Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR EKİ 7 CMYK 12 KASIM 2006 / SAYI 1077 7 HANDE KÜDEN MAVİ GÖZLÜ DEV Üzerine çok kitap yazıldı, belgeseller çekildi, tiyatro sahnesine taşındı, ama hiç beyazperdede canlandırılmadı. Nâzım Hikmet, Biket İlhan’ın yönetmenliğinde Yetkin Dikinciler’in bedeninde hayat buluyor şimdi. İşte komünist “Mavi Gözlü Dev”... İpek Özbey ene 19401950… Nâzım Hikmet Bursa Hapishanesi’nde… Mavi Gözlü Dev flashback’lerle 35’li yıllara geri dönüyor. Filmde Celile Hanım’ı Suna Keskin, Piraye’yi Dolunay Soysert, Münevver’i ise Özge Özberk canlandırıyor. Mavi Gözlü Dev’in senaryosunu ise Metin Belgin yazdı. Tabii bu ilk deneme değil. Filme çekilen, senaryonun sekizinci versiyonu… Peki, sembol olmuş birinin hayatını çekerken, birilerinin çıkıp da “Nâzım Hikmet böyle demezdi” demesinden çekinmedi mi Biket İlhan? “Bu benim Nâzım’ım. Slogan bir film yapmadım, ben Nâzım’ı insan olarak anlatmayı hedefledim” diye yanıtlıyor. Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ndeki yıllarının en verimli yılları olduğunu söyleyen İlhan’ı en çok etkileyen ise şairin cezaevini okula çevirmesi. “Hiç yılmamış, dört duvar arasında yaşamış, ama kendini teslim etmemiş. Oradan Orhan Kemal’ler Balaban’lar çıkarmış” diyor. Ressam İbrahim Balaban’ı çekimin son günü sete davet etmişler. Heyecanlanmış, cezaevine dönüştürülen çekim platosunda o günleri yeniden yaşamış, anılarını anlatmış... Beykoz’da kurulan, cezaevi görüntüsü verilen platoda altı haftada tamamlanan çekimlerde 150 figüran rol almış. Hiçbiri Nâzım Hikmet’i tanımayan figüranlara oyuncular şairin şiirlerini okumuş. İlhan “Hiçbir şey yapmamış olsak bu kadar insana bu şiiri ezberlettik diyoruz” diyor. Biket İlhan’ı en çok etkileyen kadın, Piraye, bu yüzden filmde onun Yetkin Dikinciler ve Biket İlhan. Fotoğraf: Vedat Arık hapishane ziyaretlerine çok sık yer vermiş. Hayatının sonuna kadar asla konuşmayan Piraye’yi o da pek konuşturmamış. “Filmde Münevver’i de tanıyoruz, ama ben ister istemez Piraye’den yana oldum hep” diyor “Çok başka türlü bir kadın. Büyüklüğü, suskunluğu, bu aşkı kullanmayışı, bunu taşıması… Nâzım gibi bir insanı taşımak çok önemli”... Peki, Nâzım Hikmet’in siyasi kimliği nasıl yansıyor filme? “Biz filmde bunu slogan olarak çıkarmadık, ama o bir komünistti” diye yanıtlıyor. beraberler. Senaryoyu okuyunca, bir rol önerileceğini tahmin etmiş, bunun Nâzım Hikmet olduğunu öğrenince de havalara uçmuş. Nâzım’a dair ne varsa okumuş, başka bir gözle, bir kez daha okumuş. Önce “Eyvah Nâzım nasıl konuşur, nasıl yürür” demiş. Sonra rolün, Nâzım’ın en iyi kendisindeki izlerin geri dönüşüyle canlandırabileceğini düşünmüş. Duygudaşlık hazırlığı yapmış, şairi anlamaya, hissetmeye çalışmış. Sonuç? “Muhteşem bir insanla karşılaştım o zaman” diye yanıtlıyor “Nâzım zaten anlatmak istediklerini anlatıyordu, ama benim çabam onun içinde yolculuk yapabilmekti. Bunu ancak gözünü kapatarak yapabilirsin. Gözümü kapattım”... Peki, Dikinciler Nâzım Hikmet’in hangi kadınına yakın hissetmiş kendini? O da İlhan’la aynı yakınlığı kuruyor: Piraye. “Kimi yaşıyorsa ona konsantre olmuş Nâzım” diyor “Ama Piraye’nin yaşadıklarını, Piraye’nin çektiklerini kimse yaşamadı. O, Bursa Hapishanesi’ne eşya, çocuk, hayat umudunu götürürken, evinde soğuktan korunmak için pencereye gazete sıkıştırma sahnesi beni çok etkiledi. Üstelik Dolunay Soysert’in Pirayesi de benim hayalini kurduğum Piraye’ye o kadar yakın, o kadar içselleştirilmiş ki”... Dikinciler, bu rol için yedi kilo vermiş. “Ne kadar benzemişsiniz Nâzım’a” diyorum, “Bu makyaj harikası olmalı”... “Makyaj yok ki” diye yanıtlıyor, “Saçla oynadık, biraz da kaş ve bıyıkla”. Bu rol, bu benzerlik… İnsan rolünden çıkmakta zorlanmaz mı? “Set bitip de eve döndüğünde” diye yanıtlıyor “Sanki Nâzım’ı cezaevinde yalnız bıraktım gibi hissettim, bu duygu içimi acıttı”... ? Kemanımı küstürmeyeceğim Vural Köse H ande Küden, genç bir yetenek… Kemanıyla harikalar yaratan Küden için müzik yaşamın ta kendisi… Mersin Müzik Festivali kapsamında düzenlenen “Gülden Turalı Keman Yarışması”nda 22 kişi arasında birinci olan Hande’ye ödül olarak Atilla Okan’ın el yapımı kemanı armağan edildi. Diğer armağanları ise önümüzdeki ay sonra İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’yla, yeni yıldan sonra da Mersin Oda Orkestrası ve Mersin Üniversitesi Akademik Oda Orkestrası’yla birlikte solist olarak çalma hakkı. Genç müzisyen, akademisyen bir anne ve babanın kızı. Annesi Prof. Dr. Ayzin Küden Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı, babası Prof. Dr. Ali Küden Çukurova bölgesine kazandırdığı yeni tarımsal ürünlerle adından söz ettiriyor. Sekiz yaşında annesine bir arkadaşının çocuk korosu seçmeleri yapılacağını söylemesiyle müziğe adımını atan Küden, çocuk korosundaki iki yıldan sonra ÇÜ Devlet Konservatuvarı’nın sınavını kazandı. Yaklaşık altı yıldır S MAKYAJ YOK Kİ… “Babam ve Oğlum”da saf ağabey Salim’i canlandıran, şimdilerde televizyon dizisi “Gözyaşı Çetesi”nin mafya babası Cevahir’ini oynayan Yetkin Dikinciler’in Nâzım rolü için seçilmesinin nedeni, tiyatro oyuncusu olması. Projenin başından beri İlhan, Belgin ve Dikinciler Dolunay Soysert ve Yetkin Dikinciler... kemanda başarılı gelişme gösterdi ve Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’yla Bach’ın “İkili Konçertosu”nu çalma hakkını kazandı. “İleride herkesin örnek göstereceği iyi bir solist olmak, her yerde konserler vermek istiyorum” diyor Küden “Bunun içinde konservatuvardan arta kalan tek günümde de evde çalışmaya devam ediyorum. Lise 2’nin derslerinin sınavlarını vererek Lise 1’den Lise 3’e atladım. Oldukça zorlu bir dönem olsa da değdiğine inanıyorum”. Öğretmeni Dania Kainova ise Küden’in başarısının tesadüf olmadığını onun çalışma programını anlatarak onaylıyor. Kainova, öğrencisinin yurtdışına açılabilmesi için uluslararası yarışmaları araştırdıklarını söylüyor. Hande’nin örnek aldığı sanatçılar Ayla Erdoğan, Suna Kan, Ziya Taşkı… Kitap, özelikle de klasikleri okumayı seviyor. Yüzmeyi de seviyor, ama “zaman bulamıyorum” diyor. Bu bir yakınma değil, Küden müzik yolculuğunun uzun ve kesintisiz olduğunu biliyor. Kemanını küstürmemesi gerektiğini de… Bütün bu yoğun çalışma da işte bunun için…? Şarkılardan korkmayın! Ali Deniz Uslu E fsun’un müziğini dinlemeyenlere anlatmak zor, çünkü Batı tarzı rock gitar tınılarının yanında kanun, darbuka, def ve bendir de var. Türkiye’yi anlatan İstanbul müziği yaptıklarını söylüyorlar. Bugünkü tarzlarına ulaşmak için epey emek harcamışlar. Kendilerini keşfettiklerinde ise “tamam artık zamanı geldi” deyip albüm için yola koyulmuşlar. “Düşündüklerinizi söyleminize farklı yansıtırsanız bu samimiyetsizlik ve korkaklık olur” diyen Efsun grubunun üyeleri hem eğlenceli hem de politik olmanın mümkün olduğunu düşünüyorlar. Mesaj kaygılı müziğin estetik dengesinin iyi korunması gerektiğinin ise farkındalar. İşte Efsun grubunun anlattıkları… Efsun müzik yapmaya ne zaman başladı? Özer: Her şey 1997 yılında Gülay’la tanışmamız ile başladı. Benim Pandora isimli cover projeme Gülay vokalist olarak gelmişti. O günden sonra beraber müzik yapmaya başladık. 2004 yılına kadar sınırlarımızı ve müzikal tanımlarımızı keşfettik. Bestelerimizin olgunlaştığını hissettiğimizde grup kurmaya karar verdik. İşte Efsun o zaman hayata geçti. Gülay: “Tamam artık kendimizi bulduk!” dediğimizde grubun şimdiki sounduna ulaşmıştık. Efsun’un müziğini dinlemeden tarif etmek pek kolay değil… Gülay: Bir dönem “güney rock” dediğimiz müziği yapıyorduk, ama beraber çalıp kendi içimize döndüğümüzde bir karar vermemiz gerektiğinin farkına vardık. Yani çaldığımız şeyleri mi besteleyeceğiz, yoksa kendi içimizdekileri mi keşfedeceğiz? Biz keşfetmekten yana karar verdik ve bu kıvamı yakalamak için çok emek harcadık. Duy Sesimi’de “ben güneşin doğduğu taraftayım, duy sesimi, söyleyemem derdimi” diye bir söylem var. Bu şarkıyı ne zaman yazmıştınız? Gülay: Bu parçayı beş yıl önce izlediğim bir haber üstüne yazdım. Bir kız töre yüzünden intihar ediyordu ve bu beni çok etkilemişti. Ne yazık ki bu şarkının anlattıkları aynı sıcaklıkla, aynı tansiyonla hâlâ yanı başımızda. Biz bunu albüme alarak konunun gündemde olmasına aracı olmak istedik. Albümün ismini de “Duy Sesimi” koyarak elimizden geleni yaptığımızı düşünüyoruz. Efsun grubunun üyeleri Gülay Boyalar ve Özer Dönerkaya, “Politika yapmak için müzik yapmak yanlış, ama yaptığınız müzik politik olmalıdır” diyorlar ve ekliyorlar “şarkılardan korkmaya gerek yok…” Sizce müzik bir misyonu taşımalı mı ya da müzik ne kadar politik olmalı? Gülay: Politika yapmak için müzik yapmak yanlış, ama yaptığınız müzik politik olmalıdır. Çünkü tüm tavırlarınız politikanızdır. Hayatta durduğunuz yer, müzikte de durduğunuz yer olmalıdır. Başka türlü düşünüp, bu düşünceleriniz söyleminize farklı yansırsa samimiyetsiz ve korkaksınızdır. İnsanlar düşündüklerini söylemekten çekiniyorlar, ama birileri bunu şarkılarında söylediklerinde etkileniyorlar. Özer: Burada önemli olan bunu estetize etmek. Söylemi meydanlardaki sloganlardan farklı kılmak. Çünkü biz müzisyeniz, kendi anlayışımızla bunu yansıtmak durumundayız. Mesaj kaygınız olursa müziğin dengesini kaçırabilirsiniz. Gülay: Biz Hayal Kahvesi sahnesinde üç dilde "çav bella" çaldık ve de çalmaya devam edeceğiz. Çünkü şarkılar coşkudur, ama bu bile yadırganabiliyor. Hem eğlenceli hem de politik olmak mümkün. Bunda korkulacak bir şey yok! Grubun iskeletini bir mimar ve mühendis oluşturmuş. Bu meslekteki insanlar bana hep fazla analitik düşündükleri için zor gelirler. Sizde durum nasıl? Gülay: Ben çok analitik düşünüyorum. Özer ise daha estetik. Analitik bir zihin sınır koyar, tanımlar ve net cevaplar arar. Disiplin ve iş bitirme hissi önceliklidir, ama böyle olunca nerede bırakacağınızı bilemezsiniz, orta noktanız olmaz. Ben bunu kırmak için çok uğraştım. Hatta albümdeki “Bıraksam kendimi” bunu anlatan bir şarkı. Özer: Albümün hem aranjör hem de prodüktörlüğünü yaparken kurguyu tamamen sanatsal kaygılarım üstünden çözümledim. Yani bu işe bir şantiye mantığı ile yaklaşma yanılgısına düşmedik. Artık şarkılarınız Taksim’in barlarından olduğu kadar Taksim’deki müzik marketlerden de yükseliyor... Gülay: Biz bu sesi Türkiye’nin farklı bölgelerinden duyduğumuzda çok daha mutlu olacağız. ?