02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 3 8/11/07 15:15 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 11 KASIM 2007 / SAYI 1129 3 EDİTÖR’DEN Olayın geçtiği yer Almanya. Geçen ekim ayının başlarında, Almanya’nın eyalet meclislerinde de yer alan, onaylı tek faşist partisi NPD’nin yöneticileri adına Dresden’deki Holiday Inn’de 7 Kasım 2007 için rezervasyon yaptırıldı. Başvuru internet üzerindendi, ücreti de yine internet üzerinden, peşin ödendi… Rezervasyonu yaptıran kişi, 18 Ekim tarihinde, otelin genel müdürü Johannes H. Lohmeyer’den şu yanıtı aldı: “7 Kasım 2007 tarihli rezervasyondan, bugün itibariyle haberdar olduk. Sizin bir Amerikan otel zincirini, üstelik adı da kulağa yabancı gelen bir zinciri, tercih etmeniz bizi bir miktar şaşırtmış bulunuyor. Bir yandan sizi otelimizde ağırlamak istediğimiz kişiler arasında göremediğimiz, diğer yandan da şahsım adına çalışma arkadaşlarımdan sizleri selamlamalarını ve size hizmet etmelerini talep etmeyi bir cüretkârlık olarak gördüğüm için, ayırttığınız yerlerin iptalini istedik. Size şu kadarını söylemek isterim ki, eğer sözleşme şartları rezervasyonun iptaline izin vermeyecek olursa, otelimizde yapacağınız toplam harcamayı, aynı büyüklükte bir bağışla zaman geçirmeden Dresden Sinagogu'na devredeceğiz. Bu bağışı, eski fikir yoldaşlarınızın sinagoga ve sinegogun bir zamanlarki cemaatine verdiği zararların bir tazmin şekli olarak görünüz. Bu yazının bir kopyasını Dresden basınına da iletiyoruz. Kendinize uygun bir konaklama imkânı bulmanız ve bize yapacağınız ziyaretin eksik kalması umuduyla...” Haberi ileten Brüksel’den yazan arkadaşımız Çimen Baturalp mailine bir de not düşmüş, “Irkçılık ancak böyle yok edilir”. Hatırlamanın, faşizm kuşatmasına açılacak en büyük gedik olduğunu da düşündürtüyor, bu olay. Hatırlamak, ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı savunabilmenin esası, unutmak ise insanın kendine ihaneti… Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanılanlar ve unutulmaması gerekenler, belleğin taşıyamayacağı kadar ağır, ama yine de başka çaremiz yok… Bu hafta bellekte korunması gereken görüntülerden birini, Vedat Arık çekti, Alper Turgut yazdı. Yasal bir dergiyi satarken polis kurşunuyla vurulan 17 yaşındaki Ferhat Gerçek kahkahalar atan gözlerine inat, yürüyemeyecek ve ihtimal bu gülüşü, biz bu tür cinayetleri sıradanlaştırıp unuttukça hızla solacak… Her şeye rağmen geçen hafta, umutlanıp, sevindik de… Dergide yayımlanan fotoğraflardan imzasını tanıdığınız Uğur Demir, yine gazetemiz çalışanlarından Ayça Bilgin ile evlendi… Mutluluklar diliyoruz. İyi haftalar... Berat Günçıkan [email protected] Kraliçe’nin İngilizcesi kurtarılabilir mi? Çimen Turunç Baturalp anımda biri birkaç hafta sonra 6, diğeri birkaç ay sonra 18 yaşına basacak kızlarımın pasaportları, internetten indirilerek doldurulmuş başvuru formlarıyla birlikte, internetten alınmış randevu saatine 15 dakika kala Brüksel’deki İngiliz konsolosluğundayım. Birkaç günlüğüne İngiltere’ye gitmek gerekiyor. Avrupa’nın çilekeşleri Afrikalılarla birlikte kuyruktayım. Vakti zamanında İngilizlerin ellerini kollarını sallaya sallaya gidip, gitmekle kalmayıp bir güzel yerleşip, yerleşmekle kalmayıp, evsahiplerini de köleleştirdikleri Kenya, Nijerya, Gana gibi ülkelerin vatandaşlarıyla birlikte... Şimdi yolculuk ters yönde işlemeye başlayınca olayın rengi değişmiş. Bir zamanlar gemilerin mahzenlerine tıkılıp Afrika’dan zorla taşınan Nijeryalılar, Ganalılar, Kenyalılar da “İngiliz sahip”lerin yurduna giderken “vize” almak zorundalar… Ben kapının en, en dışında beklerken, İngiliz olmayan konsolosluk elemanı camlı kapıyı yirmi santim kadar açıp evraklarımı alıyor, inceliyor ve soruyor… Çocuklar nerede? Çocuklar okulda! Onların da gelmeleri gerekiyor. Yeni uygulama! Parmak izlerini almamız lazım. Altı yaşındakinin de mi? Beş yaşından büyük herkesin! ………… (!) Olur. Öyleyse ben bugün yalnız kendim için başvurayım. İkinci katta, İngiliz olmayan bir başka konsolosluk elemanı evrakları inceliyor. O söylemeden ben söylüyorum… Y İngiltere’ye gidebilmek beş yaşından büyük herkesin parmak izi vermesine bağlı... Londra ise bir yabancı cenneti. İngilizler, istihdam politikasının en çok onların işine yaradığını tartışadursunlar, yabancılar yeni ülkelerinden hoşnutlar... Türkiye, Bulgaristan ve Kıbrıs Türkleri bir arada... Kızlar için tekrar randevu alacağım.. Gelirken doğum sertifikalarını getirmeyi unutmayın. Anlamadım? Doğum sertifikalarını da getirin. O nedir? Bebek doğunca hastaneden verilen, bebeğin annesi babası olduğunuzu gösteren bir belge. Bazen anlamsız bir söze, anlamlı bir yanıt vermek olanaksızdır. Büyük kızım iki ay sonra 18 yaşına basacak. Doğum sertifikası mı kaldı! Hem o Türkiye’de doğdu! Sesini kıvrıltarak soruyor: Türkiye’de doğum sertifikası vermiyorlar mı? “Ya sabır” diyorum. Bir şey anlamıyor. Böyle saçma şey olur mu? Çocuğun pasaportu burada, Belçika’da yaşaması için Belçika resmi makamlarının verdiği kimlik belgesi burada, hepsinin üzerinde yazıyor kimin çocuğu olduğu… Nereden bulayım doğum sertifikasını, hem neden arayayım? Sinirlendiğimi hisseden, İngiliz olmayan İngiliz konsolosluğu elemanı, topu hemen İngilizlere atıyor… Bu konuda çok katı“lar”. Onlar, yani “İngilizler”... Yani altı aylık vize için 98, bir yıllık vize için adam başı 300 Avro harç veya “haraç” isteyen İngilizler… İngiliz usulü kibarlıkla “gelmeyin” mi demek istiyorlar acaba? Bir dahaki randevuya iki kızımla, “doğum sertifikasız” gidiyorum. Kavga etmeye hazırım, ama bu sefer bizimle ilgilenen sempatik valon, gık demeden vizeyi veriyor… Beş yaşındakinin küçücük parmaklarının izi alınırken, boyu yetişsin diye ayaklarının altına tabure konuluyor. Parmak izi macerası eğlendirse de okula yarım gün geç gittiği için mutsuz. Yol boyunca vizenin ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Okula girer girmez arkadaşlarına durumu kendince açıklıyor. “İngiltere’ye gideceğiz de önce izin almamız gerekiyormuş”... Çevremizi saran Belçikalı, İrlandalı öğretmenler, İngiliz bir veli şoke oluyor. Ufacık çocuk için vize mi gerekiyor? Sadece vize olsa iyi, parmak izi de istiyorlar… Kızımı benden çok şımartan, kızıl saçlı pembe beyaz İrlandalı öğretmenin yüzü kızarıyor. Ufaklık küçük parmaklarını makinaya nasıl yerleştirdiğini gösterirken. “İnanamıyorum” diyor, öfkesini hissediyorum, gülümsüyorum. Ve işte Londra… Yeryüzünün en çekici şehri, Babil kulesi gibi… Her renkten her dilden insan var. Belli ki parmak izleri, doğum sertifikaları, yüzlerce Avro’luk harçlar kimseyi yıldırmıyor. İşlerimizi halletmeye çalışırken İngilizce anlaşmakta zorlanıyoruz. İki gün boyunca İngiliz aksanıyla konuşan pek kimseye rastlamıyoruz. Belçika’da çarşıda pazarda İngilizce’yi düzgün konuşanlar daha çok. Londra’yı ülkesinden daha güzel bulan Brezilyalı. rede bu İngilizler? Brezilyalı bir genç kıza, “Niye geldin? Brezilya çok güzel değil mi” diye soruyorum, “Burası daha da güzel” diyor… Ünlü Savoy otelinin majestik tuvaletini bekleyen sarışın, orta yaşlı Litvanyalı “Buraya geldiğimden beri kiramı ödeyebiliyorum, tatile gidebiliyorum, krem alabiliyorum, mutluyum” diyor “Üstelik maaş almadığım ve sadece bahşişlerle geçindiğim halde”… Tek şikâyeti bahşiş kutusuna atılan sahte poundlar... Tuvalette, yerlere kadar kadife kumaş kaplı koltuğunda oturmuş, gelen geçeni inceliyor. Yeni yetme İngilizleri pek beğenmiyor. Ben Strand caddesinde turlayıp, göçmenlerle eğlenirken göçmenler yüzünden İngiltere’de kıyamet kopuyor. 31 Ekim tarihli “The Sun”ın kapaktaki manşeti öfke dolu: “8 Ekim’de 800 000 dediler/ 29 Ekim’de 1.1 Milyon/ 30 Ekim’de gerçek rakam 1.5 milyon diyorlar…” 1997’den bu yana yaratılan 2.7 milyonluk istihdamın, 1.5 milyonunun göçmenlere yaradığını taksit taksit açıklamak, İngiliz Hükümetini çok zor durumda bırakıyor… Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] EN KOLAYI İNGİLİZCE Strand’de, İngiliz aksanıyla konuşan birilerini bulmakta niye bu kadar zorlandığımı da, vize almaya çalışırken niye bu kadar çok uğraştığımı da anlıyorum. Belli ki bir zamanlar gittikleri ülkelerin dilini değiştirecek kadar çok göç eden İngilizler’in, kendi ülkelerine tersine göçler sayesinde Kraliçe’nin İngilizcesi dönüşmeye yüz tutmuş. Nijerya’dan Kenya’ya, Gana’dan Hindistan’a, bir zamanlar sömürgelerinin çoğunda, Kraliçe’nin İngilizcesi resmi dil olarak kabul edilmişti, ama bugün kraliçe birkaç cadde ötesinde konuşulan İngilizce’yi zor anlar gibi görünüyor… Öte yandan AB yeni açıkladığı rakamlarla, asla dile getiremese de, gözleriyle yalvarıyor sanki, tek bir lisan konuşalım, diye… Ortaya koyduğu gurur vesilesi tabloya göre 27 ülkeli AB, 23 resmi dilin altında inim inim inliyor. 2006 yılında AB kurumlarındaki çeviri maliyeti yaklaşık 800 milyon Avro. Bu miktar tüm parlemento giderlerinin üçte biri… Bütün oturumlarda, biri hık dese, aynı anda 23 dile çevriliyor. Komisyonlarda her şey çevriliyor, çevriliyor, çevriliyor… Gelgelelim, insanlar koridorlarda, kendi aralarında İngilizce konuşuyor. Masadan masaya giderken yanlarında simultane tercüman götürecek halleri yok. İngilizce herkese kolay geliyor, tıpkı dünyanın her yerinde olduğu gibi, AB kurumlarının koridorlarında da mutasyona uğramış bir bulaşıcı hastalık gibi yayılmaya devam ediyor... Ah bir de şu İngilizlerle, Fransızların arasındaki ezeli rekabet olmasa… 23 lisanı çevirmekle göğsü kabaran AB’de bile, emperyalizmin dili hangisiymis pat diye çıkacak ortaya... Savoy Otel’in tuvaletini bekleyen Litvanyalı. Trafalgar meydanına giden ünlü Strand’den renk renk, boy boy insan akıyor. Kimler varmış burada, bakalım diyorum… Bir restoranın duvarına dayanmış bir gruba yaklaşıyorum. Merhaba, İngiliz misiniz? “Hayır” diyor ilki, Kıbrıs Türk’üyüm… İşte bunu beklemiyorum, Londra’da Kıbrıs Türk’ü çoktur aslında, şaşırmamalı ama… Ben de Türk’üm. Bu defa şaşıran onlar… Biri Bulgar Türk’ü, diğeri Türkiye Türk’ü, Nevşehirli. İngilizce başladık, Türkçe devam ediyoruz. Nasıl buldunuz böyle birbirinizi… Sen bu kadar insanın içinde bizi nasıl bulduysan biz de birbirimizi öyle bulduk. Gülüşüyoruz. Caddenin en alımlı restoranlarından birinde Salieri’ de çalışıyorlar. Salieri’nin işletmecisi de Kıbrıs Türk’ü… İngiliz aksanıyla İngilizce konuşan birilerini aramaya devam ediyorum… Bulamıyorum. Litvanyalı, Hintli, Brezilyalı, Polonyalı, Belçikalı, Lübnanlı, Nijeryalı, Sırp, Macar, Fransız’a rastlıyorum… Ne
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle