Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 HAZİRAN 2006 / SAYI 1056 Bir portrecinin portresi... Louis Aragon Oğuz Kurum E Samuel Beckett Jean Genet André Breton Lütfi Özkök’ün objektifinin önünden kimler geçmedi ki, Samuel Beckett, René Char, Nâzım Hikmet, Louis Aragon, Marguerite Duras, André Breton, Jean Genet, André Malraux, Octavia Paz... Siyahbeyaz fotoğraflarına baktığınızda ışığın şiirsel tadına varırken, edebiyat dünyasında uzun soluklu bir gezi yapıyorsunuz, işte Jean Genet’nin Marguerite Duras Lütfi Özkök’ün stüdyosu sokaklar, barlar, konferans salonları... lli yıldır hükmettiği ışığı, siyah ve beyazın dansında ustalıkla kullanıyor Lütfi Özkök. Salâh Birsel’in deyimi ile “O, dünyanın en büyük edebiyatçılarını karşısında sustaya durdurdu” ve ışık karanlığa can verdi... Isıtmayan Stockholm güneşine inat, sıcacık bir gülümseme ve “hoş geldin” anlamında bir el selamıyla, Östberga’daki evinin balkonunda karşılıyor Özkök. Vakit geçirmeden, üç gün sürecek sohbetimize başlıyoruz... Hayatı, 1923’te, İstanbul, Feriköy’de başlıyor. İleri görüşlü babasının onu Şişli Jeanne d’Arc Fransız Koleji’ne göndermesi, sonraları onu Sorbonne’da okumaya kadar götürecek çok önemli bir karar. Özkök’ün edebiyat tutkusu Vefa Lisesi’nde başlıyor, 1939’da... İlerleyen yıllarda özellikle arkadaşı Sabahattin Kudret Aksal’ın yardımları ile edebiyat dünyasına giriyor. Bu yıllarda ilk şiirlerini yazıyor ve dönemin edebiyatçıları ile yakın arkadaşlıklar kuruyor, kendi deyimi ile Çiçek Pasajı’ndaki sohbetlerde, dünyayı kurtarıyorlar. Mart 1949’da gittiği Paris Sorbonne’da sınıf arkadaşı AnneMarie ile tanışıyor. 23 yaşındaki AnneMarie ve 26’sındaki Lütfi Özkök, 13 Haziran 1950’de Paris’in öğrenci mahallesi, Quartier Latin’de evleniyor ve Anne Marie’nin kenti Stockholm’e taşınıyorlar. 1951 yazında kendi makinesini kurarak çektiği fotoğrafta, eşiyle göl kenarında piknik yapan Lütfi Özkök’ün gözlerindeki pırıltı, sanırım onun ülkesini bırakarak bu soğuk ülkeye yerleşmesini açıklayan şey, aşk... 1956’da şöyle yazıyor: “Bir toz bulutu üşüştü alnıma/ Yosunlar koyulaştı günlerimin taşında/ Düşler eridi düş içinde/ Geçen gençliğimizdir kuzey şehirlerinde”... Birliktelikleri, 2001’de, evliliklerinin 50. yılında AnneMarie’nin hayata gözlerini yumması ile fiziksel olarak bitse de, ruhlarının hâlâ beraber olduğu her an hissediliyor. GÖZLERDEKİ ANLAM... Lütfi Özkök özellikle edebiyatçı portreleri konusunda dünyanın en önde gelen fotoğraf sanatçılarından. Fotoğraflarının, New York Times, Newsweek, L’express, Les Lettres Françaises, Die Zeit, Der Spiegel, Observer ve Politiken gibi yayın organlarınca sıkça kullanılması başarısının somut bir kanıtı. Şair kimliğinin de yansıdığı fotoğraflarında, şair ve yazar yüzlerini, onların ruhlarını aktarmada bir görsel sembol olarak kullanıyor. Işık kullanımında şiirsel bir tat var, ki bu da fotoğraflarına ruh veren ve onu farklı kılan önemli bir öğe. Fotoğrafının erken döneminde, 1950’li yıllarda, takip ettiği ve özellikle ışık kullanımından etkilendiği, Anadolu kökenli bir Ermeni olan ve ABD’ ye göç eden Yusuf Karsh'ı unutmamalı. Yusuf Karsh, Churcill, Hemingway, Einstein gibi ünlüleri fotoğraflayan fotoğrafçı. Fakat bu etki kısa sürüyor, Yusuf Karsh’ın aksine Lütfi Özkök stüdyo ortamını, ışığını ve abartılı kurgu pozu sevmiyor. Onun aradığı, yüzdeki ve özellikle gözlerdeki duyguyu ve anlamı doğal olarak aktarabilmek. Onun stüdyosu, konferans salonları, sokaklar, barlar. Şair veya yazarı anlatan, ifade eden en önemli görselin gözleri olduğunu söylüyor ve fotoğrafını bu temelde kurguluyor. Bu nedenle onun fotoğraflarında, modellerin yüzlerinden ve gözlerinden yayılan, insanın içine işleyen bir duygu ışını var... Aralarında, Samuel Beckett, René Char, Nâzım Hikmet, Artur Lundkvist’in de olduğu ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz, dünyanın yaklaşık bin beş yüz büyük edebiyatçısını görüntülüyor Özkök. Onları eserlerinin dışında görsel olarak da görmemizi, hissetmemizi sağlıyor. Gerek çekim sırasındaki, gerekse karanlık odadaki hâkimiyeti, bilgi, deneyim ve sanat anlayışı ile yaratıyor eserlerini. Çekim esnasında modeline tümüyle hâkim ve kafasındaki fikri filme aktarırken, modelinin rahat davranmasını da sağlıyor. Bu, doğallık olarak yansıyor karelerine. Karanlık oda onun için adeta eserlerinin yaratım sürecini tamamladığı bir ayin, bir tören. Işığı, kâğıdı, suyu elleriyle yoğuruyor, Beckett’ın gözlerini, Nâzım’ın tebessümünü ortaya çıkarıyor. Kurulmuş saatinin ritmi ve kırmızı ışığının loşluğunda parmakları siyahı ve beyazı hissediyor. Etkilendiğini söylediği ikinci fotoğrafçı, Fransız sürrealistleri kendine özgü tekniği ile çeken Man Ray. Daha sonraları Paris’te tanıştığı Man Ray, onun fotoğraflarından o kadar etkileniyor ki, kendi yayımcısına Özkök’e bir kitap çıkarmayı bile teklif ediyor. Beraberliğimizin ikinci günü, Lütfi Özkök’ün şair kimliği ile onur konuğu olarak katıldığı Stockholm’de düzenlenen Rinkeby Bokmassa 2006 kitap fuarındayız. Kürsüye davet edilen Özkök her zamanki mütevazı ve sevecen yapısı ile, önce kalabalık karşısında konuşma fobisi olduğunu söylüyor, ardından eşi AnneMarie için İsveççe yazdığı şiirini okuyor. Şiirin İsveççe olan dilini anlamasam da, bu soğuk ülkenin insanlarının gözlerinde beliren sıcak pırıltı, şiiri hissettiriyor bana da. Lütfi Özkök’e dair daha fazla bilgi isteyenlere bir önerim var elbette, Dünya Yayınları’ndan Ekim 2003’te ilk basımını yapan,Türk edebiyatının önemli isimlerine ait fotoğrafların yer aldığı kitap: “PortrelerTürk Edebiyatına Dönemsel Bir Bakış”... CUMHURİYET 02 CMYK