Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 16 NİSAN 2006 / SAYI 1047 BASİT,GİZEMLİ VE RİTMİK! sınırında bir köyde, Çingene bir ailenin yanında geçirmiş. “Dünyanın bittiği yerdi orası benim için” diyor, yani “tüm dünyanın sığdığı yer”. Çocukluğuna bu dönüş, geleceğin müziğinin yolunu açıyor ve koşuşturmacalı zamanlar başlıyor. Viyana’da yaşadığı için önce oradaki Çingene müzisyenlerin peşine düşüyor. Üç kontrbasçı gidiyor, dört kemancı geliyor, iki akordeoncu gidiyor, beş vokalist geliyor... Çünkü dünyanın dört tarafına dağılan Çingeneler, müziğin coğrafyasında da dağılmış. Kimi bar piyanistliği yapıyor, kimi R&B, caz, kimi de geleneksel Çingene müziği... YENİ ÇİNGENE MÜZİĞİ Sonunda Macar bir babakızla, Tibor Barkoczy ve Melinda Stoika ile !Deladap’ın tohumlarını atıyor. “Katastrof” dediği bu süreç, değişik fikirleri, malzemeleri birleştirmesini de sağlıyor. Biraz da bu yüzden kendini elindekileri kesip biçen bir “terzi” olarak görüyor. Yapmaya çalıştıkları müziğe “yeni Çingene müziği” diyor. Geleneksel Çingene müziğini elektronik müzikle birleştiriyor. Bunu, iki müziği de “harcamadan” yapmayı önemsiyor. “Çingene müziğinin içindeki zengin materyalin keşfedilmesinde Emir Kusturica’nın payı büyük” diyor, ama onlar Balkanlar’dan çok Çekoslovakya, Macaristan, Slovakya, Sırbistan gibi ülkelerin Çingene müziğiyle ilgileniyorlar. Stani, bölgesel farklılıkların küçümsenmeyecek kadar fazla olduğunu vurguluyor. Onu heyecanlandıransa seslerinin tek tek ve birlikte gür çıkabilmesi artık. “Eskiden Çingene müzisyenler değişik gruplarda yer alır, sürekli yer değiştirirdi. Son yıllarda kendilerini ve tarzlarını popüler kültürün içine sokabilecekleri platformlar buldular, bu çok önemli” diyor. İşte onlardan ikisi de grubun vokalistleri Simona ve Eva. Simona’nın !Deladap’a katılması Hollywood’vari bir teklifle olmuş. Prag’da bir pop grubunda, bir yandan da Viyana’da “gipsy yemek müziği” söylerken Stani’den gelen davetle kendini !Deladap’ta bulmuş. “Çingeneler her yerde müzik yapar, müzikle yaşar ve buna hep hazırdırlar. Bu yüzden gruba hemen uyum sağladım” diyor. Eva ise büyükanneden babasına, kardeşine müzisyen bir aileden geliyor. Slovakya’da opera eğitimi almış, mezun olur olmaz da gruba girmiş. “Pop, geleneksel, modern... Hepsi tamam da, bu işin tam anlamıyla parçası olmak harika!” diyor. Eva Bratislava’da, Simona Prag’da, Stani Vana Viyana’da yaşıyor. “Korkmayın, İstanbul’un iki yaka arası, Bratislava’yla Viyana arasındaki mesafeden daha uzaktır herhalde” diyor Stani gevrek gevrek. Dağılıyorlar... Yine de iki satır şarkı sözü kopuyor onlardan: “Ne yapmışsan fark etmez, seni bağışlıyorum. Daha fazla acı çekmemek için, seni bağışlıyorum...” (Albüm bu hafta AK Müzik’in dağıtımcılğında piyasaya çıkıyor.) Ritim, tempo, eylem... Macaristan’dan Slovakya’ya, Çekoslavakya’dan Avusturya’ya bütün Çingeneler gibi hareket halindeki bir grubun adı, bu: !Deladap. Geçen günlerde ikinci albümlerini tanıtmak için buradaydılar. Yeni Çingene müziğinin peşinde, gündelik, anlaşılır şarkılar söylüyorlar. Tıpkı albümün adı gibi: Bana Su Ver! Özlem Altunok eladap. Başında bir ünlem var. Yani !Deladap. Yedi kişiden oluşuyor. Sekiz, on bir ya da altı da olabilirdi. Şimdilik böyle, ama her an değişebilir. Slovakya, Macaristan, Çekoslovakya ya da Polonya’da yaşıyorlar. Birbirleriyle beş dilde konuşup, tek dille, müzikle anlaşıyorlar. Merkezleri ise Viyana. 2001 yılında Stani Vana’nın kurduğu grup, tipik bir Çingene topluluğu. Kendilerini ehlileştirmeden, “gipsy” müziği turistikleştirmeden bugüne taşıyorlar. Geçenlerde ikinci albümlerini tanıtmak ve İstanbul’un “Çingeneleri”yle buluşmak için Babylon’daydılar. Çingene tırnak içinde çünkü, yeni albümdeki bir şarkıları “Çingene Olmayanlar” adını taşıyor. Sebebi ise burnu havada etnik müzik dinleyicilerine hitap etmek istemediklerini anlatmak. Hani, insanı biraz da ellerinde olmadan dışlamıyor değiller. Çünkü grubun kurucusu Stani Vana şarkı sözlerini çevirmeye yeltendiğinde, birden vazgeçiyor, “Biraz zor, en iyisi siz müzikle yetinin” diyor. Eh, haksız da değil. “Deladap ne demek?” diyorum. Stani Vana, ellerini çırpıyor, ayağını yere D vuruyor, “ritim, tempo, bir fiil, hareket, yani ritimle ilgili her şey” diyor. Yetmiyor... Albümün adı Dela Paji ise Stani’ye göre dünyadaki en önemli cümlelerden biri: Bana Su Ver. Gerisi gelmiyor. “Çünkü” diyor Stani, “çevirince anlamı kaçıyor. Gizemli bir dil bu. Oysa anlattıklarımız gündelik, basit, anlaşılır şeyler. Kimi zaman hüzünlü, kimi zaman coşkulu...” O zaman bir Avusturyalı dinleyicilerinin de dediği gibi, “Hiçbir sözü anlamıyorum, ama dinleyerek bütün sözleri anlıyorum” sözlerine sığınmak gerek. ÇOCUKLUKTA SAKLI OLAN !Deladap’ın hikâyesi tipik bir hikâye demiştik. Aslında tipik olduğu kadar ilginç de. Şöyle ki, “Çingene olmayan” Stani Vana, zamanında Hint müziğini elektronik müzikle harmanlayan bir müzisyendir, ama kulağının içinde hep başka bir müzik uğuldar. Şöyle bir çocukluk günlerine uzanınca ailesiyle Prag’dan “uzun bir tatil”e gittiği Slovakya günleri aklına gelir. Stani, çocukluk günlerini Polonya BİR KİTAP Uyan Çingene! Z. Ezgi Altıner ingeneler “Evde oturan ölür” der. Üstelik bu onların tek atasözüdür. Göç etmeye yazgılı ruhlarıyla her gün yeni topraklarda soluklanan bu insanlar gelecekten başka bir şey taşımaz yanlarında. Jan Yoors da bu gizemli insanlarla geçirdiği 10 yılda yaşadıklarını “Çingeneler Opré Roma (Uyan Çingene)” adlı romanında anlatıyor. Chivi yazıları Yayınevi’nden çıkan kitap, kendilerine düşman kesilmiş bu dünyada, ebedi roman ruhuna sadık kalarak yaşamaya çalışan bir halkın tarihine tanıklık ediyor. Jan Yoors, 12 yaşındayken kendini ka Ç sabalarında konaklayan bir Çingene kumpanyasının içinde bulur. Evden birkaç günlüğüne uzaklaştığı bu küçük macera, bir karavanda yolculuk etmeye başladığında sonunu kestiremediği bir heyecana dönüşür. Hayatı onlarla kat etmeye başlayan Yoors, zaman geçtikçe bir Çingene olmaya başladığının farkına varır... Ahlaki ve toplumsal kurallarından şaşmayan, birbirlerine saygılı ve mahremiyete önem veren bu insanların ne kadar sevgi dolu olduğunu anlar. Karavanları gibi ruhlarının da hareket halinde olduğu bu insanlara bazen ayak uyduramasa da kendini onlarla olmaktan alıkoyamaz. Peki, nedir Çingenelerin hayattan anladıkları? Joors’a göre cevap, sınırsız bir “şimdiki zaman”da yaşamak... Çünkü ne pazar günü tatilini bekler ne de haftaları sayarlar. Sürekli gitmek isterler. Müziklerinde de hep bu gidişleri ve yaşama sevincini anlatırlar. Yaşadıkları acılara rağmen savaşmaya, öç almaya yeltenmezler. Çünkü kızgınlığın ve zayıflığın insanın en kötü düşmanı olduğunu bilir, hayatlarını lüzumsuz düşmanlıkla ertelemek istemezler. Çingenelerin Yoors’u şaşırtan bir özellikleri de kadına karşı olan tutumları. Çünkü kuralları reddeden ve özgürce yaşayan bu insanlar için de kadın ikinci plandadır. Kadın, cinselliğinin baskın olduğu ve doğurganlığının devam ettiği dönemlerde kısıtlanır. Yıkandıkları kaplar, eşyalar ve en başta bedenleri, potansiyel bir tehlike oluşturduğundan “kirli” sayılır. Fakat tüm bu kısıtlamalar, kadına bir yaptırım gücü de getirir. Her kadın, etek gibi, bedeninin alt kısmına ait bir giysiyle, herkesin ortasında erkeğe dokunarak onu lekeleme gücüne sahiptir ve sadece kirletme tehdidi bile güçlü bir silahtır. “DÜZELMEZ SUÇLULAR” Kitap, Çingenelerin bugününü anlattığı kadar, tarihine de uzanıyor... Ortaçağın sonlarında Avrupa’ya gelen bu tuhaf yabancılar, 1618. yy’lar arasında soyluların hizmetinde çalışırlar. At yetiştirir, saray müzisyenliği ve falcılık yaparlar. 19. yy’a gelindiğindeyse onlara olan ilgi, yerini kuşkuya bırakır. Nazilerin 1935’te yürürlüğe koyduğu Nürnberg Yasaları’nda, bu dünyaya ait değilmiş gibi yaşamaları ve kuralsızlıkları yüzünden Çingenelerin tümü “düzelmez suçlular” olarak tanımlanır. İstenmeyen insanlar olmaları yüzünden hiçbir yerde barınamaz hale gelirler. Son zamanlarda yerleşik düzene geçen Çingenelerin Avrupa’daki nüfusu ise 12 milyon civarında. Büyük çoğunluğu Türkiye, Yunanistan ve Fransa’da yaşasalar da sayıları resmi kayıtlara geçmiş değil. Uyan Çingene bir roman da olsa, işte bu tarihi de okura anımsatıyor... CUMHURİYET 06 CMYK