02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PAZAR EKİ 10 CMYK 10 Gori, Stalin’in doğduğu şehir. Sovyetler’in gözde merkezlerinden biri olması biraz da bundandı. Bu, Gürcistan’ın bağımsızlığını ilan eden ilk cumhuriyetlerden olmasını engelleyemese de Gori, Stalin’i unutmadı. Stalin Müzesi hâlâ ayakta, heykelleri de... İşte kentin Stalin’in gölgede kalan özel hayatı Bir bardak çekirdek, Türk parasıyla yetmiş kuruş... hakkında verdiği ipuçları... Stalin’in “el”inde Rüçhan Akcan Selim B in dokuz yüz doksanda ulaşılabilen Gori Uspensk Kilisesi’nin nüfus kütüğünde; Gori sakinleri, Ortodoks Hıristiyan Vissarion Ivanoviç ve nikâhlı eşi Ekaterina Gavrilovna Cugaşvili’nin oğulları Josef’in, 6 Aralık 1878 yılında doğduğu ve aynı yılın 17 Aralık tarihinde vaftiz edildiği yazıyordu. Oysa o tarihe kadar, 21 Aralık 1879 doğumlu olarak biliniyordu Stalin… Tarihin en tartışmalı liderlerinden Stalin, Gürcistan’ın Gori şehrinde doğmuştu. Bugün, Sovyetler’in çözülme döneminde, bağımsızlığını ilan eden ilk cumhuriyetlerden biri olan Gürcistan’da, ekonomi kötü durumda. Dışa bağımlı bir yapı var, hayat standardı asgari seviyede. Kuzeydoğu komşumuz, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere, doğal kaynaklar açısından da bölgesinin en fakir ülkesi. Gürcistan’ın Özal’ı diyebileceğimiz Mihail Saakaşvili’nin, hiç de yabancısı olmadığımız ekonomik reçeteleri ise, alt ve üst gelir grupları arasındaki farkı giderek derinleştiriyor. Her köşe başında yoksulluğun izlerini görmek mümkün… Buna karşın, Sovyetler Birliği’nin planlı ekonomisinde, Stalin’in yurdu olmasının getirdiği ayrıcalığın da etkisi ile, Gürcistan’a biçilen rolün görece önemli olduğu söylenebilir. Zira, GSMH açısından, hâlâ 1989’daki seviye yakalanmış değil Gürcistan’da. Örneğin, 2001 GSMH’si, 1989’un yüzde 40’ı kadar… Stalin’in heykeli bakımda; yarısı temiz ve parlak, yarısı henüz karanlıkta! (Fotoğraflar: Kadri Erdem) düzgün caddeler, görkemli yapılar, işçi konutları, gelişkin altyapı… Başkent Tiflis gibi, bir dönem için ne kadar da gelişmiş bir kent olduğunu düşündürtüyor; şaşıyorsunuz. Şehir merkezindeki Stalin Müzesi’ne giderken geçilen geniş meydanda, devasa bir Stalin heykeli ile karşılaşıyorsunuz. Tek kelime İngilizce bilmeyen ikinci el Mercedes’li taksici, Stalin için “yahşi” diyor, birçok defa Gürcistan’da bulunan bir Alman ise, “Komünist olduğunuzu söylerseniz, her konuda kolaylık gösterirler”... Buna karşın, eski rejime ve Stalin’e karşı, ikircikli, yer yer ikiyüzlü bir tavır var insanlarda. Belki, hemşerilerinin gölgesinden kurtulmanın imkânsızlığı, özellikle yabancılara karşı pragmatist bir refleks yaratıyor… Müze, Stalin’in doğduğu evin çevresine kurulan, geniş bahçe ve binası ile bir kompleks… Güzel bir hava ve gezi için uygun bir zaman aralığında, hepi topu 3 ziyaretçisi var, Stalin’in. Gişedeki memurun hallerinden bunun bile zor bulunur bir sayı olduğu izlenimi ediniyorsunuz. Buna karşın, müzenin bahçesi, hemen hepsi kur peşindeki gençlerin buluşma yeri. Müze binasının hemen önünde Stalin’in yaşadığı ev. Adeta mermer bir fanus ile korumaya alınmış. Tek katlı, yığma tuğla, küçük... Müzede maketini görünce, yerin altında da iki katı olduğunu öğreniyorsunuz evin. Kapısında, Stalin’in 18791883 yılları arasında bu evde yaşadığı yazıyor. SOVYETLER’İN GÖZDE MERKEZİ Başkent Tiflis’e özel oto ile bir saat mesafedeki sanayi kenti Gori, Kura’nın kollarından Liahvi Nehri üzerine kurulu. Nüfusu 70 bin civarında. Stalin döneminde Sovyetler’in gözde merkezlerinden biri olduğu ilk bakışta fark ediliyor. Birkaç yıl önce yapılan II. Dünya Savaşı Şehitleri Anıtı’nı saymazsak, şehirdeki her yapı en azından 4050 yıllık. Bildik Rus nizamında, geniş ve STALİN’İN YAŞAM AYRINTILARI... Babası kunduracılık, annesi ise çamaşırcılık, terzilik ve zengin evlerinde hizmetçilik yapan, yoksul bir ailenin çocuğu Stalin, geçmişi ile, dolaylı olarak da Gori ile küs gibi. Ailesine karşı soğuk olduğu da biliniyor. İllegal mücadeleye adım attıktan sonra, 1904’te, Sibirya’daki sürgünden kaçarak geldiği Gori’de geçirdiği birkaç hafta dışında, annesi ile iletişimi ve Gori’de geçirdiği zaman yok denecek kadar az. Öyle ki, annesine yazdığı ilk mektup 16 Nisan 1922 tarihini taşıyor. 1937’de ölen annesine yazılmış, toplam 18 mektubu var. Bu bilgilere müze gezisinde ulaşmak mümkün değil. İktidar ve otorite düşkünü Stalin’in, belki de bilinçli olarak gölgede bırakılan yaşam ayrıntıları bunlar. Gori, bir zamanlar gözde bir merkezdi... Fantastik filmlerin “renk danışmanı” Peter Doyle, “Dünyayı Kurtaran Adam” için İstanbul’da Filmleri “renklendiren” adam... Nilüfer Zengin P eter Doyle The Lord of The Rings (Yüzüklerin Efendisi), Matrix, Harry Potter, King Kong, Catwoman (Kedi Kadın) Charlie and the Chocolate Factory (Charlie ve Çukulata Fabrikası) gibi filmlerin “renk danışmanı” (colour supervisor). Hikâyenin aktığı görüntülerin renklendirme aşaması Doyle’un elinden geçiyor. Doyle, Kartal Tibet’in yönettiği ve15 Aralık’ta vizyona girecek “Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu” filminin de renk danışmanlığını yapacak. Bu, henüz gösterime girmeden üzerine pek çok yorum yapılan filmin yapımcılarının işe teknik açıdan oldukça özendiklerini gösteriyor. İstanbul’a gelen Doyle’a işiyle ilgili merak ettiklerimizi sorduk. Renk derecelendirmesi (colour grade, colour correction) için kullandığınız programı sizin yazdığınız söyleniyor… Evet, ben yazdım. Yüzüklerin Efendisi’ne başladığımızda bir software programına ihtiyacımız oldu. Altı yıl önce böyle yazılımlar bulmak, color grading’in bir endüstri olacağını düşünmek kolay değildi. Budapeşte’de Colorfront şirketine gittim, onlar da film için gereken bazı özel ihtiyaçlar ve dizayn farklılıkları için programın yazılması gerektiği fikrine katıldılar. Bu programı yazdık. Nedir bu “colour upervisor”lığı? Aslında 1940’larda Technicolors’u (Renkli sinema filmlerine renk temin eden büyük şirketlerden biri. 19221952 yılları arasında Hollywood’da en çok işi yaptı, renk alanında ulaştığı “hipergerçekçi” aşamayla tanınıyor. Dr. Herbert Kalmus, Dr. Daniel Comstock ve W. Burton Wescott tarafından 1915’te kuruldu) hatırlayacak olursak, bu işin öteden beri başka şekilde var olduğunu görebiliriz. Kalmus’un teknik gelişmelere çok katkısı oldu, o olmadan teknik gereçler kullanılmaz ve renk konusunda onun fikri alınmadan bir şey yapılamazdı. Bir süre sonra ona has bir renk anlayışı oluştu. Sonra her şey biraz değişti, gelişti. Renk danışmanları dizayn prodüktörü ve görüntü yönetmeniyle ortak olarak çalışmaya başladılar. Şimdi üretilen filmlerin reklâm ağı ve etki gücüyle renk danışmanlığının rolü de değişti. Artık bir film pek çok değişik açıdan ele alınıyor. Dolayısıyla işin renk kısmıyla da bir kişinin ya da bir ekibin ilgilenmesi gerekiyor. Görüntü yönetmeninin renkle ilgilenen bir kişiyle çalışması çok faydalı bir şey. Çalıştığınız yapımlar hep çok başarılı oldu. Bunun bir açıklaması olmalı... Bir filmde neyi görmek istiyorsunuz, farkı ortaya koyan nedir? Aslında bu çok nazik bir konu. Görüntüye, imaja duygusal bir cevap veriyorsunuz, ama tabii çalıştığınız görüntü yönetmeninin sizden ne istediğini anlamak çok önemli. Hatta en önemli nokta, bu. Yönetmen, görüntü yönetmeni ve renk danışmanı arasındaki ilişki iyi olmalı. Benim yönetmenle ve görüntü yönetmeniyle olan ilişkim, fotoğrafçının, baskıcısı ile arasındaki ilişkiye benzer. Birçok önemli fotoğrafçı uzun yıllar aynı baskıcıyla çalışır. Bizim ekranda yaptığımız şey de herkesin duygusal olarak ne elde etmeye çalıştığını anlamak. En önemlisi de filmin tümünü yüklenmemek, ortada bir hikâye olduğunu ve işin "anlatma"ya dayandığını unutmamak gerekir. Bunu, müzik videolarıyla film arasındaki farka benzetebiliriz. Film hikâyedir, diğer faktörler hikâyeyi anlamaya yardım eden araçlardır. Müzik videolarındaki colour grade’ler (renk ayarlamaları) aşırı uçlarda kullanılabilir, kurguya sadık olmak zorunda değilsiniz, ama film yaparken öyle bir kopuş olmaz. “Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu” hakkında ne düşünüyorsunuz? İstanbul’da çalışmak teknik olarak ve başka açılardan nasıl? Burada her şey çok iyi, laboratuarlar son derece düzgün ve teknik hiçbir sorunumuz yok. Atmosfer de çok iyi, çünkü herkes bir üst düzeye ulaşmak için uğraşıyor. Filmin bir komedi olması da benim için ilginç, daha önce hiç bir komedi filminde çalışmamıştım. Filmi beğendiniz mi? Evet, iyi bir komedi… ? Stalin Müzesi... Müze oldukça bakımsız. Kişisel eşyaların sergilendiği bölümde ışıklandırma yok örneğin. Görevli, sizi ilgili görürse, bir aydınlatıcı ile yardımcı olabiliyor. Müzenin tuvaletleri de içler acısı durumda. Rusça veya Gürcüce bilmiyor, Sovyet tarihine de vâkıf değilseniz, öğrenebilecekleriniz çok sınırlı. İngilizce rehberlik hizmeti alma şansı var, ama bunun için de 78 YTL civarında ekstra bir bedel ödemek gerekli. Ağırlıklı olarak fotoğraf, gazete kupürleri ve bildiri örneklerinden oluşan müzede, II. Dünya Savaşı yılları için özel bir bölüm ayrılmış. Kişisel eşyaların sergilendiği bölümde ise, pipo ve tıraş takımları, Postam’da kullandığı kalem, II. Dünya Savaşı’nda giydiği kürk ve üniformalar, çeşitli ülkelerden gönderilen hediyeler öne çıkıyor. Maskı için de yine ışıklandırma sorunu olan ayrı bir bölüm var. Lenin iktidarında, Milliyetler Halk Komiseri olduğu dönemdeki çalışma ofisi de, müzenin ara katında sergileniyor. Müze kompleksinin bir diğer bölümü, hemen ana binanın yanında. Stalin’in 40’larda kullandığı özel vagonu. 83 ton ağırlığındaki bu zırhlı vagon, zamanı için oldukça konforlu. Stalin, ünlü Yalta Konferansı’na giderken de bu vagonu kullanmış. Ana binanın arkasında, şehrin hemşerileri ile kurduğu gelgitli ilişkiyi özetleyen bir anın tanıklığı... Stalin’in bakımsızlıktan rengi değişmiş bir heykeli, bir işçi veya heykeltıraş tarafından tıraşlanıyor. Heykelin yarısı temiz ve parlak, yarısı kirli ve sararmış... Evet, bu kare, Gori ile Stalin arasındaki ilişkinin en iyi ifadesi...?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle