiçbirinden etkilenmeyecektir. Kitapta, cezaevindeki siyasi suçlulara karşı girişilen operasyonlarda “Hayata “Sessizliğe Karşı” gazeteci Alper Turgut’un beş yıllık çalışması, daha doğrusu fikri takip. Öncesi de var, 1999’da kanlı biten “Hayata Dönüş” operasyonu, ölüm oruçları, aileler… Kitap, Fotoğraf: Vedat Arık geleceğe bir belge... Dönüş” operasyonu dışında operasyonun belirli meşru bir amacından bahsedilmiyor. Anlatılanlar sanki sırf öldürme amaçlı bir operasyon yapılıyormuş izlenimi veriyor. Bu izlenimin verildiğinin farkında mısınız? Evet, durum böyleydi. Devlet, kendi koruması altındaki mahkumlara, operasyon yapıyor, insanlar ölüyor, sakat kalıyor. Şimdi bunların davaları sürüyor. Bu yüzden de dava açılabilir. “İşkenceye Beraat” haberimde adı geçen polislerin işkence yaptığı ortaya çıkmasına karşın onlar zamanaşımından kurtuldu, tek yargılanan ben kaldım. Ama 26 yıl süren davalar var. 26 yıl boyunca bu konuda bir şey söylenemeyecek mi o zaman? Kimyasal silah kullanıldığına dair tanıklıklara da yer vermişsiniz... Bu tanıklıklar hâlâ var. Ateşle temasları olmadığı halde yanık mahkumlar var. Adli Tıp bile raporunda buna “ne olduğu bilinmeyen madde” dedi. Ölüm orucunu protesto ve hak arama biçimi olarak onaylıyor musunuz? Öykünün sonunda söylediğiniz gibi sizce sonuç zafer mi? Bu konuda dünya da ikiye bölünüyor. Bir yandan bu denli acılı bir ölüme gidişi ya da ölüm olmasa bile sakat kalma eylemini insani olarak savunmak mümkün değil, ama kendini içeridekilerin yerine koyunca... Onlar da “Yapacak başka bir şey kalmamıştı” diyorlar. O zaman bir insan neden hayatından vazgeçer, bunu anlayabilmek gerek. Bu anlamda Behiç Aşçı’nın eylemi bir değişim yarattı. Tecrit karşıtı eylemlere karşı fobi yıkıldı. Bu kadar insanın can verdiği bir eylemde zaferden bahsedilemez elbette, ben yakınlarını kaybeden ailelere moral vermek istedim. Üstelik devletin daha önce söz verip tutmadığı da oldu ve son genelgenin her cezaevinde uygulanmadığı yönünde haberler alıyoruz şimdi. Olan biteni basın ne kadar yansıtabildi sizce? Çok yanlış ifadeler çıktı basında. “Hayata Dönüş” operasyonunda büyük bir gazete “Sahte oruç, kanlı iftar” diye başlık atıp eylemcilerle dalga geçti. Sonra bundan rahatsızlık duydular. Arjantin’de kimsenin burnu kanamadan eylemlerin sonlandırıldığını, fazla silah ve güç kullanıldığını belirten inceleme raporlarını manşetlerine taşıdılar. Pek çok insanın aklı karıştı.