02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 11 CMYK 19 KASIM 2006 / SAYI 1078 11 Bir oda, bir iş, işte İstanbul İstanbul onlar için sanki ara bir durak, oysa ne ileriye doğru bir yolları var ne de geriye dönüş o kadar kolay. Para için çalışıyorlar; ya başlık parası yapıyorlar, ya ailelerine yolluyorlar. Bekâr odalarından fazlasına yetmiyor ellerine geçen. Hayalleri de odalarının metrekaresi kadar; ya Renault 19 alacaklar, ya nargile salonu açacaklar… Hayır, bu yazıda anlatılan, eski bir Türk filminin özeti değil, onlar hâlâ İstanbul’dalar… Candeğer Muradoğlu ışardan bakıldığında kimse yaşamıyormuş gibi görünen bir hanın içine giriyoruz. İşletmecisi tedirgin, hanın içi dıştan görünüşünü doğrulayacak kadar sessiz. Burada bekâr işçiler yaşıyor. Mehmet ve Baran’la konuşuyoruz, bizi geri çevirmiyor, odalarına davet ediyorlar. Minderlere oturuyoruz, başımızın üstünde Fenerbahçe bayrağı var, hemen önümüzde DVD’nin kolonları, karşı duvarda türkücü Arzu’nun iki fotoğrafı... İstanbul’a geliş öyküsünü önce Diyarbakırlı Baran anlatıyor. Diyarbakır’da oto sanayide egzozcu olarak çalışırken, daha fazla, daha doğrusu daha yetecek para kazanmak için İstanbul’a gelmeye karar veriyor. Beş yıl Cihangir’de, Fındıklı yokuşunda yaşıyor, altı aydır da handa. Dolmabahçe’de garsonluk yapıyor. “İstanbul çok stresli bir yer” diyor, “beni bunalttı, ama para kazanmak için buna katlanıyorum”. Diyarbakır’a gidişlerini bir oyuna, daha doğrusu bir seyirlik hale çevirmiş Baran. “Giderken öyle giyiniyorum ki herkes zengin olduğumu düşünüyor, kimse parayı nasıl kazandığımı bilmiyor. Bana bakıyorlar ve büyük şehre geliyorlar. Kolay ve çabuk para kazanmak için her pisliğin içine giriyorlar. Merak ve çabuk kazanma duygusu insanı kötü yollara düşürüyor” diyor. Babası emekli, ihtiyaçları olduğunda onlara da para gönderiyor. “Memlekette bekleyenim var, yani sevgilim var mı diye sorarsan” diyor, “Allah’a şükür yok. Eskiden bir kız arkadaşım vardı. Bana evlenmek için üç ay zaman verdi. Verdiği zaman dolduktan sonra başka biriyle evlendi. Bu olaydan sonra hayatımda kimseyi istemedim”. Ekinci biraderler... Fotoğraflar: Candeğer Muradoğlu biriktirebilmek için ilk yıllar deli gibi çalışmış. Sonra evlenmiş, Dilara adında, dört yaşında bir kızı var. Bir ara karısını ve kızını da yanına almış, ama ev masrafının altından kalkamamış. “İstanbul güzel bir şehir, ama insanları kötü” diyor, “Kimin iyi olduğu hiç belli olmuyor. İyi diyorum sonra bir bakıyorum ki menfaatı için beni kullanmaya başlıyor”. Handaki sessizlik yavaş yavaş bozuluyor, çünkü işten dönenlerle işe gidenlerin hareketleri birbirine karışıyor. Başka odaya davet ediliyoruz. Bu odada Ekinci biraderler yaşıyor. Biraz kalabalıklar, odadakilerin hepsi amca çocukları. Ağrı’nın Tutak ilçesinden çalışmak için İstanbul’a gelmişler. Hepsi Tophane’deki nargilecilerde çalışıyor. D Hikmet ve Memduh Ekinci (sağdan 12) kuzenleriyle... Konuşmayı Hikmet Ekinci başlatıyor: “On iki yıldır buradayız. Çalıştıklarımızdan kazandıklarımızla memleketi idare ediyoruz. Ağrı’da iş olmadığı için buraya geldik. Ayda 900 YTL kazanıyorum. Yarısını aileme yolluyorum. Onlara bakmakla yükümlüyüm. Kalan para bana yetiyor. Zaten burada birbirimize yardımcı oluyoruz, birbirimizi kolluyor ve arka çıkıyoruz. Mücadelemiz burada yaşayabilmek için.” Onun bir sevgilisi var mı? Cevaplamadan önce biraz duruyor: “Bu şartlar altında sevgilim nasıl olsun!” Havanın ağırlığını dağıtmak için İstanbul’a gelirken bir hayali olup olmadığını soruyorum. Yüzündeki hüzün dağılıveriyor. “Bir gün köye arabayla dönmek istiyorum. Renault 19 almak en büyük hayalim, ama bu şartlar altında çok zor.” Kuzenleri “Hava atacan değil mi köydekilere” diye sataşıyorlar. Hikmet’in amca oğlu Memduh evli. On sekiz aylık bir kızı var. Ailesi köyde. İstanbul’da ayakta kalmaya çalışırken bir de aile özlemi çekiyor. Karısıyla nasıl tanıştıklarını soruyorum. O “Tanıyordum” diye geçiştiriyor. O da başlık parası biriktirebilmek için çok çalışmış. En büyük hayali İstanbul’da nargileci ve kebapçı açmak. “İstanbul’un taşı toprağı altın mı” diye, daha önce kimseye sormadığım bir soru soruyorum. Biraz düşünüyor. “İstanbul’un taşı toprağı altın mı bilmiyorum ama” diye yanıtlıyor “ekmeğini nereden çıkarıyorsan, sana nerede değer veriliyorsa oranın taşı toprağı altın”. ? ‘İSTANBUL GÜZEL DE İNSANLARI KÖTÜ’ Oda arkadaşı Mehmet suskun. Ranzanın en alt katında oturuyor, laf atmasak hiç konuşmuyor. Sadece bıyık altından Baran’ın söylediklerine gülüyor. Baran’la kader birliği yapmışlar. Mehmet evli, zaten İstanbul’a gelme nedeni de bu evlilik. Üç buçuk milyar lira başlık parasını Bekâra oda verilir... G özüme bir kahvenin camındaki “Bekâra oda verilir” yazısı çarpıyor. İçeri girip ilanı soruyorum. Arka masadan biri “Bu oda sana gelmez abla” diyor. Bunu söyleyen Dursun Alkaya. Konuşmak istemiyor, işini bahane ediyor. Çevresindekilerin ısrarıyla yarım yamalak anlatıyor hikâyesini: “1968 yılında bir arkadaşımın vasıtasıyla geldim İstanbul’a. Karabüklüyüm. 57 yaşındayım. Çeitli işlerde çalıştım, şimdi arkadaşımın kahvesine bakıyorum. Daha ne anlatayım, elimizde mesleğimiz de okuryazarlığımız da yok. Burada her şey menfaat üstüne kurulu. Bazı yerlerde çalışırsın, hakkını alamazsın. Hatta dayak bile yersin. Suçlu düzen. Gelecek nesle acıyorum. Onların sonu daha kötü...” ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle