Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 4 13/12/07 14:47 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 PAZARIN PENCERESİNDEN 16 ARALIK 2007 / SAYI 1134 Takvim, 19 Aralık 1978’i gösterdiğinde, Kahramanmaraş’ta büyük bir katliam için hazırlık yapılıyordu. Hedef, Aleviler ve solculardı. Resmi rakamlara göre 111, araştırmacılara göre çok daha fazla insan işkenceyle öldürüldü. Putin gibi olmak... Selçuk Erez unun böyle olacağını söyleyenler vardı! O, başta, günaşırı insan hakları, demokratikleşme, temel siyasal haklardan söz açarak, serbest piyasa ekonomisini canlandıracak reformlar yapacağını söyleyerek ABD’de ve AB’de olumlu izlenimler yaratmaya çalışmıştı; “Olgun bir demokrasi ve gelişmiş bir sivil toplum özlüyorum” diyordu. Yurtiçinde özgeçmişini, eski bağlantılarını anımsayanları, “Ben zamanla değiştim” diye yanıtlıyordu. O tarihlerde, onun “meclisten medyaya kadar” bütün demokratik kurumları, kendine boyun eğdirmek ve amacına yönelik kullanmak istediğini söyleyenlerle, değiştiğine inananların sayıları eşitti. Onun, medyayı ve iş dünyasını aba altından bazen de üstünden sopa göstererek avucuna alacağını ve demokrasiyi sadece sözde yaşatacağını sezenlerin sayısı ise oldukça azdı. Zaman, maalesef bu konuda kuşkusu olanları haklı çıkardı: Kısa bir süre içinde eleştirilere tahammül edemediğini gösterdi. Eleştiride bulunanları gizli emellere hizmet etmekle suçladı. Kendisine eleştiren yazarları susturdu, desteğini esirgeyen medya araçlarına ekonomik gerekçelerle el koydurtup bunların yandaşı olabilecek kimselere devredilmelerini sağladı. Bu devir gerçekleşinceye kadar bu kurumları, tek niteliği kendisine dua etmek olanlara yöneltti. B Aralarında, çocuklar, yaşlılar, hamileler, bebekler de vardı. Katliamın baş aktörleri bulunamadı, yakalananlar afla salıverildi, dava zamanaşımına uğradı. Üzerinden 29 yıl geçse de, unutulmadı. 29 yıl önce Maraş’ta Esra Açıkgöz “İnsanlar parçalandı, kadınların göğüslerini, kollarını kestiler. Anne karnındaki ceninler bile sökülüp duvara yapıştırıldı… Duman ailesi vardı, bizim akrabamız. Onlardan dört kişiyi katlettiler. Baba ve oğlu çok kötü öldürdüler. Annenin de cinsel organına kazık çakıp, öldü diye bırakmışlar. O kurtuldu, ancak felç oldu, katliamdan bir sene sonra da kendini öldürdü”. Çok değil, daha 29 yıl önce yaşadığı Maraş Katliamı’nı bu kelimelerle dile getiriyor, Maraşlı Hamit Kaplan. Bunlar sadece dile getirebildikleri. Aralarında hamile kadınların, bebeklerin, çocukların, yaşlıların da bulunduğu resmi rakamlarca 111 kişinin, konuyu araştıranlara göre çok daha fazlasının işkenceyle öldürüldüğü, yakıldığı; yüzlerce kişinin yaralandığı bir katliamın tanığı o. Üstelik 19 Aralık’ta başlayıp, 26 Aralık’a kadar süren katliamın katilleri tanıdıktı; alışveriş yaptıkları dükkânların sahipleri, komşuları, “Dayı” diye seslenecek kadar saydıkları “büyükleri”, işlerini yaptırmaya gidip çene çaldıkları muhtarlıktaki yetkili... Tanıklar için, Maraş’taki olayların yarattığı korku, tehlike hâlâ sürüyor, fotoğraflarını vermek istemiyorlar. Bu vahşetin gerekçesi, 19 Aralık’ta atıldı, faşistlerin propaganda aracı haline gelen ve gösterim tarihi aniden iki hafta öncesine alınan “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterildiği Çiçek Sineması’nda bir bomba patlayıp da, iki kişi ölünce, solcular suçlu ilan edildi. Oysa dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın katliamın gün ışığına çıkartılması için görevlendirdiği özel ekibin gizli raporunda, bomba sahiplerinin adresi başkaydı: “18 Aralık 1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını emretmiştir”... Plan işe yaradı, iki gün sonra TÖBDER üyesi iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazesine katılanlara saldıran faşistler, “Alevilerin camileri yaktığı, kadınlara tecavüz ettiği” yalanlarıyla halkı kışkırttılar, hedef günler öncesinde “sayım” bahanesiyle çarpı koyarak işaretlenen çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu solcu evleriydi. Ellerinde baltalar, keserler, oraklar, dinamitler ve Amerikan malı silahlar... Olaylar, aylar önce planlanmıştı. Savcı Dündar Saner’in açıklamaları da bunu doğruluyordu. “Uzun süreden beri tezgâhlanan plan bu şekilde tatbikat safhasına konuldu” diyordu Saner, “Olayların başlangıcında 20 kişiye otopsi yapabildik. Uzun men Ele geçirilen cinayet aletleri silahla sınırlı değildi... Öldürülmekten kurtulmayı başaranların sığınaklarından biri, Vilayet binasıydı. Çoğu kadın ve çocuk, 35 bin kişi buraya sığındı. Dönemin Sağlık Bakanı Mete Tan, şehre girmeyi başardıktan sonra gördüklerini “70’lik yaşlıları, üç yaşındaki bebekleri vurmuşlar. Cesetler kokuyordu” diyerek anlatıyordu. Bu vahşetin suçluları mı? Maraş Katliamı’nın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi hiç yakalanmadı. 379’u beraat ederken, 29’u ölüm cezasına, yedisi müebbet hapse, 321’i 1 ile 24 yıl arasında değişen hapis cezalarına çaptırıldı. 314 kişinin cezalarında 1/6 oranında indirim yapıldı, 1991’de çıkan Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişiklikle de hepsi salıverildi. İdam ve müebbet hapis cezaları Yargıtay tarafından bozuldu. Dava, 1996’da Yargıtay tarafından “zamanaşımı” gerekçesiyle düşürüldü... Katliamın baş aktörlerinden ve planlayıcılarından biri olarak yargılanan Ökkeş Kenger, soyadını “Şendiller” olarak değiştirdi, 1991’de milletvekilli oldu. Olayların ardından Alevilerin, yüzde 80’i Maraş’ı terk etti. Kaplan’ın ailesi de gidenler arasındaydı. O kalmayı seçti, ancak 79’da tutuklandı. “12 Eylül’de bir tezgâh daha yaşandı; Maraş katliamını ve iki öğretmenin öldürülmesini devrimcilerin üzerine attılar” diyor Kaplan, “Bu suçu itiraf etmem için sekiz ay işkenceden geçirildim, yargılandım, idam cezası aldım. Sonrasında işkenceci polislerden birinin ‘Hamit Kaplan’a dayanılmaz işkenceler yaptık, haline bakmaya biz bile dayanamıyorduk’ itirafıyla Yargıtay kararı bozdu, ancak sekiz yıl yatmıştım zaten”. Maraş’ta yaşananlar başka bir katliama atılan adımın da gerekçesi olarak gösterildi: 12 Eylül. 26 Aralık’ta 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi... Bunlar benim gibi 80 sonrası kuşağı için bir “mış”lı geçmiş zaman anlatısı olsa da, görmemiş olmak yaşananların ağırlığını ve acısı hafifletmiyor, şimdiki linç girişimlerini görüp yeni Maraş’lar yaşanabileceğine dair duyulan korkuyu da... Putin... Yandaşlarına avantalar sağladı: Kendisine sadık sermaye grupları oluşturdu. Politik arenada muhalefetin, daima yendiği yalancı pehlivanlarca yapılmasını istediğinden zayıf rakiplerini elaltından destekledi: Muhalefetin zavallılığı, onun zaferinin ana nedeniydi. Bu gibi önlemler ve gerçekler sonunda, seçimde yüzde seksene yakın oy kazanacağını yansıtan anket sonuçlarına önce herkes şaşırdı, sonra da bunların doğru oldukları anlaşıldı. Bir partinin parlamentoda temsili için yurt çapında alması gereken oy yüzdesinin yüksek olması da iktidarının böyle gerçekleşmesine doğal olarak katkıda bulundu. Gözü cumhurbaşkanlığındaydı ama koşullar buna elvermeyince şimdilik bir süre için başbakanlıkla yetinmeye razı oldu. Bu çoğunluk ona, Anayasa’yı zamanı gelince değiştirerek, başbakanlığı, cumhurbaşkanlığından daha etkin ve güçlü bir duruma getirme olanağını da sağlamaktadır. Konumuz? İslam Kerimof, Gurbanguli Berdimuhammedov, Nursultan Abişuh Nazarbayev ya da Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsetmiyoruz... Bu kimse Rusya cumhurbaşkanı Vladimir Putin’den başkası değildir! Siz, onun her bayramda, her fırsatta kiliseye giderek mum yakıp dua ettiğine bakarak Rusya’ya dinciliği, Çarlık öncesi şeriatı geri getirdiğini, bunun da iyi bir şey olmadığını ileri süren komünistlere kulak asmayın! Bu ülkedeki asıl tehlike, demokrasinin giderek yok edilmesidir. Rusya’nın bu gidişle bölge için de çok ciddi bir tehlike yaratacağı söylenmektedir.. Doğrudur: Bölgede yer alan ülkeleri yönetenlerin, Putin’den bu kötü şeyleri öğrenmeleri, zamanla giderek Putinleşmeleri korkulacak en vahim olasılıktır! erezs@superonline.com Kahramanmaraş Katliamı’nın katilleri mahkemede... zilli silahlarla öldürülmüştüler. Daha sonra ceset fazlalığından değil otopsi, kimlik tespiti bile yapmaya imkân kalmadı... Ölü sayısının resmi miktarı aşarak 200’ü geçeceğini tahmin ediyorum”. Öğretmenlerin cenazelerinde kortej sorumlusu olan Hamit Kaplan da, katliamın planlı olduğuna dair kanıtlar olduğunu söylüyor; cenazelerin hastane tarafından bilinçli olarak Cuma namazı saatinde verilmesi, askerin yeterli önlem almaması; belediye hoparlörlerinden yapılan “Aleviler din kardeşlerimizi katlettiler, öçlerini alacağız” çağrıları… Kimi imamlar camilerde “Allah adına savaş”a çağıran vaazlar veriyor, “Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” diyerek öfkeyi kışkırtıyorlardı. Sonunda katil güruh çocuk, bebek, hamile, yaşlı, önlerine kim çıkarsa öldürdü. Kaplan da, olayların en yoğun yaşandığı yerlerden birindeydi, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Türk ve MHP bayraklarıyla 45 bin kişilik bir grup sığındığımız mahalleye saldırdı, göğüs göğse çatıştık. Maraş’ın yerel kıyafetlerini giymiş olsalar da yabancı oldukları hemen anlaşılan birkaç kişi kitleyi harekete geçirip, ortadan kayboldu. İki günlük çatışmadan sonra askerler müdahale ettiler. Mahalleden üç kişi öldü. Solcuların az olduğu mahallelerde daha büyük vahşetler yaşandı”. Katliamdan kaçabilenler, vilayet binasına sığındılar. İKİ TANIK ANLATIYOR FATMA ÖZDEMİR 23 Aralık günü öğleye doğru 100150 kişilik bir grup geldi. Babamı dışarıya çağırdılar, evin kapı ve pencerelerine taş ve sopalarla vurdular. Evde saklanmaya çalışıyor, birbirimize sarılmış ağlaşıyorduk. Bir süre sonra uzaklaştılar. Ertesi gün, öğleye doğru yine bağırtılar, silah sesleri her tarafı çınlattı. Komşumuzun evini ateşe verdiler. Bir süre sonra askerler çocuklarını alıp götürdüler. Sıranın bize geldiğinin korkusu içindeydik ki, bize yöneldiler. Hamo Dayıyı görünce "İmdat" diye bağırdık, ama Hamo Dayı, elindeki silahla bize ateş etti. Karşı komşumuz Gülizar ve Zeliha, "Ellemeyin onları, onlar yetimdir" diye bağırdılar. Evimize patlayıcı attılar. Babam, bizi banyoya sokarak saklamaya çalışıyordu, kapıyı açıp, “Çocuklarımı ellemeyin, ne yapacaksanız bana yapın” dedi. Komşu muz Gülizar bizi evine götürdü. Pencereden baktık; evimizin önünde babamın alnı kan içindeydi, “Yavrularımı, çocuklarımı gösterin” diye bağırıyordu. Dayanamadık ve balkona çıktık, babam bize bakıyor ve ağlıyordu. Akşam karanlığı çöktüğünde babamızı aramaya çıktık. Evimizin 30 metre uzağındaki sokakta cesediyle karşılaştık. Göğsünden vurmuşlardı. Kafasının ve yüzünün yaraları daha kötüydü. MAVİŞ TOKLU Kocamı ve kardeşimi öldürdükten sonra, karşımızda oturan ve gözü görmeyen, 80 yaşındaki Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, “Gel nene, gel nene” diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar, tornavida ile Cennet kadının gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler.