18 Mayıs 2025 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 16 NİSAN 2006 / SAYI 1047 Her rolün adamı F ransız sinemasının çöp tenekesiyim, her rolü oynuyorum, her şeyi yapıyorum, diyor Gérard Depardieu, bir yandan da kendisini bir kamyon sürücüsü görünümündeki Stradivarius olarak tanımlıyor: “Oyunculuk bana göre bir ruh hali, bir açılım. Ailenin insana aşıladığı bir güven duygusu. Yaşama asılmaya yarayan bir dal. Ben de yaşama başkalarıyla sarılıyorum. Truffaut’nun dediği gibi doğanın çocuğuyum. Doğanın iri yarı bir bedene sahip bir varlığı.” 1948’de Chateauroux’da bir sac işçisinin oğlu olarak dünyaya gelen Gérard, beş erkek ve kız kardeşiyle birlikte büyür. “Harika bir aileye sahiptim, annem aralıksız hamileydi, babam da buna hiç ses çıkarmazdı. Erken yaşta baba olmayı istedim. Oğlum Guillaume doğduğunda yirmi yaşındaydım, yirmi yaşında kolayca baba olunmaz, ama Guillaume ve Julie’yle, çocuklarımla ilgilenebileceğimi sandım, onlar bana avlanma ve eve yemek getirme cesaretini verdiler”. Depardieu yaşama erken adım atanlardan. Charles Dickens’ın romanlarını anımsatan zor bir ergenlik döneminin ardından on üç yaşındayken hırsızlık ve kötü davranıştan ötürü ıslahevine girer: “Islah evleri ve polislerle tanıştığımda on üçümdeydim. Oradaki psikologlardan biri bana heykel yapmamı önerdi. Böylece sanatçı olabileceğimi düşünmeme neden oldu.” Cannes’da plaj görevlisi benzeri küçük işler yapmaya başlayan taşralı Gérard, on altı yaşında kültür kenti Paris’e gelir. Kent onu büyüler, içindeki tiyatro sanatçısı olma tutkusunu deşer. Tiyatro dersleri almaya girişir, Théatre National Populaire’i (Ulusal Halk Tiyatrosu) izler, burada eşi Elizabeth’le tanışır. On yedisinde Le Beatnik et le Minet (1965) adlı kısa metrajda oynar. “Uzun yıllar okula, okumaya karşı komplekslerim oldu. On beşlerimdeyken aşırı heyecanlanmam, duygulanmamdan ötürü kendimi ifade edemiyordum. Neyse ki tiyatro yardımıma yetişti. İlk çalışmalarımdan biri Corneille’in “Le Cid”iydi. Racine’i daha çok seviyordum, ama dizelerini pek anlayamıyordum” diyor Depardieu ilk sanat deneyimlerini aktarırken. “Taşradayken annemin meraklısı olduğu fotoromanları okurdum, aşk romanlarına bayılırdım. Daha gözüm açılmamıştı. Paris’e gelince La Fontaine’in gücünü, Musset, Marivaux gibi klasikleri keşfettim. Dönemi soludum, içgüdülerimle davrandım, her şeyi sıkıcı şekilde anlatan profesörlerden uzak durdum. Sorbonne’a gidip Lacan’ın, Deleuze’ün seminerlerini izledim. Anı derinlemesine yaşadım, zaten olduğumdan başka da davranamazdım”. Kalabalık bir ailede büyüdü. Sanat, 13 yaşında ıslahevindeyken aklına düştü. 17’sinde ilk filmini çekti, 20’sinde baba oldu. Cyrano de Bergerac Kendisini “Fransız sinemasının çöp tenekesi” olarak niteleyen Gérard Depardieu, ödülleri arasına İstanbul Film Festivali’nin “Sinema Onur Ödülü”nü de ekledi... Son Metro Vatel Les Valseuses mak gibi bir isteğim de yok, tek isteğim yaşamı dolu dolu sürdürmek.” Depardieu’yu hem gişe getirisi yüksek ticari projelerde (Demir Maskeli Adam, 102 Dalmaçyalı, Asteriks ve Obeliks Sezar’a Karşı, Asteriks ve Obeliks: Görevimiz Kleopatra), hem de sanatsal yapımlarda izliyoruz. O aynı zamanda beyazperdede yansıttığı aykırı görüntülere kafasını takmayan bir aktör: “Yetmişlerde, Son Kadın’da cinsel organımı kesmiştim. Taşaklar’da çırılçıplak oynarken Paris’in aptal taşrasındaki okulda okuyan oğlum Guillaume’u almaya gittiğimde herkes beni garip garip süzerdi. Gece Kıyafeti’nde Bacri’yi arkadan becerme sahnem vardı, o bundan çok tedirgindi, ben de ona istersen sen yap benim için sorun değil demiştim. İşçi babam Dédé okuma yazma bilmemesine, daima sarhoş olmasına karşın çok insancıldı, başkalarının özgürlüğüne büyük saygı duyardı, ben de ona çekmişim...” tof Kolomb rolünde,1992, Ridley Scott), Demir Maskeli Adam (Porthos rolünde, 1997, Randal Wallace), Dünyanın Tüm Sabahları (Marin Marais rolünde, 1991, Alain Corneau), Vatel (François Vatel rolünde, 2000, Roland Joffé). Fransız sinemasının gözde yaratıcılarıyla Claude Sautet (Sen, Ben ve Diğerleri), Maurice Pialat (Loulou, Polis, Sous le soleil de Satan), Claude Miller (Ona Sevdiğimi Söyle), JeanLuc Godard (Hélas pour moi), André Téchiné (Barocco), Claude Berri (Sizi Seviyorum, Germinal, Uranus), JeanPaul Rappeneau (Cyrano de Bergerac, Damdaki Süvari, Bon Voyage) ile çalışır. “Uzak ülkelerde inanılmaz insanlarla kimsenin bilmediği on film yaptım. Rusça bilmememe rağmen Rus filmlerinde oynadım” diyen Depardieu hem komedilerde hem de dramlarda başarılı yorumlar sunar. La Tartuffe’ü (1984) yönetir, Branches of the Tree’nin (1990, Satyajit Ray) ve She’s so Lovely (1997, Nick Cassavetes) filmlerinin yapımcılığını üstlenir. Fransız Şeref Madalyası sahibi aktör, Son Metro’yla César’da, Polis’le Venedik’te, Cyrano de Bergerac’la Cannes’da, Yeşil Kart’la Altın Küre’de en iyi oyuncu ödüllerini alır, Venedik 1997’de tüm sanat yaşamından ötürü ona Altın Aslan da verir. 2005’te 3.2 milyon Euro’luk kazancıyla Fransız sinemasının en çok kazanan oyuncusu olur. Paris’in tiyatrolar semtinde bir lokanta açan, şarap Beni Ne Kadar Çok Seviyorsun$ (Festival gala filmi) üretmeye başlayan Depardieu sinema ve şaraptan aynı derecede zevk alıyor: “Şaraplarım zanaatçı şarapları. Tıpkı babamınki gibi benim yaşamım da bir zanaatçınınkine benziyor. Henüz on yedi yaşımdayken dünyayı görmeyi kafama koymuştum. Yaşama, evrene katılma coşkusuyla doluydum. Bugün de amacım değişmedi, keşfetmeyi, tanımayı sürdürüyorum.” AYKIRI ROLLERİN OYUNCUSU Sinemada ilk önemli rolünü ona birlikte çok kez çalışacağı (Mendillerinizi Hazırlayın, Gece Kıyafeti, Senin İçin Fazla Güzel, Beni Ne Kadar Seviyorsun) Bertrand Blier verir. Les Valseuses’de (Taşaklar/1974) Patrick Dewaere ve MiouMiou ile karşılıklı oynar. Bu rolü ona Paris Belediyesi’nin Gérard Philippe ödülünü getirir. Ardından ünlü İtalyan yönetmenlerle sıra dışı yapımlar gelir... Bernardo Bertolucci’nin 1900 (1976), Marco Ferreri’nin Son Kadın (1976) ve Maymun Rüyası (1977) filmlerinde oynar. Marguerite Duras onunla Vera Baxter (1976) ve Kamyon’u (1978) çeker, Alain Resnais, Stavisky (1973), Amerikalı Amcam (1980), I Want to Go Home (1989), François Truffaut ise Son Metro(1980) ve Komşudaki Kadın (1981) filmlerinde oynatır. “Otuz yıl önce Cahiers du Cinéma dergisi bana nasıl olup da Duras ve Resnais ile film çevirebildiğimi sormuştu. Bana göre değişen bir şey yok” diyor oyuncu ve ekliyor: “Marguerite salt bir aydın değil, dünyalı bir kadın. Felsefeciler entelektüeldirler, aydın olmak her şeyden önce bir yaşam biçemidir, onlar sanatçı, duyarlı insanlardır. Ayrıca aydın olmak bence hüzünlü bir şeydir de... Ben bir çeteye ait değilim, tüm çeteler benim. Yaşıyorum, değişik yaşam biçimleriyle karşılaşıyorum. Önemli biri ol Aslı Selçuk İKİ YENİ FİLM Sinemada güçlü, kuvvetli, perdeyi olabildiğince dolduran başat rollerde izlediğimiz Gérard Depardieu, sinemadan yorulduğunu, sinemanın onu artık eğlendirmediğini belirterek 30 Ekim 2005’te oyunculuğu bıraktığını açıkladı: “Film çekmek özellikle son yıllarda çok pahalı. Ülkeleri, kültürleri, insanları bu girişime ikna etmeniz gerekiyor. Bir kültürü satın almayı Peter Handke, Akılsız İnsanlar Ortadan Yok Oluyor oyununda yansıtmıştı, işadamları işte böyle bir ürünü tartışıyorlar ve bu ürünün arkasında da halklar, kültürler duruyor.” Bu duyurusundan sonra onu yine de Asteriks Olimpiyatlar’da (2006) yine Obeliks rolünde, 2007’de Edith Piaf’ın yaşamını anlatan La Mome’da göreceğiz. Onu yaşama bağlayan oyunculuğundan vazgeçemeyeceği ortada, olsa olsa yıllık film sayısını azaltarak lokantasıyla, şaraplarıyla, sanat koleksiyonuyla ilgileneceğe benziyor. SANAT VE ŞARAP Martin Guerre’in Dönüşü’nün (1982) başarısından sonra Gérard sinemada tarihi kişilikleri canlandırmaya başlar: Danton (1982, Andrzej Wajda), Jean de Florette (1986, Claude Berri), Camille Claudel (Rodin rolünde, 1988, Bruno Nuytten), Cyrano de Bergerac (1990, JeanPaul Rappenau), 1492: The Conquest of Paradise (Kris Sinema onun tüm yaşamı... U zun yıllardır sinemanın içindeyim. Başka birşey yapabileceğimi sanmıyorum. Oyunculuğa tapıyorum, film izlemeyi seviyorum. Sinema benim için bir yaşam biçemi, nefes almak kadar doğal. Çalışmalarımdan gurur duyuyorum, bu özgün yaratıcıların filmleri anılırken adımın geçmesi bana ayrıca övünç veriyor, diyor Fransız sinemasının anıtlarından Catherine Deneuve. Alçakgönüllüğünü “İnanın adıma düzenlenen saygı gösterilerinden, yüceltilmekten, ulaşılmaz kılınmaktan hiç hoşlanmıyorum. Sürekli rayların üzerinden gitmektense ara sıra yolumu şaşırıp dengemi yitirmeyi yeğlerim” sözleriyle gösteriyor. Asıl adıyla Catherine Dorléac, yediden yetmişe sanatçı bir ailenin dört kızından biri olarak 1943’te Paris’te doğar. Baba Maurice Dorléac tiyatro oyuncususeslendirme yönetmeni, anne Renée Deneuve tiyatro oyuncusu, abla Françoise sinema oyuncusu, anneanne ise Odéon Tiyatrosu’nda suflördür. Böylece kendini gösteri dünyasının içinde buluverir: “Çocukken çok utangaçtım, kendimi zar zor ifade ederdim. Sürekli kız kardeşlerimin arkasına saklanırdım. Film setine ilk kez beni Françoise götürdü.” J. Demy) şarkı söyleyip dans ettiği ablası Françoise Dorléac’ı kısa bir süre sonra bir araba kazasında yitirir. 1968 Catherine için hem hüzünlü hem zor bir yıl olur: “Çok acı çekiyordum. Mayıs 68’de Fransa tam bir kaosun içindeydi. Kuşkular içindeydim, küçük oğlumla yalnızdım. O yılların en popüler Fransız yıldızıydım fakat içsel olarak bunalımdaydım”. FRANSA’DAN HOLLYWOOD’A... Fransa’dan biraz uzaklaşmaya, şansını Hollywood’da denemeye karar verir. Mayerling Faciası (1968) ve April Fools’da (Bana Sevdiğini Söyle/1969) oynar, ama Avrupalılar onun değerini daha iyi bilirler. Truffaut ile La Sirène du Mississippi (Evlenmekten Korkmuyorum/1969), Son Metro(1980), Marco Ferreri’yle Liza (1971), Beyaz Kadına Dokunma (1973), Mauro Bolognini’yle Büyük Burjuva (1974), Alain Corneau’yla Silahların Seçimi (1981), Saganne Kalesi (1984), André Téchiné’yle Amerikalılar Oteli (1981), Sevdiğim Mevsim (1993), Geçmişte Kalan Aşk (2004), Régis Warnier’eyle Çinhindi (1992), Manoel de Oliveira’yla Manastır(1995), Nicole Garcia’yla Vendome Meydanı(1998), Lars Von Trier’le Karanlıkta Dans, François Ozon’la Sekiz Kadın’ı yapar. Son Metro, Çinhindi ona en iyi kadın oyuncu César’larını, Vendome Meydanı Venedik’in Volpikadın oyuncu Ödülünü getirir, Berlin Festivali ona tüm sanat yaşamından ötürü onur ödülü (1998) verir. Liza’nın setinde tanıştığı Marcello Mastroianni ile olan aşkından doğan Chiara onlar gibi oyunculuğu seçer. BB’den sonra Fransa’nın simgesi Marianne’ın yüzü olur (19852000). Duyumlarını, izlenimlerini, oyunculuğunu kapsayan sorgulamalarını, setteki ruh hallerini Kendi Gölgemde (2004) adlı kitabında toplar: “Bu notlar filmlerimin belleği, asla anılarım değil. Kırıntılar, anlık duygular...” Fransız sinemasının anıtlarından Catherine Deneuve’e, İstanbul Film Festivali’nin “Sinema Onur Ödülü” verildi... On üçünde ilk filmi Kolejli Kızlar’da (1956) oynar. On altısında Brigitte Bardot ve Jane Fonda’yı üne kavuşturan Roger Vadim onu Le vice et la vertu’de (Kardeş Kanı/1962) oynatır. Bu karşılaşmanın ardından Catherine ailesinin yanından ayrılır, kendisinden 15 yaş büyük Vadim’le yaşamaya başlar. Bu ilişkiden Christian adlı bir oğulları olur. Onu keşfeden Roger Vadim’dir, ama üne kavuşturan Jacques Demy olur. Demy’nin müzikal melodramı Cherbourg Şemsiyeleri (1964) Catherine’in sinemadaki yerini pekiştirir: “20 yaşındaydım, özgün sinemacı Demy ile karşılaşmak en büyük şansımdı. Sonra Truffaut, Bunuel, Polanski geldi. Sinemada yönetmenin en ilginç aracı olduğunu çabucak kavradım. Sinemayla büyüdüm, oyuncu olmasaydım ne olurdum bilemiyorum. Oyunculuk hep birincil seçimimdi, özel yaşantım ikinci plandaydı. Çocuklarımı setlere taşıyıp durdum”. Polanski’ nin Tiksinme (1965), Bunuel’in Gündüz Güzeli (1965) ve Tristana (Seni Sevmeyeceğim/1967) filmlerinde frijit, soğuk görünümlü fakat iç dünyalarında fırtınalar kopan kadın karakterleri başarıyla canlandırır. Rochefort’lu Genç Kızlar müzikalinde (1967, CUMHURİYET 16 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle