Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 12 HAZÎRAN 2005 / SAYI1003 Pamuk Prenses, elmayı neden yedi? Özgür Erbaş amuk Prenses masalını hepimiz biliriz. Ama bu masalın simgeleri, toplumsal cinsiyet ve psikolojinin gözlükleriyle çözümlenince ortaya bambaşka bir tablo çıkıyor. Örneğin masaldaki kötü kalpli üvey anne aslında öz be öz annelerimiz, ama kutsallaştırılmış anneye hırs, kıskançlık, rekabet gibi son derece insani duygular yakıştırılmadığı için masallardaki "kötü" anneler hep üvey oluyor. Pamuk Prenses'i iki kadın arasında çıkan güzellik yanşında ormanda terk eden avcı da aslında babalar. Bu kavgada annenin yanında yer almazsa, anne onu ilişkiden dışlıyor. Oysa aynı anne erkek çocukla baba arasındaki rekabet te oğlunun yanında yer alıyor. Bu durumda kız çocuk, kendini sevgi ve ilgiden uzak, yani "ormanda kaybolmuş" hissediyor. Kız çocuğun ormanda sığındığı yuvanın " kötülüklerden" uzak yani cinsel hiçbir çağrışım içermeyen cücelerle dolu olması gerekiyor. Pamuk Prenses bu yuvada hizmet ederek var olabiliyor. Rekabete son noktayı koymak üzere, elinde kırmızı bir elmayla gelen yaşlı kadını Pamuk Prenses reddedemiyor. Peki elma neyin sembolü? Psikolog Leyla Navaro, haset, kıskançlık ve rekabeti anlattığı "Pamuk Prensesler, Üvey anneler ve Avcılar" seminerinde dinleyicilere yönelttiği bu soruya, "yasak meyve", "aydınlanma", "güven", "iyilik" ve "sevgi gösterisi" yanıtları veriliyor. Evet, doğru yanıt sevgi, hem de karşılıksız sevgi. Navaro, kız çocuklarının annelerinden gelen bu sevgiyi sorgulamadan alarak ona ihanet etmemek için reka Erkekler kıskanmanın ve rekabetin tadını çıkarırken kadınlar kaçıyor. Çünkü kadınlara bu insani duygular yakıştırılmıyor. Siz de Pamuk Prenses masalındaki cadıya kızanlardan mısınız? Durun ve okuyun... "ama kadınlar da kendilerini aşağıda tutarak erkeği yüceltiyorlar. Kendi başarılannı görünmez hale getirerek erkeği öne itiyorlar. Kadınlara güçlü duygular yasaklandığı için, ara duygularla yaşamaya çalışıyorlar. Bu yüzden erkekler güçlü duyguları nedeniyle hapse, kadınlarsa psikiyatri kliniğine gider, diye bir söz var. Erkekler hem kıskanmak hem kıskanılmak isterler, oysa kadınlar hem kıskanılmaktan korkarlar hem de ilişkiyi sürdürmek ve karşı tarafı üzmemek için rekabete girmezler." "Yani herkes mi çocuğunu yanlış yetiştiriyor. Belki de genlerimizde bu yazılıdır" yorumuna karşılık Navaro, Güney Amerika'da bir kabilede kadınların para ve iktidar sahibi olup, çok şişman olduklarını, erkeklerin ise damızlık olarak kullanıldıklarını anlatarak, "yani genetik olamaz" diyor. Navaro'nun "kadınlar kurban olarak kahraman olurlar" sözü üzerine, "saçımı süpürge ettim", "mazbutkadın", "çilekeşkadın", "ömrünüfeda etmiş kadın" yorumları dökülüyor ağızlardan. Yani kadınlar, çektikleri acıların ve kaybettiklerinin çokluğu sayesinde kıdem sahibi oluyorlar. Navaro'nun "Kadınlar, sevilmek, fark edilmek ve ilgi görmek için kurban rolü4«frgirerler. Kachn kurbanı «fnadıkça, atlimlerin duyguları pekişir. Kadınlar da acıyarak severler. Kendilerinde acıma duygusu uyandırmayan insanlan sevmezler" sözlerinin yorumu dinleyicilerden geliyor: "yani kaybet/kaybet oyunu oynuyoruz, öylemi?" Navaro "Evet" diyor, "Hem kaybedip hem kaybettiriyoruz ve her iki tarafın da kazandığını sanıyoruz. Bırakın size fazla akıllı, fazla hırslı desinler. Zaten iyi olan ne varsa kadınlar için fazla bulunur. Hayatta kurban olmak yerine aktör olun. Kendi oyununuzu oynayın" diyerek bitiriyor. • P bete girmediklerini söylüyor. Elmayı yiyip derin bir uykuya dalan Pamuk Prenses gibi, kız çocuklar da kendini uyuşturuyor. Yani yeteneklerini ve isteklerini bir kenara bırakıp ilişkiyi kurtarıyor. Uyanması da bir erkek sayesinde oluyor. Ailede başlayıp tüm hayatımıza yayılan bu "rekabetsiz" ilişkiler, kadınları insan olmaktan çıkarıyor. Navaro erkeklerin, rekabete dayalı oyunların keyfini çıkarıp, kaybedenle dalga geçmelerine karşın ilişkilerini sürdürdüklerini, kadınlarınsa kaybedenle kurdukları empatı nedeniyle ya ilişkiye son verdiklerini ya da rekabete girmediklerini söylıiyor. Kıskançlık ve rekabet erkeklerle kadınları farklı etkiliyor. Başkasında olanı elde etme arzusu olan haset ve üçlü iliş kilcrde, başkasına duyulan ilgi ve sevgiyi istemek olan kıskançlık kadınları felç, erkekleri motive ediyor. Çünkü erkekte bu duygular normal kabul edilip destekleniyor, kadınların hırslı ve rekabetçi olması ise eleştiriliyor. Navaro, "Kadınlar için hırslı derken yüzümüzün şekli değişir ve s harfinı bastırarak söyleriz. Oysa bunlar insana özgü duygulardır" diyor. KISKANÇLIK GELİŞME MESAJI Kıskançlığın aslında gelişme isteği mesajı olduğunu söyleyen Navaro, "enerjinizi kıskandığınız kişıyi düşünmek yerine kendinıze harcarsanız hem bağımlı ilişkiden kurtulmuş hem de kendinizi geliştirmiş olursunuz" diyor. îngilizce'de rekabet anlamına gelen "competition" kelimesi Latince aslında "birlikte mücadele etmek" demek. Birbiriyle mücadele zamanla bu kelimeye yüklenmiş. Navaro, "Rekabetin özü birlikte daha iyi olmaya çalışmaktır. Oyunumuzu kazan/kaybet üzerine değil, kazan/kazan üzerine kurmalıyız" diyor. Navaro'nun kıskançlığın özgüvenle ters orantılı olduğunu söylemesi üzerine, "Özgüven sahipleri de kıskanıyor" yorumu geliyor. Navaro ise özgüvenin niteliğinin önemine değiniyor ve "Özgüven kendinden yapılmışsa yerli yerine oturur, ama dışarıdan yaratılmışsa onun adı özgüven olmaz." diyor. Bir başka soru geliyor: "Erkekler özgüven eksiklikleri nedeniyle mi kadınları aşağı çekmeye çalışıyor?" Yanıt "Bu da var" diye başlıyor Güçlü duygular erkekleri hapse, kadınları psikiyatri kliniğine gönderiyor... N. Ekrem Düzen Bugünlerde çok unutkan oldum... B ugünlerde çok mu unutkan oldunuz? Önemli işlerinizi bile son anI da ve ancak başkası söyleyince mi hatırlayabiliyorsunuz? Kapanmadan muhtarlığa gitmeniz gerektiği, eve gelip üstünüzü değiştirdikten sonra mı aklınıza geliyor? Unutkanlığınıza çare arayışıyla dert yandığınız insanlara bunları daha önce de anlattığınızı anladığınızda mahcubiyetle kanşık bir kızgınlık mı hissediyorsunuz? Unutmanın birçok türü var. Bu türlerin ne olduğundan daha hayati olan, unutmanın ne işe yaradığı. Unutmanın en büyük ve belirleyici işlevi, zihindeki genel dünya bilgisini (kendimize ve çevremize ilişkin öğrendiğimiz her şey; kişisel ya da genele dair bütün anılar) organize etmesi. Yapay zekâyla uğraşan bilim insanlarının önündeki en büyük engellerden biri yapay zekâlı aygıtların unutmayan bilgi ağlarına sahip olması. Temel olarak bu tür bilgi ağlarının son derece karmaşık bilgi düzenleme sistemleri var. Bu düzenleme sistemlerinin bir kısmı dışarıdan verilirken bir kısmı da yapay zekânın kendisi tarafından üretilebilir. Ancak unutma gibi bir işleve sahip olmayan bu bilgi ağları aslında en temel düzenleyici unsurdan yoksun. Çünkü unutma; bir kısım bılginin gelişigüzel bir küme olarak silinmesi değü, bazı bilgilerin seçilerek tutulması bazılarının da ayıklanarak bir kenara konması demek. Bu seçme, kabaca, var olma mücadelesi tarafından belirlenir. Zihin, kendi varlığı için hayati addettiği bilgileri kolay erişilebilir halde tutarken (adınız, işyerinizin neresi olduğu, kimin size ne kadar borçlu olduğu) hayatiyet değeri az bilgilerin erişimini alt sıralara atar (şampiyon olan takımınızın rakibinin, iki hafta önce size beş çektiği, kayınvalidenizin doktor randevusu). Bazı bilgiler sistemde çok kısa bir süre tutulduktan sonra tümüyle silinir (yanınızdan geçen sarışının çantasının rengi ya da "o" çantayı taşıyanın saçının rengi, sürekli önünüzden geçen, ama sizin hiç kullanmadığınız otobüslerin hat numaralan). Unutma dediğimiz, aslında, belleğimizin bir kısım bilgiyi seçerek ayıklaması ve bu bilgilere erişimi bazı özel koşullara bağlaması. Zihin, türüne göre bilgileri sınıflandırıyor, her yerden değil ancak belirli yerlerden erişilebilecek şekilde tutuyor, her canımız istediği zaman değil kendince gerekli hallerde ve koşullarda erişim hizmeti sunuyor. Zihinde, herhangibir bilginin kaydedilmiş haline "anı" diyoruz. Andarın düzenli, sistemli birlıkteliği hafızayı oluşturuyor. Günlük dilde kullandığımız haliyle "son zamanlarda çok unutkan oldum" ya da "benim ha Hayatınız için öncelikli ve önemli işlerl ve hatta kişileri unutuyor musunuz? Yenl tanıştığınız insanlan hatırlamakta güçlük mü çeklyorsunuz? Bu sizin unutkan olduğunuzun değil, beyninlzde gürültü olduğunun göstergesl olabilir... fızam zayıf" türünden "unutkanlıklar" ise gerçekte birer unutkanlık türü değil, çünkü bu durumlarda, zihinde yer etme sürecinde ayıklanarak düzenlemeye tabi tutulmuş bir anı (herhangibir "bilgi") oluşmuyorbile. Yani unutma değil kaydetmeme durumu. Yeni bir yaşantının bir anıya dönüşmesi, öncelikle zihin tarafmdan kaydedilmesini gerektiriyor. Kaydedilmenin esas koşullarından biri bu yeni yaşantının zihinde önceden var olan anılarla birleşip iç içe geçebilmesi. Zihne bir yandan dış dünyadan sürekli yeni yaşantı akışı sürerken diğer yandan önceden var olan anılar bunlarla karşılaşacak şekilde hareket ediyor. Birbiriyle karşılaşan yaşantılar ve anılar, yeni anıları oluşturuyor. Böylece hafıza, yeniden ve yeniden düzenleniyor. BİR DAKİKA, KAFAM KARIŞTI! Bu düzenlemeyi en çok bozan iki durumdan ilki dışarıdan akan bilginin içeride hareket halindeki karşılayıcılardan fazla ve yoğun olması. Örneğin iyi bildiğiniz konularda bile hızlı bir soru yağmuruna tutulursanız cevap veremeyebilirsiniz. Ya da, çok miktarda veriyi çok kısa bir sürede süzüp ortak bir nokta çıkarmaya çalışırken bir an gelebilir ve neyle uğraşmakta olduğunuzu şaşırabilirsinız. Buna "bir dakika, kafam karıştı" diyoruz. Gazeteciler, hukukçular, acar öğretmenler ve muzip ebeveynler bunu pek iyi bilir. Ikincisi, bunun simetriği Zıhindeki anılar sürekli ve yoğun olarak benzerlerini karşılama hazırlığı içindeyken dışarıdan içeriye girmeye çalışan bilgiler bu yoğunluğa çarparak dağılırlar. Bunun başlıca nedeni, karşılayıcı anıların belirli temalardaki bilgilere yapışmaya istekliyken diğerlerine isteksiz oluşu. Ye ni tanıştığınız bir kişinin ne iş yapıyor olduğunu; hatta birkaç saat sonra biriyle tanıştığınızı dahi "unutabilirsiniz". Çünkü o sırada kafanız gündüz işyerinizde patronunuzla aranızda geçen elektrikli konuşmada kalmış olabilir. Dahası, son birkaç zamandır yeni tanıştığınız herkesi "unutuyor" olabilirsiniz. Çünkü bu sıralarda kafanız, işinizden ayrılmak ve yeni bir iş bulmakla meşgul olabilir. Ayrıca, "bugünlerde çok unutkan oldum" cümlesi bizi bazı hatırlama yükümlülüklerinden kurtarır gibi görünerek derdimize iyice gömülmemize de yardım eder. Işte buna beyin gürültüsü diyoruz. Beyin gürültüleri ne yazık ki sadece "o sıralarda" yoğun olarak ilgilendiğimiz konularla ya da içine gömüldüğümüz dertlerimizle sınırh değil. Bir de kendi kişisel geçmişimizden getirdiğimiz sürekli uğultular var. Bunlar özellikle geçmişte çözülmemiş konulardan ve problemli yaşantılardan oluşuyor. (Hem durumluk gürültüJer hem de sürekli uğultular için profesyonel yardım almak, bunları tek başına halletmeye çalışmaktan daha hayırlıdır.) Sözde "bilgi çağı"nın yarattığı bilgi kirliliğiyle de uğraşmak zorundayız. Işyerinde üst üste almak zorunda kaldığınız eğitimler, çocuğunuzun okuluyla ilgili her gün çıkan acayiplikler, TV dizileri ve kahramanları, sürekli değişen yollar, otobüs hatları, döviz kurları vesaire. Her gün yeni bir şeyle karşılaşmak ve bunları asgari bir süre akılda tutmak, beyindeki gürültüyü arttmyor, îyisi mi zihninize yardımcı olun. Zihnin hangi bilgiyi ve anıyı tutacağına biraz da siz karar verin ve baştan bir miktar eleme yapın. Seçici olun. Kendiniz için neyin öncelikli ve acil olduğu hakkmda fikriniz olursa aklınızda tutmanız gereken yeni şeyler için hem yeriniz kalır hem de enerjiniz. Yoksa, dizi kahramanlarını ezberden sayıp sizin için gerçekten önemli birinı tanımayıp selam vermediğiniz için mahcup olmaya devam edebilirsiniz. 9 ekremd@sabanciuniv.edu