02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 Aşağıdaki başlık, Haldun Taner’in “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” oyununda, Fasulyeciyan’ı canlandıran Münir Özkul’un repliği. Onu tiyatro ve sinemada yarattığı onca karaktere rağmen, “mahcup” kılan bir cümle bu: “Aktör dediğin nedir ki?” Bakırköy Halkevi’nden Kavuklu’ya, Mahmut Hoca’ya uzanan alçakgönüllü bir hayatın öyküsü. Özkul, “Edi ile Büdü” ve “Hababam Sınıfı Tatilde”de (altta). Özlem Altunok Münir Özkul, Tiyatro Festivali’nin açılışında “Onur Ödülü”nü alırken kızı Güner Özkul’la birlikte. Aktör dediğin nedir ki? avuklu, Mahmut Hoca, Fasulyeciyan ve daha pek çok sıfat, rol, tanım dolduruyor Münir Özkul’un hayatını. Türk tiyatro ve sinemasının emektarı, çocuk, usta, “yaramaz”, bilge, şeytan tüylü, duru, sahne eri ve belki de bütün tanımları kapsayan bir üstbaşlıkla; mahcup... Mahcupluğu yarattığı onca tip, karakterle çoğalan, parayla ilişkisini, inişli çıkışlı yaşamını, suskunluğunu belirleyen 81 yaşına akran bir duygu sanki. Oysa en bilineni, dile düşeni ve hatta evinin duvarında çerçeveli olanı ise onunla özdeşleştirilen Haldun Taner cümleleri, yani “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”ndaki Fasulyeciyan rolünden ona kalanlar: “Aktör dediğin nedir ki? Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!” Münir Özkul için hayatın perdesi, 15 Ağustos 1925’te açılır. Babam Münir Özkul Yaşar Anne, babam ve ben, Kuzguncuk’ta, köprüye üstten bakan bir eve taşındık. Yürümedi; bir gün Yaşar Anne bizi terk etti ve giderken de, “Bana Örümcek Yaşar diyorlar ama sen benden de kötüymüşsün, akrepsin sen! Akrep Münir!” dedi. Bana melek gibi davranan babama neden “kötü” dendiğini anlamadığım gibi, akreplerin kötü olduğundan da pek emin değildim. (...) Bir gün babam eve ağlayarak geldi. “15 yıldan sonra sinemada ilk kez başrol oynayacağım” dedi. Çok mutlu ve heyecanlıydı, hemen ne oynayacağını, kaç para alacağını sordum çok bilmiş bir çocuk olarak. “Kel Mahmut diye bir rol... Öğretmen rolü... Para mı!... Bilmem! Beş bin lira filan galiba...” İşte böyle bir adamdı Akrep Münir, hâlâ da öyledir; paraya pula asla aklı ermez, zaten ermesini de istemez. Para işlerinden anlasa saflığını yitireceğini düşünür. Güner Özkul K Tuluattan korkan kavuklu Kavuk arkasındaki duvarda bir çiviye asılı duruyordu. Yeni tanışmıştık. Odanın ortasında masanın başında oturuyordu. Önünde kâğıt, kalem. Kâğıdın üstünde büyük harflerle yazılmış “KİTAPSIZ KADINSIZ, ALLAHSIZ TİYATRO” yan cümlesi. Merak ederek sordum kâğıda yazdığı şeyin daha geniş bir açıklamasını. “Bilmem. Öyle yazmışım işte! Ben kitaplı tiyatrodan geliyorum. Hiç tuluat oynamadım, hayatımda tuluat yapmadım. Dümbüllü kavuğu bana verdikten sonra kafa yormaya başladım geleneksele. Oradan da bir yere gidemedim. Kendi tiyatromda kadın oyunculardan çok çektim, tiyatroda kimilerinin Allah kesilmesine hep gıcık oldum” diyerek eliyle alnından ensesine doğru az saçlı başını sıvazladı. Ferhan Şensoy Babası askerdir, annesi onun da babasının izinden gitmesini ister, oysa o daha ortaokul yıllarında tiyatroya merak salar. “Sevdiğim tek insan, tek şey annemdi. O, paşa olmamı isterdi. Ben de peki, derdim. Annemi çok sevdiğim için okuyacaktım. 1112 yaşlarında başka bir tutku başladı: Oyunculuk” der o yıllar için. İlk sahne deneyimini de 1940’ta Bakırköy Halkevi’ndeki “Mahcuplar” oyunuyla yaşar. Maceralı lise yılları 24 yaşında pek çok okul değiştirdikten sonra bittiğinde tiyatro da bir süre askıya alınacaktır. İstanbul Üniversitesi’nde iktisat ve edebiyat bölümlerinde okumayı dener, olmaz... Hayatını profesyonel anlamda oyunculukla kazanmaya da o zamanlarda, 1949’da, Ses Tiyatrosu’nda başlar, Küçük Sahne’de devam eder, bu sahne Muhsin Ertuğrul’la da çalışmasını sağlar. Tiyatroyla hiç kopmayacak bağı da o zaman kurulur. “Gerçek bir tiyatroda, tiyatro mutluluğum 1950’de, Küçük Sahne’de Muhsin Ertuğrul’u tanımamla oldu. Tiyatronun büyüklüğünü, tiyatro nasıl sevilir, nasıl sayılır ondan öğrendim...” 1957’ye kadar süren bu dönemde “Fareler ve İnsanlar”, “Karakolda”, “Yarış”, “Sevgili Gölge”, “Hamlet” gibi oyunlarda oynar. Tiyatro kapanınca Vasfi Rıza Zobu’nun davetiyle sadece iki sezon Şehir Tiyatroları’nda çalışır. Maaşlı oyunculuk yapmak ona göre değildir. Biraz da bu yüzden sinemayla ilişkisi neredeyse tiyatroya paralel olur. Rol aldığı ilk film, “Vatan ve Namık Kemal”dir. Bir dizi tarihi filmin ardından “Edi ile Büdü”, “Edi ile Büdü Tiyatrocu” gibi komedi filmlerinde, “Kalbimin Şarkısı”, “Miras Uğruna” gibi melodramlarda rol alır. Sınıfı” serisiyle kazınır. 80’lerin sonunda zengin ve kapalı iç dünyasına dönecek, 95’te 55. sanat yılını kutlayarak jübilesini yapacaktır... Münir Özkul artık evinden çıkmıyor, pek konuşmuyor ve televizyon dahi izlemiyor. Olur da eski dostlarını; Adile Naşit, İhsan Yüce, Ertem Eğilmez’i görür de içlenir diye... Son olarak, geçen Tiyatro Festivali’nin açılışında “Onur Ödülü”nü almak için evden çıktı, onu alkışlayanlara Halit Akçatepe’nin “Keşke bir gün hiç konuşmasa, ama kendini gösterse. İnsanlar onu çok özledi” temennisini yerine getirdi, sadece “Teşekkür ederim” dedi ve gitti... Erol Günaydın, Ferhan Şensoy ve Güner Özkul’un yazıları geçen yıl Dost Kitabevi’nden çıkan “Aktör Dediğin Nedir ki? Münir Özkul Kitabı”ndan aktarıldı. KAVUKLU OLMAK... Tiyatroya ara vermez. Bulvar Tiyatrosu, Küçük Opera, Arena Tiyatrosu derken, 1968’de “Kanlı Nigar” oyununda İbiş rolünü oynar. Onu seyreden İsmail Dümbüllü’nün ertesi gün bir notu ulaşır : “Başına o fesi giyme, ben sana kavuğumu göndereceğim.” Tuluat geleneğinde kuşaktan kuşağa aktarılan bir sembol olan kavuk, yaklaşık 20 yıl boyunca onun olacaktır. Sonrasında “Ben Kavuklu’yu oynamak değil, Kavuklu olmak istiyorum. Kavuklu bir rol değil kişidir” diyerek canlandırdığı karakterleri bir kişilik olarak ele alacaktır. Yine o dönemde Bizim Tiyatro ‘da Fasulyeciyan rolüyle dikkat çektiği “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”nda oynar. 70’li yıllar Türk sinemasının da hareketli yıllarıdır ve dönemin komedi, melodram ya da macera filmlerinde ona da yer vardır. Kâh cefakâr baba, kâh yufka yürekli hırsız, kâh fakir kemancı rolünde artık bir karakter oyuncusuna dönüşmüştür. “Tüm yaşamımda, tiyatroda da sinemada da yalnızca duygularla oynadım ve oynuyorum. Seyirciye yakınlığım buradan gelir. Onlar beni hep kendileri gibi gördüler” der. O dönemdeki başarısı, bugünkü ününü de Ertem Eğilmez’li Arzu Film yapımlarıyla, en çok da “Hababam Sınıfı” serisiyle beraberinde getirir. Arkasından yine bugün hâlâ izlenen “Süt Kardeşler”, Sev Kardeşim”, “Gırgıriye” filmleri gelir. 80 darbesi sonrasındaki furyanın kıyısında durur. Zaten akıllara ve genç kuşağın hafızasına da en çok “Hababam Sersem Kocanın Kurnaz Karısı. (Renklendirmeler: Gülay Tunç) Resmen bir çocuk... Münir nasıl biri? Biraz bahsedeyim size. Münir bir çocuk, resmen bir çocuk. Cemiyet içine çıkarken utanır sıkılır. Halkla konuşmak istemez, arka yollardan gider. Bütün bu sıkıntısı yüzünden içki içer. İçtiği zaman da rahatlar, dünya umurunda olmaz. İç dünyası başka bu adamın, ama bir çocuk. (...) Münir’in hayal dünyası o kadar güzeldir ki, onu deştiğin zaman özellikle eskilerden o kadar güzel şeyler anlatır ki. Meraklıdır da. Mesela Ferdi Tayfur’u sever, onu çok dinlerdi. Sadık Şendil’le oturur, Haldun Taner’le muhabbet ederdi. “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”ndaki final lafını Haldun Taner’e Münir yazdırmıştır. Münir’in sezgileri çok iyidir. Erol Günaydın CUMHURİYET 09 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle