02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 28/12/06 15:02 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 31 ARALIK 2006 / SAYI 1084 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Utanın... Ataol Behramoğlu B u yazı yayımlandığında ölüm orucundaki Behiç Aşçı ne durumda olacak, bilmiyorum. Adalet Bakanlığı F tipi hücrelerde koşulların düzeltilmesi, insanileştirilmesi için herhangi bir adım atmış olacak mı, bu da belli değil. Bildiğim şey, 1922 Aralık 2000’den bu yana, demek ki altı yıldır, tutukluluk ve mahkumiyet adı altında, yüzlerce insana kesintisiz hücre işkencesi uygulanmakta olduğudur. Bu altı yıl içinde, 122 tutuklu ve hükümlü bu hücrelerde yaşamını yitirdi, 600’ün üstünde tutuklu ve hükümlü sakat kaldı. Kimdir bu tutuklu ve hükümlüler? Onlara terörist deniyor. DSP’nin iktidar ortağı olduğu günlerde, bu konuda düzenlenen bir toplantıda, dönemin DSP’li Adalet Bakanı’na sormuştum: Bu hükümlülerden kaç tanesi, cinayet suçundan tutuklu ya da hükümlüdür? Kaç tanesi elinde silahla yakalanmıştır? Sorularıma yanıt alamamıştım. Bu soruları bu gün de yineliyor, kaçamaksız yanıt bekliyorum. Kimdir terörist? Silahlı eyleme dönüşmeyen, düşünce aşamasındaki herhangi bir görüş, “terörizm” olarak nitelenip suçlanan kişi ömür boyu hapis cezalarına çarptırılarak ölüm hücrelerine kapatılabilir mi? Ölüm hücreleri, evet. Günümüzdeki Adalet Bakanı ve maiyetinin lüks otel odalarına benzetmede ağız birliği etmiş oldukları bu cezaevi odalarının ölüm hücreleri olduğunda kuşkum yok. Bakınız, Sennur Sezer şiirin diliyle nasıl betimliyor bu hücreleri ve orada uygulanmakta olan “ceza”yı: Tüketicinin ilk dostu... Fatma Koşar slında mimar. 1968’in politik ortamında, hep hayalini kurduğu gazeteciliğin peşine düşmeseydi, belki de İstanbul’un kentsel sorunlarını tartışacaktık onunla. Ama o hayallerinin peşinden gitti, çevresindekilerin “deli misin sen” diye sormalarına aldırmadan gazeteci oldu. Meral Tamer’in çalıştığı ilk gazete Yeni Ortam’dı. Uğur Mumcu, Oya Baydar, Ali Sirmen, Aydın Engin’le çalışırken kafasında hep Cumhuriyet’e girmek vardı. Girdi de. Almanca ve İngilizce biliyordu, Cumhuriyet’teki ilk gün Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron’un ölüm haberini yazdı. 15 gün sonra da Kıbrıs Harekâtı başladı. “Kıbrıs Harekâtı ile birlikte Türk basınında ilk kez Cumhuriyet’te arka kapaktaki spor sayfalarının yerine dış haberler girmiş” diye hatırlıyor Tamer: “Sayfaları Hasan Cemal hazırlıyor, ben de çevirileri yapıyordum. Ay sonunda aldığım para iki misline çıkarıldı ve o günlerde en az iki yıl beklenmesi gereken kadroya dokuzuncu ayımda alındım. Ardından 200. yıldönümü çerçevesinde karavanlarla ABD’yi gezdim. ABD’ye gittim. Benim için artık yepyeni bir hayat başlamıştı”… Bu başlangıçtan sonra pek çok ilke imza attınız, bunlardan biri de “Tüketici Köşesi”. Bu fikir nasıl gelişti? Tüketici Köşesi’ne 1982’de, Kenan Evren sıkıyönetiminde, Cumhuriyet’in kapatıldığı günlerden birinde karar verdik. Ben hiç istemedim, Hasan Cemal ve Osman Ulagay’ın neredeyse “silah zoruyla” yapmaya başladım, ama kısa sürede çok popüler oldu. Tüketicinin tukaka olduğu bir dönemde halkın ihtiyacına yanıt vermiştik. TRT’de program istedi, orada da yapmaya başladım. Ayrıca ekonomi muhabirliği de devam etti. Ekonomide muhabirdim, tüketicide ise hızla otorite olma yolunda ilerliyordum. İki köşesi olan ilk gazeteciyim. Bir de kulis köşem vardı ve orada da muhabirlik ön plandaydı. Tüketici, gazeteci Meral Tamer’le sesini duyurdu. Böylelikle üretime de bir kalite ve sağlamlık geldi. Cumhuriyet’te başlattığı köşesini bugün Milliyet’te sürdürüyor Tamer. Gazetelerin ekonomi sayfalarına “PR şirketlerinin oyuncağı” olarak bakıyor. Eski Cumhurbaşkanı Demirel’le davası ise AHİM’de... A Yıllardır okurla içli dışlısınız, yorulmadınız mı, bıkmadınız mı? Aslında her şeyden sıkılan, çabuk bıkan bir yapım var, ama gazetecilik her gün kendini yenilemen demek. Her 24 saatte önünde yepyeni, bomboş bir sayfa açılıyor. Hiç monotonluğu olmayan, her dakika bir şey öğrenilebilen bir meslek gazetecilik. Özetle hiç bıkmadım. Ben bu işi çok sevdim, yüreğimi verdim, sonuçta bu işten para da kazanıyorum. Hem hobini yapacaksın, hem de para kazanacaksın ve hayatını hobini yaparak geçireceksin, böyle bir lüks var mı? Terzi kendi söküğünü dikemez denir ya... Behiç Aşçı... “İnsanı kendi sesine kapamak, Kapamak yapayalnızlığına. Azaltmak insanlığın bir yanını, Düşü, yüreği, aklı koparmak. Adı ne olursa olsun tek anlam taşır: İşkence.” Günümüzün Adalet Bakanı, hapisteki kişinin eninde sonunda bir suçlu olduğu ve cezasını çekmesi gerektiğini söyleyerek F tipi uygulamasını savunmaya çalışıyor. Sennur Sezer’in şair ve insan vicdanı, “F Tipi Cezaevleri İçin İtirazımdır” başlıklı şiirinde, böyle bir uygulamanın “ceza” değil "işkence" olduğunu söylese de… Bir Adalet Bakanı düşünün, “ceza” ile “işkence” arasındaki ayrımdan habersiz. Bir ülke düşünün, bir hukuk adamı böyle bir anlayış karşısında hukukun (aklın ve vicdanın) artık işe yaramadığını görerek yaşamını ortaya koyuyor. Dünyanın neresinde, hangi uygar ya da uygar olmayan ülkede, cezaevlerinde (ve aynı konuyla ilgili olarak cezaevi dışındaki ölümüne açlık eylemlerinde) ardı ardına bu kadar can yok olmuştur? “Üç kapı üç kilit” önerisinin yaşama geçirilmesi bu kadar mı güç? Bu ülke kendi insanlarından bu kadar mı korkuyor? Çoğunluğu silahlı eyleme, herhangi bir öldürme olayına karışmamış ve çoğunluğu çok genç bu insanlar, dünyanın acaba başka hangi ülkesinde “terörist” olarak nitelenip bir ömür boyu ölüm hücrelerine kapatılıyor? Sennur Sezer’in dizelerini sadece sorumlulara değil, bu konuda yeterli duyarlık göstermeyen herkese yöneltilmiş sayıyorum: “Ey karar gücü, ey eli kalemli bir dakika dur Kapa göğe pencereni, Sesini kapa sevdiklerinin. Kapan kendi ayak sesine, Bir gececik, bir gececik dene Hücreyi savunmadan önce Dene ıssızda bir ot olmayı, Akmayı bir dere nasıl çölde akarsa, dene. Sonra konuş, Sesin kalmışsa, Bakabiliyorsan aynada yüzüne.” [email protected] 1985 yılıydı. Kayınpederim yeni çıkan şeylere çok meraklıydı, bize evlilik hediyesi olarak Ardem’in (Koç’un o dönemdeki fırın tesisi) yeni çıkan bir fırınını alıp getirmiş. Kullanalım dedim, ama bozuk çıktı. Okurun derdiyle boğuşurken, fırın için servisine bir telefon etmek bile aklıma gelmedi. Bir gün, 3040 kişilik bir gazeteci ekibi Ardem’in Bolu’daki fabrikasına davet edildik. Genel müdür fırınlarını anlata anlata bitiremedi ve bana dönüp, “Eh en kıdemli gazeteci Meral Hanım’a soralım, siz böyle bir fırın evinizde olsun istemez misiniz?” diye sordu. Cevabımı herhalde tahmin edebiliyorsunuz: “Hayır. Çünkü var ve bana kan kusturuyor!” Ardem’in bütün hazırlığı, tanıtım toplantısı bir anda sıfıra indi tabii, ertesi gün de fırın tamir edildi ve sorun çözüldü. Bu “lüks” inancı mı, gazetecilerin reklamlarda görünmesine karşı çıkmanızın nedeni? Bu çıkışınızdan olumlu da bir sonuç almıştınız. Şirketler yıllarca toplantılarına sanatçı getirmedikleri takdirde gazetelere haber olamamaktan yakındıktan sonra beşaltı yıl kadar önce reklamlarına gazetecileri çıkartmaya başladılar. Gazetecilerin ardı ardına şirket reklamlarına çıkması üzerine ben bir kampanya başlattım ve şiddetle itiraz ettim. Pek çok gazeteci arkadaşım da “ekmek paramızla mı oynayacaksın” diye bana hücum etti. Beni destekleyen gazeteciler de oldu, çok ağır yazılar kaleme alanlar da... Baktım ki olmuyor, bu sefer teker teker reklam verenleri aradım: Koç’un reklamı için Suna Kıraç’la, Esbank’ın reklamı için Yavuz Zeytinoğlu ile görüştüm, onları ikna ederek gazetecilerin o dönemde reklama çıkmalarına engel oldum. Sonra yine çıkanlar olmuştur belki, ama bence bu konuda dipten dönüldü. Bugün gazetelerin ekonomi sayfalarında reklam verenin etkisi haberlere hangi oranda yansıyor? Ekonomi sayfaları PR şirketlerinin elinde oyuncak oldu. Bir buzdolabının lansmanı Kuzey Kutbu’nda yapılabiliyor! Ben de iş seyahatlerine gittim, ama hep seçerek gittim. 32 yıllık gazeteciyim, ne Japonya’yı gördüm ne de Çin’i. Gittiğim yerler hep haberin olduğu yerler oldu. İngiltere, Fransa, Almanya... Burada işverenler ve PR şirketleri kadar, gazete yönetimlerinin de sorumluluğu var kuşkusuz. Sen o kıymetli gazete sayfalarını ciddi haber kovalamak yerine bu şekilde harcarsan, ondan sonra da benim gazetem niye okunmuyor diye yakınmaya hakkın olmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde süren bir davanız var. Mahkemeye gittiniz mi? Ne aşamada? “Depremin baş sorumlusu Demirel” yazımdan sonra Cumhurbaşkanlığı’na hakaret gerekçesiyle Adalet Bakanlığı beni dava etti, yargılandım. Cumhurbaşkanı’na hakaret para cezasına çevrilemediği için 16 ay hapis cezasına çarptırıldım. Temyiz talebi reddedildi, Yargıtay’ca onandı, ve ben sabıkalı vatandaşlar arasına katıldım. Türkiye’de iç hukuk yolları tükenince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gittim. Türkiye devleti, mahkum olacağını anladığı için, üç ay kadar önce 10 bin Avro tazminat ödemeyi önerdi ve uzlaşma teklifi getirdi. Ben kabul etmedim, Türkiye’de o dönemde ve tabii ne yazık ki bu dönemde de fikir özgürlüğünün olmadığını, Avrupa hukuku nezdinde tescil ettirmek istiyorum. Yılın son günü... Aylin Kotil B ugün yılın son günü. Sonlar hüzünlü olur genelde. Başlangıçlar da umutlu ve mutlu. Bu son hüzünlü değil, her yerde tatlı bir koşuşturma var. Çünkü bu son yeni bir başlangıcın habercisi aslında. Umudu vardır her insanın, istekleri… Hep içindedir, genelde boş kaldığı anlarda aklına gelir. Yeni bir yıl bu isteklerimizin kendi kendimize mırıldanmamızdan çok, daha yüksek sesle söylenmesine sebep olur. Yeni bir yılın başlangıcında her zaman içimizde olan umutlar ve isteklerin gerçekleşme ihtimali sanki daha çok olacakmış gibi gelir. Belki de sırf bu yüzden herkes en sevdiğiyle olmak ister o akşam, tüm yılı birlikte geçirme düşüncesiyle. Yeni yılda sabahları uyandığımda sağlıklı olduğum için şükretmek istiyorum. İşyerime gittiğimde gülen yüzlerle karşılaşmak istiyorum. Kahvemi yalnız içmektense paylaşabileceğim insanlar olsun istiyorum etrafımda. Nasılsın diye telefon açacağım ya da ziyaret edebileceğim, hatta bazen akıl danışabileceğim aile büyüklerim hayatta olsun istiyorum. Sevdiğimi düşünmek, sevildiğimi şüphesiz bilmek istiyorum. Hava güzelse bir yakadan diğerine vapurla geçmek istiyorum. Oğlum okuldan geldiğinde onu kapıda karşılamak, yaptığım kurabiyelerden birlikte yerken bana gününün nasıl geçtiğini anlatmasını istiyorum. Yarasına her zaman merhem olamasam da derdi olan arkadaşım için omzumu hep boş bırakmak istiyorum. Mutluluğunda ise beraber gülmeyi. Yemeklerin bahane olduğunu, çayla simidin dost ile paylaşıldığında dünyanın en güzel yemeğine değeceğini hiç unutmak istemiyorum. Ülkem için de istiyorum birçok şey. Töre cinayetlerine rastlamak istemiyorum artık gazetelerde. Sanata farklı gözle bakıp sürekli altını kurcalayan insanlar da olmasın istiyorum ülkemde. Kız erkek hep birlikte gitsinler okula istiyorum. Aynı topraklar üzerinde Kürdü, Lazı, Abazası, Mohdisi, Alevisi, Sünnisi, Hıristiyanı, Musevisi, dünyaya çok kültürlülük böyle yaşanır diyebilsin istiyorum. Hukukun üstünlüğüne ve laikliğe inanan bir Cumhurbaşkanı seçilsin tekrar, istiyorum. Sol da birleşsin. Hatta çözüm üretip kendini ifade edebilsin istiyorum. Çok fazla oldu bu sene isteklerim galiba. Dedim ya bu dilekler aslında hep var içimde, ama yılbaşı olunca nedense kabul göreceği ümidi daha çok arttığı için heyecanlanıp sesimi biraz daha yükseltiyorum. Belli mi olur, bu sene bayram da aynı zamanda, belki gerçekleşir hepsi. Gönlünüzden geçen tüm isteklerin gerçekleşeceği bir yıl diliyorum sizlere. Mutlu yıllar, iyi bayramlar. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle