22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 13/12/07 14:53 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 Türk edebiyatının “oyun/bozan”ı olarak tanımlandı Oğuz Atay. Ölümünün üzerinden tam otuz yıl geçti. “Tutunamayanlar” kuşakları birleştiren bir roman oldu, hırpalandı, suçlandı, övüldü, okuru ya içine aldı ya dışında bıraktı… Oyunlarla Yaşayanlar, Bir Bilim Adamının Romanı, Tehlikeli Oyunlar, ama ille de Beyaz Mantolu Adam’ı kısa yaşamına sığdırdığı yapıtlarından birkaçı… İletişim Yayınları, Oğuz Atay’a Armağan bir kitap yayımladı, bir de sempozyum düzenledi. Atay’ın romanlarının değerlendirildiği, anıların dillendirildiği kitapta, yetmişli yıllarda yazarla yapılmış röportajlara da yer verildi. İşte Mehmet Seyda’nın Mayıs 1972’de yaptığı, Yeni Dergi’de yayımlanan röportajı… 16 ARALIK 2007 / SAYI 1134 Selim Işık kimdir? Oğuz Atay, buraya kadar yazdıklarımızı okudunuz ve ulaştığımız kanıyı da öğrendiniz. Romanınızda anlattığınız gibiyse, kötü kiralık romanlar okumakla çıkmışsınız yola. (Pek çoğumuz gibi.) Pitigrilli ve Oscar Wilde geçmiş ilkin elinizden. Sıra Gorki’ye, Dostoyevski’ye gelmiş sonra. Dostoyevski’yi kızarak sevmişsiniz. Şimdi nerelerde, kimlerlesiniz acaba? Bu soruyu, Türk ve dünya romanı, romancıları üzerindeki görüşlerinizi öğrenmek için sorduk. Dostoyevski’yi her zaman seviyoruz tabii, büyük ustalarımızdan biri. Buna Stendhal’i, Kafka’yı, Joyce’u, Laclos’yu eklemem gerekir. Bunların dışında, Türkiye’de az okunan İngiliz yazarlarını katacağım. Romanın anavatanı biliyorsunuz İngiltere. Ama bizde en az bilinen romancılık da İngiliz romancılığı. Kadın romancı George Eliot, Henry James ve Joseph Conrad İngiliz romancılığının üç devi. Ve tek romanıyla Emily Bronte’nin ayrı bir önemi var bence. Almanlardan Günther Grass ile biçim bakımından hayran olduğum Lolita’nın yazarı Vladimir Nabokov’u listeme katmalıyım. Türklerden, bizlerden? Gençliğimde İçimizdeki Şeytan’ı okumuştum, Sabahattin Ali’nin. Doğrusu şimdi yeniden okumaya korkuyorum. Belki o zaman bulduklarımı şimdi bulamam. Yusuf Atılgan da Aylak Adam’ı ile ilgimi çekmişti. Yanık Saraylar’la Saatleri Ayarlama Enstitüsü ilk okuyacağım eserler olacak. Peki, romanınız için ortaya attığımız değerlendirmeler konusunda bazı açıklamalar yapmak istemez misiniz? Romanda gerekli gereksiz ayrıntılara girmeme takılmışsınız. Oysa ben romanın özgünlüğünü ayrıntılarda görüyorum. Evet, birkaç yerde buna değinmiştiniz. Romanın içinde bu hususa dikkat çekilmekteydi. Ancak ben, bir roman kurgusunda, yazarın her şey için ayrıntıya girmesi gerekip gerekmeyeceğini düşünüyorum. Bir konu birliğini dağıtmamak için... Ben, kendi payıma, romandaki bütün ayrıntıların daha önce kurulmuş temel plana bağlandığını sanıyorum. Siz, romanda mizah öğesinin baştan sona ağır bastığını kabul etmişsiniz. Bence, buradaki mizah, alışılmış bilinmiş mizah Bütün özellikleri kitapta anlatıldığı gibi olmasa da, gerçekten intihar eden bir kişi olarak, Selim Işık yakın arkadaşlarımdandı. Ölümü beni etkiledi. Ben, özür dilerim, romanınızı biraz “insansız” buldum. Bu konuda ne dersiniz? Romanda bütünüyle insana yönelmek istemiştim. Onu sizin belirttiğiniz gibi sadece akıl bakımından değil, duygularıyla ve aldığı bütün etki vermek istemiştim. Sanıyorum, bende “insansız” bir izlenim uyandırışının nedeni, romanın hızlı, akıcı bir biçimle durmadan değişen planlarla yazılmış olmasıdır. Duygulara bir saldırı yok değildir romanda ama bu gerçek, insanca duygulara saldırıdan çok, küçük burjuva duygulanımlarına saldırıdır. Acaba bu mu romanı size “insansız” gibi gösteren? Hayır, dediğim gibi, planların hızla arka arkaya gelişi, bir duygunun hemen arkasından iğneleyici bir sözün gelişi... Onu soracağım ya, nasıl yazarsınız yazıyı? Çok kısa ve genel bir plan yaptıktan sonra daktilonun başına otururum ve konuyu, bir kere, hiç düzeltmeden, baştan sona yazarım. Sonra, ortaya çıkan metne göre planda da değişiklik yaparım ve hepsini bu sefer yeniden yazarım. Ben, kendini bunca ortaya koymuş bir romandan sonra başka bir eser verip veremeyeceğinizi düşündüm, ama belki de yanıldım. Hızlı, verimli çalışmalar kişiyi bir ya da birkaç eserde tüketemez. Yeni çalışmalarınız var mı, olacak mı? Tehlikeli Oyunlar adlı bitmiş bir romanım var. 450 kitap sayfası olur. Ayrıca bitmiş bir uzun hikâye ve bir kısa hikâye var. Ayrıca birkaç hikâye de planladım. Tutunamayanlar’ı anlatmışsınız ama genel olarak olumlu ya da olumsuz kanılarınızı belirtmemişsiniz gibi geldi bana. Düşünceniz nedir, anlamak yararlı olacaktı. Romanı genellikle sevdim ve beğendim. Değişik bir biçim ve değişik bir öz. Bununla birlikte, yukarıdaki konuşmalarımızda da belirtmeye çalıştığım gibi, takıldığım yerleri de oldu. Selim Işık’ın “oyun”u çok sevmesi kadar, sizin de sevdiğiniz sonucuna vardım. Yeni Dergi, 92, Mayıs 1972, s. 254256 Oğuz Atay’ın ölümünün üzerinden 30 yıl geçti... (Renklendirme: Derya Polat) değil, roman kahramanlarının taşıdıkları öfkenin mizaha dönüşmüş şeklidir. Genelev kapatma ve içeride kumar oynatma bölümünü yadırgadığınızı anladım. Evet, her şeyi usa vuran, her şeyi ayrıntılarıyla gören ve eleştiren bir Turgut Özben’den böyle bir Don Kişotluğun çıkamayacağı sanısındayım. İnsan içer, siz içiyor musunuz? İçiyorum. Ben de içiyorum, ama sarhoşluk sırasında edinilen deneylere güvenerek söyleyeceğim, sonuna kadar bulanmaz ve çarpılmaz bilinç. (Komaya girdi başka.) Yaptığı şeylerin iyi kötü bilincinde kaldıkça, insan kendi varlığını bütün bütün harcayamaz. Turgut’un özel dünyası, bu anılan bölümde, tam gerçekçilik açısından değil, bir soyutlama ile verilmek istenildi. Bir şeye daha değineceğim: Turgut’un dara düştüğü zaman kendi kendisiyle konuştuğu “Olric” de bu bölümde görünmeye başlar. Elleri terli, ateşi yüksek Selim Işık kimdir aslında? PAZAR SÖYLEŞİLERİ Bir pazartesi sabahında... Ataol Behramoğlu D ergimiz birkaç gün önceden hazırlanıp baskıya girdiği için “Pazar Söyleşileri”mi genellikle ya bir hafta önceki Pazar günleri, ya da Pazartesi sabahları yazıyorum. Bu Pazar yazısını Pazartesi sabahı yazmaya koyuldum. Yarı uyur yarı uyanık geçti denebilecek bir gecenin sabahına doğru uykum iyice dağılıp uyandığımda, zihnimde Dağlarca’nın bir şiirinden bir dize dönüp duruyordu: “…bütün aydınları uykusuz…” Şiirin bu bölümü, bir önceki dizeyle birlikte ve az çok yanılgı payıyla, şöyle olsa gerek: “uyur atları, ayıları, inekleri Bütün aydınları uykusuz…” Sabahın her şeye yeni bir başlangıç oluşturduğu duygusuyla, sabah saatlerinde kendini mutlu hissedenlerdenim. Fakat bu sabah mutlu uyanmadım. Nedeni kişisel değil, Dağlarca’nın şiirindeki gibi ülkeyle ilgili… 6 Aralık tarihli Cumhuriyet’te “Anaokulunda Dini Eğitim” başlıklı bir haber vardı. Antalya’dan Gürsu Kunt imzasıyla gönderilen haberde, “Kaydırak” adlı bir yayınevinden söz ediliyor, bu yayınevinin ilişkide olduğu öğretmen ve yöneticiler aracılığı ile anaokullarına ulaştırılan “çocuk” kitaplarındaki yazılardan örnekler veriliyordu. Bunlardan birini birlikte okuyalım: “Ben bir aslanım, ormanda yaşarım, çok güçlü bir hayvanım, Allahın izniyle avımı yakalarım/Ben bir kuşum, rengârenktir kanatlarım, Allahın izniyle uçarım” Böylece çocuklarımız, bunlar öğretilerek, belki ezberletilerek, biyoloji, doğa bilimi, yaşam bilgisi alanlarında ilk adımlarını atmış, ilk dilbilgisi zevklerini de edinmiş olacaklar… Güler misiniz, ağlar mısınız, seçim sizin… Dünkü (9 Aralık) Pazar Cumhuriyet’inin ilk sayfasında sol üst köşeden verilen haberin başlığı ise şöyleydi: “Anaokulunda Dinsel Eğitim” Bu başlığın üzerinde de daha küçük puntolarla şöyle yazıyordu: “AKP politikaları, din eğitimini ilköğretim öncesine kadar indirdi.” Ankara büromuzdan, ilginç ve önemli haberlerde imzasını görmeye alışık olduğumuz Emine Kaplan arkadaşımızın bu haberinden öğrendiğimize göre, “Dinimi Seviyorum” adlı bir kitap bazı anaokullarında kaynak kitap olarak kullanılmaktaymış. Haberde kitaptan örnekler veriliyor. Dikkatinizden kaçmamıştır, ama bunlardan da hiç değilse bir tanesini, “Ramazan Davulu” adlı “tekerleme”yi birlikte okuyalım: “Güm güm güm, ben Ramazan davuluyum, sahur vaktinde insanları uyandırıım, güm güm güm, oruç tutan çocukların, gül yüzünden öperim” Bu çirkinliğin, saçmalığın neresinden tutacak, hangi yönünü eleştireceksiniz? Ramazan davuluna gece yarısı uyandırılmış bebeklik çağındaki çocukların “gül yüz”lerini öptürüyor!… Alay mı, hakaret mi, cehalet mi, habaset mi (alçaklık, kötülük), yoksa sadece zavallı bir düzeysizlik ya da hepsi birden mi?.. Sözü edilen kitaptan örnek olarak verilen öteki tekerleme vb. türden yazılar da benzer nitelikte. Haberden öğrendiğimize göre, anaokulu çocuklarına, yani henüz bebe yaşlarda çocuklara, Ramazanda dokuz gün oruç tutmaları da önerilmekteymiş… Tüyleriniz ürpermiyor mu? Sadece yukarıdaki örnekler ve (hangileri ise) “bazı” anaokullarında kaynak kitap olarak kullanıldıkları bildirilen bu yayınların varlığı bile, ülkemizin nereden nereye geldiğini ve nereye gitmekte olduğunu göstermeye yeter. Korkunç olan, burada yinelediğim bu saçmalıklardaki akıl ve zevksizlik düzeyinin, daha doğrusu düzeysizliğinin, bu gün her alanda ülkeyi ele geçirmekte olmasıdır.. Asıl organlar ele geçirilmiş, şimdi kılcal damarlara, hücrelere inilmeye başlanmıştır. Anaokullarına bu türden yayınların girmeye başlamasının anlamı budur. Yaşama sevinciyle, umutla; insana, çevreye, doğaya ilişkin doğru bilgi ve duygularla eğitilmesi gereken çocukluk, bu demektir ki ülkemizin geleceği, karartılmakta, söndürülmektedir. Ve ne yazık ki “aydın”larımızın pek çoğu, uykusuzluk şurda dursun, bu ülkenin tarihinde hiçbir zaman görülmedik biçimde derin uykudadır... ataolb@ cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle