02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 5 28/12/06 14:58 Page 1 PAZAR EKİ 5 CMYK 31 ARALIK 2006 / SAYI 1084 5 KONSER Chuck Berry İstanbul’da Ali Deniz Uslu ock’n roll’un yaşayan en büyük efsanelerinden Chuck Berry, 19 Ocak Cuma gecesi Türkiye’deki ilk konserinde İstanbul’da Hilton Convention Center’da sahne alacak. “Johnny B.Goode”, “Maybellene”, “Roll Over Beethoven”, “Rock And Roll Music” ve “Sweet Little Sixteen” gibi birçok klasik parçasıyla tanınan Chuck Berry, rock’n roll tarihinin en güçlü ismi. Chuck Berry ya da tam adıyla Charles Edward Anderson Berry, 1926 St. Louis, Missouri doğumlu.18 yaşında gitarını eline alıp Chicago'da blues ile başlayan Berry’nin müzik serüveni Leonard Chess’in sahibi olduğu “Chess Records” ile imzaladığı kontrat ile değişti. Şarkı sözlerinde her zaman mizahi bir söyleme sahip olan Chuck Berry, rock’n roll’un muhalif ve asi kimliğini de korudu. 1959 yılında yapımcı Alan Freed’in cesaretlendirmesiyle beyazperdede göründü. Yönetmen Will Price’in, “Rock, Rock, Rock”, Andy Wolk’un, “Mr. Rock’n Roll” ve Paul Landres’ın “Go Johnny Go” başta olmak üzere beyazperde de “kendini” oynarak müzik yapmaya devam etti. Chuck Berry’nin 60. doğum günü, Rolling Stones’dan Keith Richards’ın organize ettiği yıldızlarla dolu St. Louis konseri ile filme alındı. Sen ihtiyacımızdan fazlasını verdin... Manic Street Preachers, 1990’lı yıllarda birbirini tekrar eden Brit Pop gruplarına bir panzehir olarak karşımıza çıktı, nitekim zamanla o da kendini müzik piyasasına törpületti, sindi ve bir köşeye çekildi. Şimdi ise bir zamanların “karşı” grubu Manic Street Preachers’ın solist ve gitaristi James Dean Bradfield bir solo albümle kelepçelerinden kurtulmaya çalışıyor... Zekeriya S. Şen oksanların başında İngiltere’nin dünya müzik piyasasına sunduğu yeni bir terim ortaya çıktı, “Britpop”. Bu terminolojinin ana teması semimelodileri, rock sertliği ile yumuşatıp üzerine İngiliz aksanı ile sözler serpiştirmekti. Evet, farklıydı ve bu aykırılık yeni bir akım oluşturup peşinden binleri sürükledi. İngiltere müzik anlamında tam bir kültürel değişim yaşıyordu. Bir yanda Gallagher kardeşler Oasis’in sesini körüklüyorlardı, diğer yanda Blur cilveli sosyal açıklamalar yapıyordu. Diğer gruplar da bu akımı bekliyorlarmış gibi kendilerini Britpop’laştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Herkes bir anda aynı alana yönelmişti. Tam bu dönemde Galler’den gelen Manic Street Preachers kendilerini, karşılarında duran kültür karmaşasının içine panzehir olarak attı. Britpop’un aksine parçalarında vurguladıkları konular soykırım, komünizm, faşizm, ölüm cezası, intihar, ikiyüzlülük ve kandaki oksijen azlığına kadar çok geniş bir platformu kapsıyordu. Ne yazık ki geçen 15 yıl boyunca soyundukları “jenerasyon teröristliği” imajı yavaş yavaş kendisini yumuşak klişe rock grup imajına bıraktı (özellikle grubun söz yazarı Richey Edwards’ın aniden ortadan kaybolmasından sonra) ve Manic Street Preachers adeta sönüp köşesine çekildi. Bu sakinlik, geçtiğimiz ay sürpriz bir şekilde grubun solisti ve gitaristi James Dean Bradfield’in solo serüveni “The Great Western” ile bozuldu. Manic Street Preachers’ın sıkışmış olduğu kısırdöngünün aksine James Dean Bradfield (JDB) karşımıza savrulan gitar melodileri, enerji yüklü ve elle dokunulabilir bir samimiyet ile çıkıyor. Belli ki kendisi de Manic’in “yeni albüm ve sonra turne” monotonluğunun getirdiği kölelikten sıkılmış ve bundan bir şekilde kurtulmak istemiş. Ses sentezi olarak Manic’in “Everything Must Go” dönemine paralellikler göstermesine rağmen albüm Manic’in son dönem çalışmalarına kıyaslandığında, kullandığı farklı müzik R D Bu konseri, “Hail Hail, Rock’n Roll” adıyla Taylor Hackford belgeselleştirdi. 1985’de Grammy tarafından “Yaşam Boyu Başarı” Ödülü’ne layık görülen müzisyen için John Lennon da; “Rock And Roll’a farklı bir isim verilmeye çalışılsaydı; adı ‘Chuck Berry’ olurdu” demişti. Chuck Berry, geçen haftalarda hayatını kaybeden Atlantic Records’un sahibi Ahmet Ertegün’ün kurduğu “Rock’n Roll Hall of Fame”e de 1987 yılında katıldı. Chuck Berry’in İstanbul konserini geçen yıl Rock’n roll’un bir başka yaşayan efsanesi Jerry Lee Lewis’i İstanbul’a getiren Bronx Productions üstleniyor. 20. yüzyılın en sarsıcı rock’n roll kahramanlarından olan Jerry Lee Lewis'e annesi, “Sen ve Elvis (Presley) gayet iyisiniz, ama Chuck Berry kadar değilsiniz” demişti. Bu da Berry’nin müziğinin gücünün bir kanıtı. Rock’n roll’u tüm dünyaya sevdiren Chuck Berry ayrıca Rolling Stone dergisi tarafından açıklanan “Tüm Zamanların En İyi 500 Şarkısı” listesinde altı şarkısıyla yer alıyor. Dünya müzik tarihinin en önemli sayfalarından biri daha 19 Ocak gecesi İstanbul'da açılıyor. Bu konser müzikseverlere biraz da buruk bir sevinç yaşatacak gibi, çünkü Chuck Berry bu turne sonrası müziği bırakıyor. Yani bu konser Chuck Berry’yi canlı izlemek için son fırsat. dokuları ile birkaç adım öne çıkıyor. Özellikle parçalar arasında serpiştirilmiş olan ksilofon, mızıka ve tırmanan nakaratlar farklı bir hava yaratıyor. Ünlü İngiliz mühendis Isambard Kingdom Brunel’ın LondraBristol arasında inşa ettiği tren yolundan adını alan albümün açılış parçası “That’s No Way To Tell A Lie”, alkışlı melodisi ve kıpır kıpır nakaratı ile hemen dinleyeni albümün içine çekiyor. Kolay ulaşılabilir bir yapıya sahip olan parça albümün ana temasını belirliyor. “An English Gentleman” parçası Manic’in hayata gözlerini yuman akıl hocası/basın sözcüsü Philip Hall için yazılmış, sıcak, içten ve dinleyeni on ikiden vuran bir nida. “Fakat sen bize ihtiyacımız olandan daha fazlasını verdin, dostum / Bir İngiliz beyefendisinin kapısında olmaktan çok mutluyduk” sözlerindeki samimiyet, bundan önce ölen annesi hakkında sadece Manic için yazmış olduğu “Oceans Spray”de hissedilmişti. Manic’in söz makinesi Nicky Wire ile ortaklaşa yazılan “Bad Boys And Painkillers” parçası albüm içinde en fazla Manic Street Preacher’a uzanan çalışma. “On Saturday Morning We Will Rule The World” sanki istasyondan kalkıp son sürat hedefine ulaşan bir tren gibi ve albümün adı ile bütünleşen enerji yüklü bir parça. Albümün en dikkat çeken parçası ise, akustik gitar ile sunulan bir Jacques Brel yorumu “To See A Friend In Tears”. Albümün perdeleri, Anglesey’de (Galler’de bir ada) yaşayan ve Britanya’nın en yetenekli manzara ressamı olarak gösterilen Sir Kyffin Williams’a adanmış ‘Which Way To Kyffin’ parçası ile kapanıyor. Adeta kusursuz bir Britanya portresi. Ne yazık ki sanatçının söz yazarlığı, albümün azmi ile kıyaslanınca zayıf kalıyor. Ancak sanatçının kendisini müzik dünyasına tanıtan grubunun stilistik kelepçelerinden yürekli bir şekilde kurtulma çabası ayakta alkışlanmalı. “The Great Western” albümü JDB’in melodi ve gevşemeyen vokalleri ile Manic’in en şaşaalı dönemlerinde ne kadar önemli bir rol üstlendiğinin en belirgin kanıtı. Grubun nispeten arka planda kalan gizli cevheri. Albüm çok keyifli başlıklara (Bad Boys And Painkillers, On Saturday Morning We Will Rule The World ve Say Hello To The Pope) sahip 11 parçadan oluşan, dürüst, yılmayan ve sevecen bir çalışma. 37 yaşındaki JDB’in sözleri, alışkın olduğumuz Nick Wire’in söz dalaşı yapısından uzak, sağlam bir müziksel oluşum bünyesinde; dinlemesi, ulaşılması ve anlaşılması çok rahat. Sanatçının vokalleri ise uzun zamandan beri hiç olmadığı kadar dinç ve canlı. Melankolik ancak kasvetli olmayan, pop temalı ve kaliteli “The Great Western” albümü körpe, berrak yapısı ile güz mevsiminin en canlı çalışması. Umarım Manic Street Preachers yeni albüm için stüdyoya girdiğinde JDB arka plana sinmeyip daha fazla müzik mutfağında yer alır… [email protected] Sultana, Norah Jones, Burhan Öçal, Aziza A., Laço Tayfa... Doğu Batı Hattı Deniz Durukan oublemoon Record’un artık gelenek haline dönüşen; farklı sesleri bir araya getirme ya da yerel olanla moderni birleştirme çabası, “East 2 West” serisiyle perçinleşiyor. Serinin ilk albümü 2002 yılında “Global Departures From İstanbul” adı altında birçok önemli müzisyenin katılımıyla çıkmıştı. İsimler hayli dikkat çekici. Örneğin; 2002 yılında Arif Mardin prodüktörlüğünde tüm dünyada liste başı olan Norah Jones Wax Poetic albümünde seslendirdiği Angels adlı şarkıyla East 2 West’e de konuk oluyor. Rapçi Sultana ise, Çerkez Kızı adlı albümünde yer alan “Kuşu Kalkmaz” adlı şarkısının, RTÜK tarafından yasaklanan video klibiyle yer alıyor bu ilk seride. Los D Angelesli şair ve yorumcu Saul Williams, İlhan Erşahin’in Virgo albümünde yer alan “Jungle” isimli parçada kendi şiirini seslendiriyor. Burhan Öçal’ın Groove Alla Turca albümünde Nataca Atlas’ın yorumladığı Habibi’nin yanı sıra Aydın Esen, Hüsnü Şenlendirici & Laço Tayfa, Aziza A., Mercan Dede, Babazula gibi isimlere yer veriliyor. İstanbul’dan dünyaya, evrensel olana bir atak, yayılma diye nitelendireceğimiz bu serinin ilk albümü de, serinin diğer çalışmaları da hep bu minvalde. Bu serinin ikinci albümü “EthnoElektronik Tales From İstanbul”, üçüncüsü “İstanbul Strait Up” ve sonuncusu olan “Crosing Continents” de Anadolu’nun farklı yörelerindeki müzikal tecrübeleri modern zamanın pratikleriyle buluşturuyor. Bu çalışmada yurtiçinden ve dışından birçok usta müzisyenin Shantel’den, Babazula’ya, Sabahat Akkiraz’dan, Selim Sesler’e, Sultan Tunç’tan, Selda Bağcan’a, Yunanlı grup Karadeniz’e, Smadj’dan, İlhan Erşahin’e, Mercan Dede’den, Ayhan Sicimoğlu’na şölen havasında kaynaşmasına şahit oluyoruz. İşin özü “East 2 West” serisi, dünyanın merkezini İstanbul’a çekme ya da İstanbul’u dünyanın merkezine oturtma anlayışında. Elbette ki Türkiye İstanbul’dan ibaret değil, ancak bütün bu coğrafyanın sesi İstanbul’da toplanıyor; bu kente yansıyor. Ve o yansımanın süzülüp, sentezlenip evrensel bir sese kavuşmasında İstanbul’un kaotik, büyüleyici, sanki baştan çıkarıcı bir kadına benzeyen görüntüsünün katkısı yadsınamaz. İstanbul dişi bir şehir. Hatları yuvarlak, oryantale sıcak, batıya da açık bir şehir. Önemli bir geçit Asya ile Avrupa arasında. Doublemoon’un yaptığı da bunu daha fazla vurgulamak, İstanbul’un bu toparlayıcı ya da kaotik kültürünü kendi coğrafyamızın dışındaki seslerle birleştirip dünyaya yeni bir sound sunmak. İstanbul müziği de diyebiliriz buna. Hatta demeliyiz artık. Ülkesi veya yöresiyle anılan müziğin dışında, doğduğu şehirle anılan müzik tarzları da var. Bildiğim, grunge tarzındaki müziğin doğduğu Seattle müziği var. Liverpool, Manchester tarzı rock’tan, California sound’undan, caz’ın doğduğu şehir New Orleans’tan ve bunun gibi daha başka şehirlerden de söz edebiliriz. Ancak İstanbul müziği daha büyük bir kültürü, birçok müzik türünü; rap’ten caz’a, Balkan müziğinden funk’a, oryantalden, alaturkaya, reggae’ye, elektronika’ya, rock’a, Anadolu türkülerine değin hepsini içinde eriten geniş bir yelpaze sunuyor. Dolayısıyla Doublemoon müzikal portföyüyle, seçimleri ve yaklaşımlarıyla bir çeşit kültür elçiliği yapıyor. Burada ve dışarıda yaptıkları her iş çok başarılı. Ancak East 2 West serisi neden Türkçe değil de İngilizce diye düşünmeden de edemiyor insan. Elbette yurtdışında da bir pazar oluşturduklarını biliyoruz. Bunlar salt buraya değil, dışarıya da yönelik çalışmalar. Ancak, dil, kültürün en önemli parçası olduğuna göre, bu pazarda kendi dilimizle de varolabileceğimizi iddia edebiliriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle