22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 6 30/11/06 15:59 Page 1 PAZAR EKİ 6 CMYK 6 Aşk bu, yer, yutar bitirir, laf işlemez olur... Şarkılarında kalbin halleri var, korku, hayal kırıklığı, acı, biraz da sevinç… Son albümünde neşenin payı daha da az, “Ağlayan yanım ağır bastı sanırım” diyor. Sokağın adaletsizliğini biliyor, evi de mayından arındırılmış yer olarak görmüyor. Aşkı tanımlamaya, “Önce gözüne bir perde iner” diye başlıyor… Sonrası mı? İnsanı hiç rahat bırakmıyor... Deniz Durukan biri için. Üç bin kilometre yol tepmeyi de göze alabilirsiniz. Yakınabilir, heyecan duyabilir, batabilirsiniz. Her şey olur hayatta. Bunların müzikale dönüştürülmüş halleridir sözler biraz da. Davranış bir sözdür, söz de davranış. Bu ikisinin toplamındaki sözcüklerin hayattaki gücü zaten buradan geliyor kanımca, ama öncelik hakkı duruma göre değişebilir. Her durumun bir hikâyesi olabilir. Uzun veya kısa… Genel olarak şarkılarınıza baktığımda hem fırlama bir delikanlı ya da babayiğit duruşu, ironik bir ifade hem de hüzünlerden, acılardan süzülüp gelmiş olgun bir kadın görüyorum. Kadın ve erkek rolleri birbiriyle çarpışıyor mu? Yoksa egemen olan erkek dünyasına kadın kimliğini de muhafaza ederek onların diliyle ve pozisyonuyla mı cevap veriyorsunuz? Valla, kalbin diliyle konuşuyorum. Kalbime kuvvet. İnsan gözüyle, empatiyle bakmaya çalışıyorum hayata ve olan bitene. Mümkün mertebe tarafsız bir gözle bakabildiğim oranda kendimi iyi hissediyorum. Ama gardımızı almadan da olmuyor. Amma velakin bir savaş var kadınla erkek arasında, aynı yaşamla ölüm arasındaki gibi… D aha dingin; hüznü bol, neşesi bu sefer az, hatta sevinci sanki zorlama melodiler. Çünkü içindeki odalar boş, şu sıralar çok yalnız, kendisiyle konuşuyor, hüzünlü kitaplar okuyup hüzünleniyor, Sibirya’dan beter bir yatakta yatıyor, panik atağı başlıyor, uykusuz duraksız bir aşk kırıp geçiriyor onu, her gece her gece ölüyor… Bunları ben söylemiyorum. Nazan Öncel “7n Bitirdin”in, albüme adını veren şarkısın da bunlardan söz ediyor. Sonra annesini özlediğini, öfkesini bastırdığını, aşk grevinden ölebileceğini, arabaların üstüne doğru yürüdüğünü, bir komadan çıkıp başka bir komaya girdiğini, kızları hoş tutmayanların yalnız kalacağını, sokakları, evleri, hayatı anlatıyor. Bir uzun mektup gibi. İç döküş daha çok. Dinleyicisiyle içki masasında karşılıklı dertleşme de diyebiliriz. Kural bozan, hayatla tersinden sevişen biri o. İçimizdeki diğer sesin sahibi Nazan Öncel: Hay hay, of of, ah, ay, hey gibi ünlemleri oldukça yoğun kullanıyorsunuz şarkılarınızda. Ünlemin dilimizdeki kelime türlerinden ayrıcalıklı bir yeri var. En kişilikli ifadelerden biri bana göre. Sevinç ve korkularımız, heyecanlarımız, öfkemiz hep orada saklı. Aynı zamanda gerilimi de ifade ediyor. Sanırım sizin haykırışlarınızın, isyanınızın en belirgin vurguları bu sözcükler? Ne dersiniz… İşaret etmek istediğim konunun anahtar kelimeleridir diye düşünüyorum. İçgüdüsel bir yaklaşım, duygusal hallerimi, ahvalimi, kalp hallerimi, içeri dışarı her bir şeyi anlatıyorum işte, ama dilim döndüğünce becerebildiğim kadarıyla… Bir derdim varsa; ki o korku da, hayal kırıklığı da olabilir, içindekini söylemeden kurtulamıyorsun. Farklı söyleme biçimleri vardır biliyorsunuz; kapıyı çarpıp gidebilir, telefonları kapatabilir, duymazdan gelebilirsiniz mesela. Ya da tam tersi, gece sıcak yatağınızdan kalkıp patates kızartabilirsiniz EV VE SOKAK... MAYIN TARLASI... Bu duruşta sokak jargonu da var. Ancak sözcüklerinizde olmasa bile tavrınızda sokaklardan eve doğru bir yöneliş de görülüyor. Bir zaman sonra eve dönmek mi gerekir? Ev ve sokak arasındaki farkı sorsam size. Adalet kavramıyla sokağı yan yana koyamıyorsunuz. Sokağa derinlemesine bir yürekle bakıldığında eşitlikten söz edemezsiniz... Sokak ne kadar dikenli bir mayın tarlasıysa ev de sanıldığı kadar güvenli bir yerdir diyemem. Sokakta başınıza her şey gelebilir de evde gelmez mi? Ummadığınız bir anda, hiç de hak etmediğimiz bir şeyi yaşamaz mıyız? Hayat kötülük duvarlarıyla örülmüşse, kaçacak yer yoktur. Siz hiç çıt kırıldım bir kadın imajı çizmediniz. Evinizin damı aksa da ıslanmayı göze alırsınız gibi... Göze alamadığınız şeyler mutlaka vardır, onları merak ettim… Çok değer verdiğim bir şeyi bir çekmeceye koymuşumdur, ya orda değilse korkusuyla o çekmeceyi açmaya korkarım. Bu kurşunkalem de olabilir, kalbe en yakın biri de… E, bir işe yaramama duygusu da tabii korkutucu geliyor. Aşk üzerine de bu albümde diğerlerinde de olduğu gibi birçok söylem var. Sevdiğine hâkim olma gibi bir çaba da gözleniyor. “Benimsin, benim omzumda ağla, beni düşün, sev” gibi ifadeler var. Bir yerde okumuştum; acı aşkın kendisinde değil, sahiplenme duygusundadır diye. Ne dersiniz? Kalbinde koca bir kara delik varsa, bunu düşünemiyor insan ama aşkın özünde insanı her koşulda hiç rahat vermeyen bir şey var. Aşk çok karmaşık bir şey. İnsan karnı acıktığında yemek yer, midesi ağrıdığında doktora gideceğini bilir, ama âşık olduğunda ne halt edeceğini bilemez. Ya da Yedin Bitirdin adlı şarkınızdaki gibi aşk insanı yiyip bitirir mi? Yoksa asıl insanın kendisi mi kendini yok ediyor bir ilişkide? Erkekler çok mu talepkâr? Aşk sizin kırılma noktanız mı? Ya da kırılma noktalarınız nelerdir? Evet, yer yutar ve bitirir. Önce gözüne perde iner, sonra bir duvar örer, sonra laf işlemez olur. Alma ağacında büyüyen insanlardan olamadım. Yani verdikçe bitenlerden olabildim. Yaradılış işte. Herkes talepkâr olabilir, kontrolü elinde tutmak isteyebilir. Yaşadıklarına ve o ilişkideki gidişata bağlı olarak. Belki işler kötü gittiğinde, raydan çıktığında defans için yapıyoruzdur bunu. Riya ve “ama”ların arkasına sığınarak yaşanılan süreç o noktaya getirebiliyor insanı. Öte yandan insanın hayattaki tek derdi aşk olmasa gerek. Acı insana sadece aşktan bulaşmaz. Eşitliğin ve adaletin olmadığı yerde haksızlık vardır. Savaşın olduğu yerde haksızlık vardır. Paranın olduğu yerde kirlenme vardır. Bir insanın cüzdanı ne kadar doluysa kalbi o kadar boştur diyebilirim. Bunlar dert edinilesi şeylerdir benim için. Hissetmek ve hayatın içinde olup bitenlerin farkında olmak da acı verir bana. Evet, haksızlık ve kirlenme tarih boyunca olmuş, tıpkı ihanet gibi. Şarkılarınızda ihanetten söz ediyorsunuz, ancak karşılığında itirazdan çok bir kabullenme, belki de umursamama hissediliyor. Hayat beni güzel ağırlamadı diyen biri ihanete de hazırdır, sırtından kurşun yemeye de. Sürpriz değildir yani. Umarsız görünmeye çalışıyordur belki, kim bilir? Belki de son çırpınışlarıdır. Bu albümde yer yer türkü formatında melodiler var. Bu format size çok uzak değil, birçok albümünüzde bu tarz melodileri kullandınız. Ancak bu albümde daha yumuşak geçişlerle kullanılmış bu melodiler. Aynı zamanda balad tadında şarkılar da var. İronisi kırılmış şarkılar bunlar. Kendi kendine sayıklamalar da var sanki. Hayata karşı büyük bir yorgunluk hissettim şarkılarınızı dinlerken. Niye bu keyifsizlik… Gözyaşlarıyla bezeli bir albüm bu. Çok gözyaşı döktüm bu şarkıların yazıldığı süreçte. Böyle bir hissiyatın ürünü. Ağlayan yanım ağır bastı sanırım. Bırak Konuşsunlar adlı şarkınızda “bizim sonumuz var mış yok muş yoksa da kime ne” diyorsunuz ya, sizin sonunuz, yolunuz kent ozanlığından geçiyor artık… Teşekkür ederim, ne diyebilirim ki? Cesur söylemlerinizle tanınıyorsunuz. O cesaretin altında korkularınız gizli gibi… Öyle mi? Zaten hayata gelmekle bir kaza gelmiş başıma diye düşünüyorum. Hayatın kendisi kaza olamaz mı acaba? Ne dersiniz? dendurukan@yahoo.com Çok kapsamlı müzik ansiklopedisi Zekeriya S. Şen he Egg, 1995 tarihinde Bristol’un minik alternatif Cup Of Tea şirketinden çıkarttıkları ilk çalışmaları “Shopping EP”den, 2000 yılında Glastonbury’de verdikleri kariyerlerinin doruk konserlerine kadar, Britanya’nın en kült müzik ekibinden biriydi. Bir yıldIr dünyayı turlayan The Egg, 8 ve 9 Aralık’da, The Miller Way sponsorluğunda Babylon’da İstanbullu müzikseverlerin karşısına çıkacak. Hayata tekrar dönen bu ikilinin efsaneleşen performansını izlemek için şimdiden takviminize bir çeltik atın. 1990 yılında Oxford’da Ned Scott (klavye), Maff Scott (bateri) kardeşler, Dave Gaydon (bas) ve Mark Revell (gitar) adlı arkadaşların bir araya gelmesi ile oluşan ekip, uzun yıllar kendi müzik kişiliğini oturtmak için çalıştı. Tüm gün bahçede uyuduktan sonra eve girip halının üstüne su döken Egger adlı bir köpekten adını alan The Egg, 1995’te çıkan ilk EP’lerinden sonra verdikleri konserler sayesinde Supergrass ve Radiohead gibi grupların dikkatini çekti. Grubun ses sentezi, küresel rock, britpop veya dans müziği gibi belirli bir müzik tarzında sınıflandırılmanın ötesinde, bu tarzların hepsinin harmanlandığı bir fanus gibiydi. Özellikle şen şakrak canlı performansları her müzik mezhebinden dinleyenin dikkatini çekti. 1996 tarihli ilk albümleri “Albumen” ile özellikle progresif cazrock, funk, disko, vurmalı çalgıların harmanlamasıyla alternatif bir akım yaratan grup 1998 tarihli ikinci albümleri “Travelator” ile bu yelpazeyi bir adım daha ileri taşıdı. Death Vegas’tan tanıdığımız Tim Holmes yönetiminde kaydedilen albüm grubu daha geniş bir kitleye ta T nıttı. Müzik hamurlarına yeni ekledikleri yüksek tempolu funk ve chillout elektronika The Egg’i aranılan gruplar arasında soktu. “Getting Away With It” adlı parça dünya çapında başarı sağladı. Bu albümden sonra müzik şirketleri tarafından kapı önüne konulan The Egg uzun süre sessizliğe büründü. Bu dönemde Dave aile babası olmak ve Mark başka bir kariyer aramak için The Egg ile yollarını ayırdı. Arkada kalan Ned ve Maff kardeşler The Egg olarak müzik hayatlarına devam etmeseler bile müzikten kopmadılar ve sayısız toplama albüm için yeni parçalar kaydettiler. 2004’te “Forwards” albümü ile ikili olarak sahneye geri dönen The Egg; sakin, ele avuca sığmaz ve oldukça isyankar yapısı ile tekrar gönülleri fethetti. Özellikle albümde yer alan, Zero 7’den tanıdığımız Sophie Barker’in vokallerini içeren “Walking Away” adlı parça listelerde üst sıralara kadar tırmandı. Neredeyse efsaneleşen sahne performansla rıyla tekrar kısa sürede dünyanın önde gelen kült gruplarla aynı statüde yer almayı başardı. Düzgün yazılan sözler, sürdürülebilir müzik, bilinçli planlama ile sağlam bir müzik formu yarattı. Konserlerinde sergiledikleri garip ve karikatür görsellikleri ile müziklerini bütünleştirdi ve Avrupa festivallerinin vazgeçilmez ekibi oldu. Modern bir müzikseverin aradığı her şeyi bir çatı altında toplayabilen The Egg, hiç kuşkusuz kısır döngüye giren elektronika müziğinin geleceği. Aynı kulvarda bulunan diğer ekiplere kıyasla müziğinde yakalayıcı melodiler, sıcaklık ve ritimsel samimiyet barındıran grup aynı zamanda kolaylıkla dinlenebilen çok kapsamlı bir müzik ansiklopedisi. Dünya turnesi kapsamında bugüne kadar The Big Chill, The Glade Electronic Music Festival’i dahil olmak üzere pek çok oluşumda yer alan ekip İstanbullu müzikseverlerin ayağını yerden kesmeye geliyor. Ned ve Maff Scott kardeşler ile Dave Gaydon ve Mark Revell’ın kurdukları The Egg, İstanbul’da… Grubun müziği, rock, britpop ve dans müziğinin harmanı… Zaman zaman ortadan kaybolan, parçalanan, ama yolunu müzikten ayırmayan grubun son albümü, Forwards. İzleyin, pişman olmayacaksınız…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle