22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 28/12/06 15:01 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZARIN PENCERESİNDEN 31 ARALIK 2006 / SAYI 1084 Bu ne biçim Noel? Selçuk Erez D oyçe Vele’den NTV’nin radyosu aktardı: Almanya’nın yüksek dereceli din adamlarından biri, geçenlerde Hıristiyan olmayanların kiliselerde düzenlenen Noel kutlamalarına katılmamalarının uygun olacağını söylemiş. Başka dinden özellikle Müslümanlaratahammülsüzlük öyle bir boyuta ulaştı ki geçen ay Erfurt kentinde 73 yaşında bir Protestan papazı olan Roland Weisselberg, yurttaşlarını “Müslüman teklikesine karşı uyarmak için” başından aşağıya bir teneke benzin boşaltıp kendini yakıverdi. Peki, “hoşgörü”, Avrupalı olmanın en önemli belirteçlerinden biri değil miydi? Öyleydi.. ama vatandaşlarımdan birinin Trabzon’daki Katolik papazını öldürdüğünü anımsadığımdan, Papa gelmeden önce onu ve kentimizin Ortodoks Patriği’ni yılan olarak gösteren pankartlarla gösteri yapılmış olduğunu gördüğümden, Avrupa kökenli tutuculuğu ve yobazlığı istediğim kadar gür bir sesle kınayamıyorum. Ancak bu konuda eskiden bazı örnekler verip “Böyle olmayabilir!” diyebiliriz. Geçenlerde değerli dostum Rasih Nuri İleri Bey’i ziyaret etmiş ve ondan çocukluğunun Yeniköy’ünden dinlerarası hoşgörü öyküleri dinlemiştim: “Kıyıda Osmanlı ve Rum ekâbiri, arkalarda da çoğu balıkçılıkla geçinen mütevazı Rum vatandaşlar yaşarlardı... Biz Türk çocukları, semtteki iki Rum kilisesine gitmeye bayılırdık... Gittiğimizde Rumlar bize çok iyi davranırlardı!” demişti. Ufkum Atlantik kadar genişledi... Yılmaz Bayazıtoğlu zkan Gülkaynak, dünya turu yapmak üzere Türk bayraklı en küçük ahşap tekne Kayıtsız III’le İzmir’den yola çıkalı tam altı ay oldu. Şimdi, Karayipler’de. Özkan’ı 12 yıldır tanıdığım için uğurlarken, hiç endişe etmedim. Belki Kayıtsız küçüktü ama kaptanının yüreği mangal gibiydi. Bizler eşlik edemiyorduk ama kalbimiz, sınırlı maddi ama sınırsız manevi desteğimiz hep yanındaydı. Ondan gelen mesajları imrenerek birbirimize aktarıyorduk. Ta ki, eşimle tatil için İspanya’ya giderken havaalanında Özkan'dan bir mesaj gelene kadar. Özkan, İspanya’ya ulaşmıştı. Bir süre için de olsa Özkan’a katılma düşüncesi üç buçuk saatlik yolculuk boyunca kışkırtıp durdu, hem de arsızca. Eşim Belma’ya açtım düşüncemi. “Ne duruyorsun, böyle fırsat insanın hayatında kaç kez karşısına çıkar? Hem ilerde torunlarına anlatacak bir maceran olsun” diyerek cesaretlendirdi. Kısa bir mesaj ve telefon trafiğinden sonra Özkan’la nerede buluşacağımızı kararlaştırmıştık. Cebelitarık’a geçtim, niyetim Kanarya Adaları’na kadar Özkan’a eşlik etmekti. Atlantik’e çıkmak için alargada bekleyen otuz tekne arasında en ilgi çekicisi Kayıtsız III’tü. Cebelitarık Boğazı, akıntıları ve yoğun gemi trafiği nedeniyle oldukça zorlu bir geçit. Atlantik’in seviyesinin Akdeniz’den yüksek olması nedeniyle oluşan akıntı ve gelgitler var. Özellikle gelgit saatlerine bağlı olarak hazırlanmış kılavuz kitap ve tablolarını inceleyerek dikkatle çıkış saatini belirlemek zorundaydık. Cebelitarık’ı dümen suyumuzda bıraktık. Özkan hayallerinin yolculuğunun ilk etabını geride bırakıp Atlantik’e yaklaştığı için heyecanlı. Birçok yerli ve yabancı dergi, radyo ve televizyonla röportaj yaparak denizcilik bilincini yayma, gençlerin ufkunu açma çabalarının ilk meyvelerini topladığı için huzurlu. Bana gelince... 10 gün öncesine kadar hayal olarak gördüğüm Atlantik’e yelken açmaktan, heyecanlıyım. Bayazıtoğlu, yakaladığı lambukalarla... Ö Akıntılardan çorba kaynayan tencereye benzeyen boğazda ilerleyerek gece Tanca’ya yaklaşıyoruz. Dış mendirekteki feneri arıyoruz, ama boşuna. İspanya’yla Fas arasında çalışan feribotları takip ederek mendireği buluyoruz. Fener var, ama yanmıyor. Afrika’ya hoş bulduk! Giriş işlemlerinden sonra dinlenmeye çekiliyoruz. Bu arada Kanarya Adaları’na gidebilmek için Özkan’ın biten Schengen vizesini yenilemeliyiz. Kazablanka’da İspanya Konsolosluğu olduğunu öğreniyoruz. Hem bu bahaneyle hayatta belki bir daha yolumuzun düşmeyebileceği, casuslar diyarı Kazablanka’yı da görüp Humprey Bogart’a piyano çaldırırız (hâlâ oradaysa!). SANKİ SONSUZLUĞU SEYREDİYORUZ İşimizi bitirince soluğu Tanca sokaklarında alıyor, önce Medina denilen eski şehre dalıyoruz. Sefalet ve pislik diz boyu. İspanya’dan sonra birdenbire sanki yüz yıl geriye gittik. Her köşe başından ısrarcı dilenciler ve satıcılar çıkıyor karşımıza. Akşamüstü mazot almak için Tanca’nın modern kısmına geçiyoruz. Sanki Avrupa’nın bir şehrindeymişiz gibi yüksek ama kişiliksiz binalarla dolu her yer. Artık yola çıkmalıyız, çıkış işlemlerini yaptıktan sonra palamarları çö Güneş batıya devrilince, uzaklarda kara belli belirsiz görünmeye başlıyor. Rabat’ın açıklarındayız. Bu sırada Türkiye’den gelen telefon canımı sıkıyor, zorunlu olarak dönmem gerek. Ertesi gün Kazablanka’ya indiğimizde ne olduğumuzu şaşırıyoruz. Sekiz milyonluk nüfusuyla Fas’ın en büyük kenti İstanbul’dan beter bir karmaşa ve gürültü içinde yaşıyor. Tıkanık caddeler, susmayan kornalar, dilenciler ve yine diz boyu pislik. Kazablanka düşlerimdeki gibi kalsaydı diye söylenerek THY bürosuna dalıyoruz. Bilet rezervasyonumu halledip İspanya Konsolosluğu’na gidiyoruz. Görevliler vizenin sadece Fas’ta yaşayanlara verilebildiğini söyleyerek Özkan’ı kapı dışarı ediyorlar. Danıştığımız THY istasyon müdürü Ozan Boztuna, Rabat Büyükelçiliğimizi devreye sokmayı öneriyor. Büyükelçimiz Akın Bey’den konuyu İspanya Büyükelçisi’yle görüşeceği haberi gelince rahatlıyoruz. Beklerken dillere destan kordonu geziyoruz. Faslıların dünyanın en büyük camisi olmasıyla övündükleri 25 bin kişilik II. Hasan Camisi pek ilgimizi çekmiyor. Etkileyici görünümüyle, denizcilere karanlık gecelerde yol gösteren Kazablanka feneri daha heybetli görünüyor bize. Şehrin bu kesimi başka bir dünya sanki. Diğer kısmı ne kadar sefalet içindeyse burası da o kadar sefahat hayatı sürüyor. Cenazelerinde kiliselerde dağıtılan tatlıyı, sonra Paskalya’da verdikleri boyalı yumurtaları çok severdik. Bir de “Yahudiyi Yakma” olarak anılan bir törenleri vardı... Tahta bir mankene elbise giydirilirdi; semtten bir Yahudiye benzetilen ve onun adı verilen bu manken, dualar okunduktan sonra “Na kapsume to Ioudaios!” yani “Yahudiyi yakacağız!” denir, ateşe verilir, ardından kuru yemişli bir tatlı, “kolivo” dağıtılırdı... Neden? İsa Peygamberi, Romalılara espiyonlamışlar ya! Semtteki Yahudiler, buna kızmazlar mıydı? Yoo, yakılan mankene adı verilen Yahudi de törene davet edilirdi; o da genellikle gelir, mankeninin tutuşturuluşunu izler, ardından tatlılardan yerdi.. Sonra, Rumların haçı suya atma törenlerinde Ortodoks delikanlıların yanında Müslüman gençler de soyunup soğuk denize atlarlardı istavrozu sudan çıkarıp Papazın hayır duasını almak için! Rasih Nuri Bey’in, anlattıkları, 20. yüzyılın başlarında Yahudisi, Müslümanı, Hıristiyanı uzun süre yan yana, iç içe yaşadıkları zaman birbirinin dini törenlerine gittiklerini, eski düşmanlıkları bile yumuşatarak, birbirlerini incitmeyerek anımsadıklarını görüyoruz. Din adamlarının da vaazlarında “ötekileri” “kafası koparılması gerekenler” olarak tanımlamamaları gerekir. Dinler ve uygarlıklararası çatışma, iki ayda bir Zapatero’yla toplanılarak sağlanamaz! Politikalarınıza habire hammadde yaptığınız din okullarında öğrencilere, yeryüzünde tek doğru olmadığını, başkalarının bizden farklı şeylere inanabileceklerini anlatmadıkça, özellikle önemli bir bölümü o okulları bitirmiş politikacılar bu anlayış düzeyine varamadıkça dinler arasındaki bu tepişme ve birbirini hor görme ilkelliği sona ermez! Tüm Hıristiyan dostlarımızın Noellerini kutlar, Budist,Yahudi, Müslüman, Yezidi ve Ateist kardeşlerimize de hoşgörü konusunda olgunlaşabileceğimiz bir 2007 dileriz! Özkan Gülkaynak, Cebelitarık önlerinde... züyoruz. 5 mil sonra Spartel Burnu’nu dönüp Atlantik’e Açık bulduğumuz bir kafede geniş ve uzun kumsala biraçılıyoruz. 150 mil yolumuz var. Çevremizdeki balık yığınbiri peşi sıra devrilen dev Atlantik dalgalarını seyrederken tılarını görünce hevesle Yunanlı balıkçı Dimitri’nin Özkan Büyükelçilikten haber geliyor; Özkan vizesini alabilecek. Kutiçin hazırladığı uskumruya benzer sırtıyı arkamızdan kolayacağız, ama alkolün zerresi yok ortalıkta. yuveriyoruz, ama akşama kadar semtimize uğrayan yok. Akşamüstü Özkan’ı Muhammediye’ye yolcu ederken Ertesi gün akşamüstüne doğru kara görünmez oluyor. Hayavaş yavaş rüyadan uyanıyorum, ama emin olduğum bir likarnas Balıkçısı’nın dediği gibi, sanki sonsuzluğu seyredişey var; Atlantik'teki bu seyir sonrası artık dünyaya başka yoruz. Büyülenmiş gibi neredeyse hiç konuşmuyoruz, ama bir gözle bakacağım, çünkü ufkum genişledi. Hem de Atmutluluğumuz gözlerimizden belli. Dalgalar büyük, teknelantik kadar. miz küçükmüş, ne gam. İliklerimize kadar özgürlüğü hisBazı denizcilerimiz yeni dünya turları için büyük kaynaksediyoruz, martılarla oynaşıyoruz. lar peşinde koşup bulamadıkları için hayallerini erteliyorGün batarken okyanustaki ilk gecemize hazırlanıyoruz. sa, Özkan’ın küçük bir ahşap tekneyle kalkıştığı bu iş daÖzkan sekstantla ölçüm yaparak tekrar mevki koyuyor, ha da önem kazanıyor, ailesinin, bireysel destekçilerinin, armayı ve emniyet halatlarını kontrol ediyoruz. 56 metPiri Reis Denizcilik Derneği’nin karşılıksız, mütevazı katre yüksekliğindeki dalgaların arasında inip çıkarken Kanarkıları da... yilbayaz@hotmail.com ya Adaları’ndan gelen gemilerin ışıklarını kollayarak kopkoyu karanlığa dalıyoruz. Gök kubbede bu kadar çok yıldız olduğunu bilmezdim. Ne kadar cahilmişim... Gece sırayla vardiya tutuyoruz. Sabah vardiyası bende. Güneşin bulutların arasından oklarını göndermesini sanki ilk kez seyrediyor gibiyim. Özkan’ın hazırladığı kahvaltı sonrası güverteye döndüğümde uskumru kılıklı oltayı topluyorum, iki lambukayla... Öğlen pupadan gelen rüzgâr tazeleyince basıyoruz yelkenleri. Altı mile yakın hız yapıyoruz. Zaman sanki daha yavaş akıyor Atlantik’te. Fransız denizciyazar Alain Jaubert’in dediği gibi: Zamanı yavaşlatan tek yöntem yolculuk etmek. İnsan rutininden, alışkanlıklarından, çevresinden uzaklaştığında ruh başka bir ritimde yaşamaya başlar. Karşınıza çıkan her şey; maceralar, diyaloglar beyninizi meşgul eder ve öncekinden daha dolu, daha zengin günler yaşadığınızı hisTanca pazarı... sedersiniz. Kazablanka... Özkan Gülkaynak küçük ahşap teknesi Kayıtsız III’le dünya turuna çıktı. Şimdilerde Karayipler’de. Yolculuğa Cebelitarık’ta Yılmaz Bayazıtoğlu da katıldı, amaç Kanarya Adaları’na gitmekti. Tanca’da, Kazablanka’da soluklanıldı. Küçük teknenin büyük dalgalara uyumu izlendi… Geriye sonsuzluk hissi kaldı…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle