02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 12 ŞUBAT 2006 / SAYI 1038 Ayrılık Çeşmesi Sokağı, komşuluk ilişkilerinin sürdüğü nadir mahallelerden biri, sıcak ve samimi... Ancak son günlerde bir hüzün kol geziyor mahallede çünkü evler metro yapımı için yıkılacak... Kar yağarken... Ataol Behramoğlu ir İstanbul sabahında kar, tipiye dönüşmekle dönüşmemek arasında, hafifçe savrularak yağıyor. Pencereden, düştükleri tuzaktan kurtulmak için çırpınan birkaç araç görünse de, İstanbul bu kez gafil avlanmadı sayılır. Fakat yine de, bu kentin insanı için kar bir mutluluk değil. Medyamızca kara yeni bir lakap da armağan edildi: “Beyaz felâket”... Halk uzun ve çetin geçen kış koşulları için güzel bir deyim bulmuştur: “kara kış”... Fakat atasözlerimiz ve deyimlerimiz arasında “kar” sözcüğüyle “felâket”i bir araya getiren bir söz var mıdır, pek sanmıyorum. Buna karşılık “kar gibi ak” sözü, dürüstlüğü ya da lekesiz aklığı betimlemede anlam gücü en yüksek deyimlerimizdendir... Bu günün İstanbullusu kardan korkuyor. Haksız da değil. Çünkü yaşam duruyor. En başta da trafik. Bunda, özel aracından vazgeçemeyişiyle kendisi ne kadar kabahatli, ayrı konu. Şu son karlı günlerde, özel araçların azalmasıyla trafikte rahatlık yaşandı. Caddelerin ıssızlaşması çocukluğumun kışlarını ve kar mutluluğunu duyumsattı... Yaşamımın ilk sekiz yılını yaşadığım Kars’tan, kışa ve kara ilişkin hiçbir olumsuz duygum, hiçbir kötü izlenimim yok. B Ayrılık Çeşmesi Sokağı İkbal Kaynar G ünışığı yeni vurmuş Ayrılık Çeşmesi Sokağı’na. Evlerin karşılarındaki minik bahçelerde ağaçların dallarına çiğ düşmüş hafiften... Ben bir arka sokakta oturuyorum, ama en büyük düşüm bu sokakta oturmaktı. Çünkü insana yaşama sevinci veren bir havası var Kadıköy Yeldeğirmeni’ndeki bu sokağın. Minik bahçelere kurulan masalarda içilen çaylardan, kahvelerden ben de yudumlamak isterdim. Evler restore edilse de “Ben ne günler gördüm, nelere tanık oldum” der gibi gülümsüyor yüzünüze. Evlere daha alıcı gözle bakarak yürürken Güner Vuranel her zamanki gibi evinin önünde köpeği Cango’yla konuşuyor. “Günaydın” diyorum ve ev isteğimi dile getirdiğimde “Tebligat geldi, metro için buralar 44 numaralı eve kadar yıkılacak” deyince düşlerim suya düşüyor ve ne zamandır yazmayı ertelediğim bu sokağa ilişkin yazıyı hemen yazmaya karar veriyorum. Öyle ya, artık hep anılarda kalacak yapılan sohbetler, evde tuz bitince komşudan istenilen tuzun ve bir fincan kahvenin keyfi. Başlıyoruz Ayrılık Çeşmesi’nin ve adı verilen bu sokağın tarihçesinden, buradaki dostluklardan, komşuluk ilişkilerinden. Vuranel altmış sekiz yıllık İstanbullu olarak uzun yıllardır bu sokakta oturuyor eşiyle ve Cango’yla birlikte. Sigorta emeklisi. “Eskiden askere ve hacca giden Hasta olduğumu bile anımsamıyorum. Tersine, çocukluğunu benim gibi Kars’ta yaşamış ve yaşamakta olanların pek iyi bildikleri hastane yokuşundan Kars çayına kadar kızakla uçarcasına inmek bu çocukluğun en güzel anılarındandır. Sonraki yılların kentlerinde de kar bir mutsuzluk nedeni değildi. Yedek subaylığımın bir bölümünü yaptığım Malazgirt’te, uçurum gibi tepelerden, altı düzleştirilip kayganlaştırılmış tahta parçalarını ayaklarına bağlayıp kayakmış gibi kullanarak aşağıdaki düzlüklere doğru uçup giden yöre çocuklarını unutamam... Olanak sağlansa, onlar arasından dünya kayak şampiyonları çıkmasının işten bile olmadığını düşünürdüm... Başta Moskova olmak üzere, başka ülkelerin gerçek kar kentlerinde de yaşadım. Hiçbir yerde, kar’ın bizim bu İstanbulumuzdaki gibi günlük yaşamı böylesine olumsuz etkilediğini görmedim. Böylesine kötülendiğini, “ak”lığının (sanki eroini tanımlar gibi) “felâket”le birlikte anıldığını işitmedim... Bir İstanbul sabahında kar yağarken, kendi adıma, hiç de mutsuz değilim. Yazıyı bitirecek ve ilk fırsatta kendimi sokağa atacağım. Araba teröründen arınmış, çocukluğumun ya da gerçekten uygar büyük kentlerin sokaklarını anımsatan caddelerde ve sokaklarda, adımlarımın altındaki karları tıpkı çocukluğumdaki gibi çıtırdatıp gıcırdatarak yürümek için... “Kâr günü”nün boğuntusundan bir ölçüde de olsa arınmış bu güzelim “kar günü”nde... [email protected] Sokağa adını veren Ayrılık Çeşmesi... (Fotoğraflar: ALİ KILIÇ) ler yemeklerini Ayrılık Çeşmesi önünde yerler, buradan yola çıkarlarmış” diyor. İki üç ev ilerde oturan Emine Hanım da doğma büyüme İstanbullu. Bu sokakta doğmuş. O da komşuluk ilişkilerinin eskisi gibi sürdüğünü, bütün anılarının burada geçtiğini söylüyor, ayrılığın acısını şimdiden içinde duyarak. Bugünkü adı Ayrılık Çeşmesi olan bu sokağın adı 1922’li yıllarda Paris Mahallesi imiş. Günümüzdeki sakinliğine karşın o günler oldukça hareketliymiş. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal kuvvetleri İstanbul’a girdiğinde İngilizler tarafından Galata’daki genelevlerden getirilen kadınların oturduğu bir yermiş. Kadınlar ekonomik durumlarına göre üç gruba ayrılıyormuş. Birinci gruba girenler tatil günleri olan Perşembeleri faytonlara kurulur, beyaz şemsiyelerini açarak Kadıköy’e giderlermiş. İkinci gruptakiler şık kıyafetler Güner Vuranel ve Emine Hanım... giyip yürüyerek giderlermiş, fakir olanların ise kıyafetleri diğerlerine hiç benzemiyormuş. Bunlar ayaklarındaki takunyalarla alışılmamış ke ve Medine ahalisine gönderilen hediyelere, bu hediyegürültü yaratırlar, bazen de saç saça, baş başa dövüşürler leri taşıyan kafileye de Surre Alayı deniyor. 1864’e dek kamiş. Bu değişik, renkli sahneleri izlemek isteyenler Hay radan develerle ve katırlarla gönderilen Surre Alayı, bu darpaşa yolu üzerindeki evlere konuk olarak gelirlermiş. tarihten sonra deniz yoluyla, daha sonra da trenle göndeFakat bir gece kadınlar kafayı buldukları bir sırada aşa rilmiş. Onlara neler gönderildiği Surre defterlerine kayğıdan geçen treni taşlayıp, günlerce bu olay Kadıköy’de dedilirmiş. Oralarda henüz petrolün bulunmadığı, “Mekonuşulunca alınan bir kararla uzaklaştırılmışlar, böyle dine dilencisi” tanımlamasının çok geçerli olduğu o günlerde hacca giden, gitmeyen herkesin hediye emanet etce Paris Mahallesi bu özelliğini yitirmiş. tikleri bu alayın önemi büyükmüş. İlk kez Abbasi halifesi Mehdi zamanında başlayan bu gelenek sonraki yüzyıl300 YILLIK GELENEK: SURRE ALAYI larda Mısır’ın hâkimi olan Fatimiler, Eyyubiler ve MemSokağın başındaki Ayrılık Çeşmesi’nin başı ise her za luklularla devam etmiş, Yavuz Sultan Selim’e dek uzanman kalabalıkmış o sıralar. Çeşmeden su içenler fazla ol mış. Başını ihtişamla süslenmiş bir devenin çektiği bu kermazmış, çünkü merkeplere astıkları sopaların ucundaki vandaki hediyeler arasında el yazması Kuranlar, altın gükovalara su dolduran suculardan onlara pek sıra gelmez müşlükler, süslü şamdanlar, kandiller ve halılar... yer alımiş. Sıra kavgaları çok olur, bazen de kafa göz yarılırmış. yormuş. 1915 yılına dek (üç yüz yıl) sürmüş bu gelenek. Bir adı da Ahmet Ağa Çeşmesi olan bu çeşmenin üstün 1919 da hediye gönderme sona ermiş, 1924 yılında da resde Osmanlıca; “Geldi bir hayır ehli tarihin, dedi/Pak ih mi olarak son bulmuş. Bundan sonra bakalım Ayrılık Çeşmesi nereye yerleştiya eyledi Ahmet Ağa” anlamında 1741 yılına ilişkin bir yazı var. 1921 yılında Dürriye Sultan adına tamir ettirilen rilecek ve nelere tanıklık edecek. Acaba yine önünden ayçeşmenin tamir kitabesinde ise “Dürriye Sultanın ruhu rılıp gidenlere el sallayacak mı? çün El fatiha” yazıyor. Kaynak: Kadıköy Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları (1) Suculardan başka o zamana ilişkin diğer önemli bir owww.beyan.com lay da Surre Alayı’nın bu çeşmeden ayrılması. Surre Mek Zorunda bırakılmak Aylin Kotil dalet Bakanlığı’nın son hazırladığı tasarı taslağına göre kadınların kızlık soyadı ile kocanın soyadını birlikte kullanması uygulamasına son verilecek. Okuduğuma göre düzenlemenin maddeleri de şöyle: Kadınların kocalarının soyadları ile birlikte kendi soyadlarını kullanma olanağı kaldırılıyor. Sadece kendi soyadını kullanmak isteyen kadının bu talebini ya evlenmeden önce ya da nikâh sırasında beyan etmesi gerekecek. Tasarı ancak yürürlüğe girdikten sonra yapılacak evlilikler için uygulanacak. Yıllar önce kadınlarımıza Avrupalı kadınlardan da önce birçok ilkleri yaşatan o zamanki devlet yöneticileri ile şimdikilerinin farkını sanırım bu son taslak bir kez daha ortaya koydu. Hem eşlerimizin hem babalarımızın soyadını taşıma özgürlüğümüz elimizden alındığı gibi, bizlere zorla bir şeyler yaptırmaya çalışıyorlar. İkisinden birini seçeceksin diyorlar. Türkiye şartlarında kaç tane kadın evlendikten sonra “Sadece kızlık soyadımla hayatıma devam etmek istiyorum” diyebilir? İki soyadını birlikte kullanmak A isteyen kadın arkadaşlarım, çok medeni diyebileceğimiz eşlerinin bile bu durum karşısındaki gönülsüzlüklerini anlatmışlardı. Bir bölümü “şimdi durduk yerde tatsızlık çıkmasın” diyerek vazgeçmiş, bir bölümü ise belli bir süre sonunda (erkeklerin buna alışabilmesi için gereken süre geçtikten sonra) iki soyadını birden kullanabilmişti. Bir kez daha soruyorum, iki soyadını birlikte kullanan kadınlarımız zaten oldukça azken, bunlardan kaç tanesi sadece kızlık soyadını kullanabilecek? Ayrıca neden bir seçim yapmak zorunda kalınsın? Kadın severek evlendiği kocasının soyadını taşımak istiyorsa ama bunun yanında geldiği aileyi simgeleyen kızlık soyadını da kullanmak istiyorsa bir kaos ile karşı karşıya neden kalsın? Benim anlamadığım, Adalet Bakanlığı’nı böyle bir konunun neden rahatsız ettiği? Nüfus cüzdanlarını yazarken mi bir problem çıkıyor? Ya da bizim bilemediğimiz ne tür bir sorunla karşılaşıldı da bu uygulama değiştiriliyor? Bizim için çıkarılan kanunların gerekçesi neden bize açıklanmaz da sadece uygulatılır? Neden her şey burnumuza dayatılır? Neden ‘değiştiriyorum, o kadar!’ mantığıyla hareket edilir? Bu yüzyılda bunları anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Hayır, diyelim ki bazılarımızın tepesi attı, sadece inat olsun diye kızlık soyadını kullanacak, ama onu da yapamıyoruz, çünkü kanun yürürlüğe girdikten sonrakileri kapsıyor. Yani verilmiş hak elinizden alınıyor ama yeni haktan(!) da faydalanamıyorsunuz. Bu, nasıl bir uygulamadır? Mantığı nedir? Okuduğum günden beri anlamakta güçlük çekiyorum. Bu tasarı yürürlüğe girerse sırada hangi tasarı olacak doğrusu onu da merak ediyorum. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne bir şey kalmadı. Bu tasarıyı hazırlayanlar, basın mensuplarının önünde kadınlara kırmızı gül dağıtırken belki bir zahmet kadınları ilgilendirecek bir sonraki tasarıyı da açıklarlar. Ya da çiçek alacak olan kadınlardan biri çıkar da soruverir onlara “nedir şu soyadı meselesi?” diye! Ben ikinci şıktan daha çok ümitliyim. Çünkü sonuçta bizler Avrupalı kadınlardan çok daha önce tanıştık haklarla. En azından o günlerin hatırına kadınlar ayaklanır diyorum. [email protected] CUMHURİYET 12 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle