02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 PAZARIN PENCERESİNDEN 16 NİSAN 2006 / SAYI 1047 Medyanın kadınla kurduğu ilişkiyi sadistçe buluyor, Dr. Zeynep Direk. Medya hem kadın figürü yaratıyor hem de onu hazzın nesnesi haline getiriyor. Bu, erkek cinselliğinin sınır tanımazlığının teknolojik ortamda ifşası... Bu muhafazakârlığın da ifşası. Bu yüzden operasyonun adı Barbie... Hangi isimle yapılırsa yapılsın, operasyonlarda asıl hedef erkekler değil, kadınlar... Ekrem Yeğen’den başkası... Selçuk Erez ski politikacılar bu günkülerden farklıydılar: Günümüzün politikacıları gibi ikide birde Danıştay’a, bürokratlara çatmaz, vatandaşlarına “Ananı da al git!” filan demezlerdi. Mesela eski başbakanlardan Ord. Prof. Sadi Irmak’ın “mutluluk” konusunda söylemiş olduklarını okuyalım: “Bu sualle iki dâhi meşgul olmuştur: Birisi Kant’tır; şöyle demiştir: Üzerimde gök kubbe, kalbimde ahlak kanunu.. Oysa Nietsche’ye göre hayatın gayesi mücadeledir.. Bu savaş sonunda güçlüler ayakta kalacak ve üstün yeni bir nesil doğacaktır.. Nietsche’nin akıl sağlığına tam malik bir filozof olduğunu söyleyemiyoruz... Aslında saadetin anahtarı, insanı bütün kusurlarıyla birlikte sevmektir.. İnsanın mizacında kolay kırılmaya ve karamsarlığa doğru bir meyil vardır.. Bununla savaşılmalıdır.. İnsan bir eser meydana getirince mesut olur.. Sevmek, insan arızalarını giderici unsurların başında gelir.. Başarıya ulaşmak için hedefi çizmek ve hedef yolunda yürürken zorluklardan yılmamak, maddeye esir olmamak gerekir!” İnsanoğlunun mutluluğu konusunda böyle ayrıntılı düşünmüş olan bu devlet adamımız şunları da söylemiştir: “Mutluluk, vücut sıhhatinden kaynaklanır.. Bütün sinirliliklerimizin, bedbahtlıklarımızın arkasında çok defa bir sıhhat arızası gizlidir... Bunu bulup savaşmak saadete götürür..” O ince düşünen, güzel konuşan eski politikacılardan bu yana ne değişti de biz bu hale geldik? Birçok şey değişti ama bütün sinirliliklerimiz, mutsuzluklarımız, sağlığımızdaki aksamalarla ilgili olduğuna ve Ord. Prof. Sadi Irmak. sağlığımızı da en çok yediklerimiz, içtiklerimiz etkilediğine göre her şeyden önce bu konuya eğilmek gerekir! Lale Apa, Esin Eden, Arman Kırım, Saime Münir, Ülkü Necipoğlu, Tijen İnaltong... Saymakla bitmez: Ne çok yemek kitabı yayımlanıyor! Oysa annelerimiz sadece Ekrem Yeğen’in kitaplarına bakıp ne güzel yemekler pişirirlerdi! Şurası kesindir: Ekrem Yeğen’in kitaplarına bakılarak yemek pişirildiği yıllarda bu kadar sinirli, nörotik, ülserli, birçok hastalıktan mustarip vatandaşımız ve politikacımız yoktu! İnsanların daha sağlıklı oldukları, politikacıların kendilerine daha fazla güvendikleri, komplekslerini günaşırı sergilemedikleri o günlerde daha az trafik kazası ve kapkaç olayı görülür, denizlerden daha çok balık çıkar ve ormanlarımız daha az yanardı: Biz birçok değerimizi bu yeni yemek kitaplarının tariflerine uygun nesneleri yedirdiğimizden yitirdik. Yeğen’in yazdığıyla bugünkü yemek kitapları arasındaki fark öyle çoktur ki... İşte bir örnek: “AlaturkaAlafranga TatlıPasta” kitabında gerek pudra şekerli, gerekse marmelatlı krep bahislerinde pişirilenlerin üstüne konyak dökülerek insanın iştahasını kabartan görüntüler yaratılabildiğinden bahsetmemiştir Ekrem Bey! Kalifornia Üniversitesi’nden Bruce Achauer’in “Alevlendirilerek sunulan yiyecek ve içeceklerle yüzleri ve bedenleri tutuşan garson ve gazino müşterileri” konusunda yazmış olduğu makaleyi okuyunca Yeğen’in niçin böyle davrandığını anlamaktayız: “Steak flambée” yani “alevli biftek” hazırlayan bir garsonun yüzölçümünün yüzde beşi, “beef brochette” hazırlayan birinin yüzde on beşi, “alevli kokteyl” sunulan bir müşterinin de ensesi yanınca Newport kentinin itfaiye sorumluları bu kazaları önkleyecek önlemler almaya başlamışlardır. Felaketlere yol açan yangınları göre göre büyümüş olan büyük yazar Ekrem Yeğen, bu nedenle Türk kadınına krep yapmayı öğretmiş, ancak krepin sunuluşundaki yakıp tutuşturma bahsinden söz açmamıştır! Şimdi felaketlerden kurtulmak için yapılması gerekenleri düşünelim: Televizyonlarda yemek tarifi yapanların Ekrem Yeğen’inkinden başka kaynaklar kullanmalarına izin verilmemeli, sonra, bu kutsal kitaptan gayrısı yasaklanmalı, korsanını basana, gizli okuyana da ağır cezalar getirilmelidir! E Berat Günçıkan Muhafazakâr Barbie’ler perasyonun adı Barbie, hedef aldığı genç kadınlar ise Barbie kuşağından. Kadın olmayı, kurallarını, normlarını bu plastik bebekler üzerinde öğrendiler büyük ihtimal. Öğrendiklerini ete kemiğe büründürüp kendilerinden bir “kadın” çıkardıklarında yine büyük ihtimal kendileri için kurulmuş çarmıhtan habersizdiler. İlk göründükleri an, aslında tükenişlerinin başladığı andı. Kimliklerini medyanın önünde giyinip, medyanın önünde soyunduruldular. Fuhuş yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındıklarında, medyanın önüne bir kurban olarak atıldılar. Emniyet müdürünün “Masum olsalardı teşhir etmezdik” cümleleri hukukun da önüne geçip muhafazakârlığın gücünü sergilerken, onlar salıverildiler. Yani masumdular. Aslında bu ilk değil, gösteri dünyası da, ahlak da kadınların üzerinde yükseliyor... İhanet, güzellik, suç, irade, güç, namus... Her şey kadınla ölçülüyor... Asıl ahlak meselesi de işte burada başlıyor... Nedenlerine ve nasıllarına ilişkin soruları Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Zeynep Direk yanıtlıyor: Medya ya da emniyet müdürü; ismi kimin koyduğunun bir önemi yok, ama “Barbie Operasyonu” toplumun hangi yüzüne tekabül ediyor? Barbie neyi simgeliyor? O bütün kadınlara dayatılan bir norm, sıradan, görünümüyle ilgili, narsisist, heteroseksüel, domestik... O, bir tür demir kafes ve yaşlanmaya, bedenin deforme olmasına hiçbir şekilde izin verilmiyor. O rekli sadist hazzın nesnesi olmaktan kurtarmaya çalışmak ve tecavüz korkusuyla yaşamak demek. Sarhoş ya da zayıf yakalarlarsa başına her şey gelir. Kadınlar zaten bu korkuyla yaşıyorlar, kendilerini güçlü hissettikleri anda bunun üstünü örtüyorlar, ama ruhlarında bu korku yine kalıyor. Bir başka olayda, bir dizi oyuncusu yanında bir erkek varken kameralar üzerine çevrilince yüzünü saklamaya çalıştı, başka türlü davranma, başını dik tutma şansı yok muydu? O, toplumsal ahlak açısından evli bir adamla birlikte olduğu için yargılandı, ama asıl etik problem adamdı. Çünkü onun başka birisine verdiği, ihlal ettiği bir söz vardı. Gerçek problem, bizim onun yerine Sanem’i problem etmemiz. İkiyüzlü toplumsal ahlak bizi o kadar yutmuş durumda ki... Başını dik tutarak etiği ihlal eden tarafı, yani erkeği gösteremez miydi? Bu feminist bilinç eksikliği, ama sadece onda eksik olan bir şey değil. Bunlar Türkiye’de genç kız ve kadın olarak yaşarken bedenimize eklenmiş alışkanlıklar. Onlar nedeniyle başımızı eğiyoruz. Başını eğmemek için kendini çok iyi gözlem Ama hakikat kadını öldürüyor, bedel kadın için ölüme kadar uzanıyor... Hakikat yalnızca eşitler arasında olabilir. Farklılıkta eşit olmak gerekir ki bir hakikat sürecine iki kişi olarak girebilelim. Ataerkil bir eşitsizliğin hüküm sürdüğü bir kurumda hakikat sürecine girilebileceğine inanmıyorum. GÖRÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM! Girilemiyor zaten... Kendine dürüst olmak, kendinle ilgilenmek, kendinden kaçmamak çok önemli. Tüm bu gündeliklik ve medya, kendinden kaçmaktan başka bir şey değil. Onu seyretmek kendinle yüzleşmemek, özgürleştirici sonuçlar doğurabilecek gerçek endişelerin içinde durmayı denemenin yerine kafa dağıtmayı koymak demek.. Gündeliklik neredeyse sadece görünür olmaktan besleniyor artık, sanki görünmediğin takdirde var değilsin... Görünmek artık varoluşsal bir mesele haline geldi; şimdi “Görünüyorum öyleyse varım”ı yaşıyoruz. Bu görülme halinden en zararlı çıkan yine kadın oluyor, son olayda gözaltına alınan mankenlerden biri iş anlaşmalarının iptal edilmesinden yakındı... Bu görünürlük öyle bir şey ki rezalet olarak algılanan bir şeyin içinde görünseniz bile sonunda prim yapabiliyor. En kötü durumda görünmek bile hiç görünmemekten iyi oluyor. Böyle bir paradoks var. Bütün bu operasyonlar da bununla ilgili bence, parası olan birtakım adamlar ünlü kadınlarla birlikte görülmek istiyorlar, bu onların toplumsal statüsünün bir parçası oldu... Yani erkek parasını kadının “ahlakı” üzerinden görünür kılıyor... Toplumsal ahlak ile etik arasında bir ayrım yapmalıyız. Etik, toplumsal ahlakın eleştirilmesidir. Bu manada feminizm de etik bir pozisyondur. Benim açımdan etik başkasına saygı, başkasından sorumlu olmak kadar söz vermekle, verdiği söze sadık kalmakla, insanın söylediği ile yaptığının birbirini tutmasıyla, kendisine ihanet etmemesiyle ilgili bir mesele. Kadın bedeni üzerinden tanımlanmaması gerekli, ama cinsellikle hiç alakası yok değil, sonuçta birisiyle cinsel ilişki kurduğumuz zaman, ona nasıl bir söz verdiğimizin ve o söze sadık olmanın önemi var. Verdiğiniz söze sadık olamayacağınızı düşünüyorsanız, bunu söylemek, ortaya koymak ve bedelini ödemek lazım. Yani etik bir cesaret meselesidir... Bu anlamda kadının kadına yüklediği değerleri mi yıkmak daha zor, erkeğin kadına yüklediklerini mi? Kadının kadınla ilişkisi çok zor. Ataerkilliğin hüküm sürdüğü kültürlerde öncelikle yasaklanan ilişki anne ile kızın, kadın ile kadının ilişkisidir, bütün bu sistemin sürmesinin koşulu kadının kendi cinsine ihanet etmesidir. Dolayısıyla kadınlığı tekrar değerli kılmak için birbirimizle ilişkimiz üzerine çalışmalıyız. Kadınların birbiriyle ilişkisi çok değerli ve çok özen gösterilmesi gereken bir ilişkidir. Erkekkadın ilişkisi de ancak kadın olmak değerlendiği zaman mümkün olacaktır. Öncelikle kadın kimliğinin ne olduğunu bilmek, farkına varmak gerekiyor... İcat etmek gerekiyor, hepimiz sürekli bir eleştirinin ve dekonstrüksiyonun içinden geçerek kadın olmanın ne demek olduğunu tekil bir şekilde icat edeceğiz, keşfedeceğiz. Bu yolu en çok kadınların kadınlarla birlikte olması açacak diye düşünüyorum. Kadınlar belki birbirlerine şüpheyle bakarlar, ama bunu açıkça da konuşabilirler, bu manada kadınlar arasında yüz yüze kaldıklarında konuşabildikleri dürüst bir dil var, bu dil onların kendilerini keşfetmelerine yol açabilir. BEDENİN KURBAN EDİLMESİ... Malum operasyonla bir şekilde ete kemiğe büründürüldü Barbie... Evet, burada toplumsal cinsiyet normları ve mekanizmaları medya üzerinden işletiliyor, hatta muhafazakârlık yeniden üretiliyor. Bu kadının bedeniyle ilişkisine de dokunup onu bozmuyor mu? Elbette, kadın olarak var olmak, eskiye göre çok daha ağırlaştı, zorlaştı. Artık birtakım normlara uyması gereken bedenler, bunun için sürekli kesip dikilen, tanınmaz hale gelen kadınlar var. Sıfır beden diye bir kavram çıktı. Tüm bu yiyememe, açlık, kusma gibi sıkıntılar bedenin dengesini bozdu. Bu hasDr. Zeynep Direk. talıktan başka bir şey üretmez, ama bu dayatılıyor ve hiç sorgulanmıyor. O görünürlük alanı içinde üretilen barbie’ler de yaşayan bedenlerin kurban edilmesinden lemek lazım, özgürleşme hayatın her anında davranışları debaşka bir şey değil. Bedene karşı saygı ve kişisel sorumlulu ğiştirmekten geçiyor. Bunu da hep beraber yapmak lazım. ğun kaybolduğu bir alan geliyor. Kolların, bacakların, etlerin Bu tür olaylarda söz sonunda “eş” kadına kalıyor, o da birbirine karıştığı bir tür teknolojik orji. “o” kadına yükleniyor... Bu barbie’lerin bir de seyircileri var, neden seyrediyorlar? Evlilik bizim ülkemizde çamaşır suyu gibi. Neden medyaHayatımızın sahte pozitifliğini kuruyoruz böylece. Eleşti daki kadınlar, barbie’ler evlenmek istiyor, çünkü içine girdirel manada negatifliğimizi kaybetmişiz, hayatımızı saf bir ğiniz an o kurum tüm geçmişi silmeye muktedir. Sizi aklıyor, olumluluk içinde yaşadığımıza ikna olabilmemiz için medya toplum nezdinde bir kutsallığı var. Aslında iki yüzlü toplumdaki olumsuzluk ve şiddeti izlemeye ihtiyacımız var. Ekran sal ahlakın bir kurumu evlilik. Aldatma meselesi de bunu daki barbie’nin maceralarını izlemek de kendimizden kaçma gösteriyor, erkeğin yalanları affediliyor, suçlu öteki kadın olumızı sağlıyor, hayatımızda kötü olanı görüp sorunu çözmek yor. Eğer poligamik bir ilişki istiyorsan, bu hakkı kendine isyerine, sakinleştiriyor ve tahammül etme gücü veriyor. tiyorsan, eşine de ver, ama Türk erkeği bunu yapmıyor. Oysa bu seyredilenler, özellikle de kadın açısından son deKonu gelip aşka dayanıyor, görülür kılınan da, izleyen de rece can yakıcı, örneğin iki sarhoştan biri kadınsa, erkeğe kendince bir aşk tasavvuru yapıyor, bu bir saklanma mı? gösterilen kabulden yararlanamadığı gibi, teşhir ediliyor, küSonuçta aşk bir hakikat sürecidir. Evlilik de aşkla birlikte çümseniyor, yargılanıyor, neden? sürebilir, ama hakikat sürecine sadık olmak vardır aşkta. SaMedyanın yarattığı kadın figürleriyle kurduğu sadist bir iliş dık olunamayacaksa bunu yine başka bir hakikat sürecine giki var. Kadınlar önce bir arzu nesnesi olarak kuruluyor, be rerek ifşa etmek lazım. Ben aldatmaya karşıyım, insanın kendenleri, yaşamları yüceltiliyor sonra da sadist bir hazzın nes disini aldatmasına da, başkasını aldatmasına da karşıyım. nesi haline getiriliyorlar. Bence bu, erkek cinselliğinin sınır Açık ve dürüst olup, bunun bedelini ödeyelim. Günümüzde tanımazlığının teknolojik ortamdaki ifşasından başka bir şey ikiyüzlü toplumsal ahlakın kurumu olarak evlilik bir şirket oldeğil. Türkiye’de kadın olarak büyümek demek, kendini sü duğu için ayakta kalıyor. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle