Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 NÎSAN 2005 / SAYI 996 Trabzon'da bildiri dağıtan gençler linç edilmek istendi. Otoriteler saldırganları değil gençleri suçlayınca olaylar Sakarya'ya sıçradı. Sonra da Gönen'de "yabancılar"a saldırıldı. Peki bu saldırganlık neyi gösteriyor? Bu sorunun yanıtı, varlığını "düşman" yaratmaya borçlu olanlarda saklı... Bunlar hangi vatandaşlar! Rehin alınmış toplumlar oç. Dr. Melek Göregenli, sosyal psikolog. Ege Üniversitesi öğretim üyesi. Göregenli'ye göre şiddet devlet tarafından anlaşılır, hatta onaylanırsa, bu tür olayların tckrarlanması kaçınılmaz. Işte Göregenli'nin yanıtları: Bayrak yırtmakla başlayıp Trabzon ve Sakarya'ya uzanan olaylara Gönen de eklendi. Bütün bunlar toplumsal histeri ya da kitle psikolojisiyle açıklanabilir mi? Bu kavramların kullamlması, olaylarda ayrımcı şiddet kullanan insanların davranışlarının "kendiliğinden" oluştuğu izlenimini yaratıyor; bu eksik ve yanhş bir saptama olur bence. Kuşkusuz, Türkiye toplumu genel olarak muhafazakârlığı ve farklı olana tahammülsüzlüğü besleyen otoritermilliyetçi bir arka plana sahip. Belirli gruplara karşı şiddet ve linç girişimlerinin, "suç" olarak değil de "vatan ve bayrağı koruma hassasiyeti" olarak, hem de iktidarın farklı kanatları tarafından değerlendirilmesi kolektif şiddeti doğuruyor. Başka başka yoksunluk, çaresizlik, yalnızlıklardan beslenen şiddet, devlet tarafından anlaşılır hatta onaylanır hale gelince ve hedef açıkça gösterilince dünyanın neresinde olursa olsun benzer şeyler olur. Bu yaşananlar bir korkuyu, 70'li yıllara gönderme yapan bir "biz bu filmi daha önce görmüştük" düşüncesi doğurabilir mi? Dünden bugüne baktığımda, iktidarların hukuku istismar etmeleri, halkın farklı kesimleri arasında düşmanhğı ve şiddeti körüklemeleri ve bundan iküdarda ve muhalefette oy çıkarmaya çalışmaları; ordunun siyaseti yönlendirmesi ve medyanın gönüllülüğü ya da itaati anlamında çok az şeyin değiştiğini görüyorum. Dünyada da çok şey değişti gibi görünse de iktidarların her yerde toplumları korkularla iradesizleştirerek, rehin alarak yönetme biçimleri pek değişmedi.. Toplumun gerçekten resmi ağızların söylediği gibi milliyetçi "hassasiyetleri" var mı? Sizce toplumun gerçek hassasiyetleri neler? Toplum, yekpare bir şey değil, farklı grupların, sınıflann farklı hassasiyetleri olabilir. Onemli olan bu farklı hassasiyetlerin kendini ifade edebilmesine imkân sağlayan demokratik koşulları yaratmak. Egemen söylem, "resmi ağızlar"ın ihtiyaçlarınca belirleniyor. AB sürecinde gerekli dönüşümlerin, neredeyse hiçbir sorununu kendisi çözememiş, toplumsalpolitik iradesini geliştirme çabaları sürekü kesintiye uğratılmış bir memleketin insanlarına "dayatma" olarak sunulması, içe kapanmayı, tarklılığı ötekileştirmeyi, dolayısıyla milliyetçiliği ve şiddeti körükleyebilir. Olup bitenin egemen söylem içınde tartışılma biçimi, alternatif, barışçı, bu coğrafyanın kendi olanaklarını, zenginliklerini, sivilpolitik iradeyi vurgulayan alternatif söylemlerin güçlenememesi ya da sesini duyuramaması kuşkusuz gerçek hassasiyetlerin farkına varılmasını ve ifade edilmesini engelliyor. Berat Günçıkan aan Arslanoğlu psikiyatryazar. Sekizi roman,12 kitabının konuları, politika, psikoloji, kişilik ve insan doğası. Arslanoğlu sorularımızı şöyle yanıtladı: Le Monde Mersin, Trabzon ve Sakarya'da yaşananlara dair Türkiye'de toplumsal histeri yaşamyor yorumunu yaptı. Bu yoruma katılıyor musunuz? Evet, yaşanan bu tepkilere histerik bir tepki denilebilir, ama bu çok nadir yaşanan bir şey değil. Bizim toplumumuz da ya da başka toplumlar da iki üç ayda bir, bir nedenle histeriye kapılırlar, ayılıp bayılırlar, aşırı duygusallıklar ve samimiyetsiz duygusallıklar gösterirler... Samimiyetsizlikten kastım şu: Milliyetçi tepki gösteren insanların kaçta kaçı yaşamları boyunca ya da gündelik hayatta vatanına faydalı işler yapıyor? K D Bu histeriyi yatıştırmanın ya da körüklemenin sorumluluğu otoriteye mi ait? Otorite istikrar istiyorsa, bu aşırılıklan önlemeye çalışıp tedbirler alır. Ama çıkarı, "ortalıkkarıştığında ben biraz daha rahat idare edebilirim" planını gerektiriyorsa o zaman kışkırtabilir. Trabzon'daki olaylarda, linç girişiminin tam ortasında, sakallı yaşlı bir adam vardı, o kim, bir masunı mu? Bu olayı özel olarak ele alırsak, bırisi bildiri dağıtmaya kalkmış, halk galeyana gelmiş ve olaylar büyümüş diye anlatılıyor. Böylebirşey yoktabii. Bunlar ülkücüler mi, derin devlet denilen gücün elemanları mı, bu bir soru işareti, ama örgüdü olduğu kesin. Elbette katılanlar arasında sıradan vatandaşlar da vardır, belki yüzde 50'den fazladır, ama o duygusallığa bizim bayrağımızı yırtıyorlarkaptlıp galeyana gelmişlerdir. 1993'te, Sıvas'ta da bir baba, oğlunu omuzlarına alıp insanların yanmasını izlemiş, izletmişti... insanların şiddete eğilımi var. Birbirlerine sevgi ve anlayış duyguları yok değil, ama bu daha zayıf. Birbirini dışlamaya, yok etmeye, hatta öldürmeye çalışma duyguları, sıradan insanı kastedıyorumçok daha fazla. Trafikteki insanın araba kullanışına, dığer sürücülere gösterdiği saygıya bakın, bencilliğin ve saldırganlığın ne boyutta olduğunu görürsünüz. Yığınlar bir gün birini rahışe dıye tasjarlar, ertesi gün bir başkasını hırsız diye damgalayıp linç etmeye kalkıştrlar. . Bu duygularla nasıl başa çıkılacak, bastırılacak mı, yoksa... Bu duygular ıçin sosyal psikolojide birbiriyle çelişen iki kuram var. Biri benim dc daha yakın olduğum, sosyal öğrenme kuramı, diğeri boşalma, yani katarsis. Sosyal öğrcnme kuramı, kişiler ne kadar saldırgan tutum ve davranış görüyorlarsa, saldırgan eğilımlerinin o kadar giiçleneceğini öngörür. Bu eğilimlcr ve tavırlar cezasız kalıyor ve rayda sağlıyorsa güçlenirler. Türkiye'de zaman zaman devletin de izniyle birtakım güçler birbirlerini kışkırttılar ve saldırganlığın boyutunu yukselttiler. Bunu diğertaraf ıçın de söyleyebiliriz; ister sol, ister aşırı sol, ister Kürt milliyetçilerı olsun, birbirleri ni teşvik ederek, manevi lıazlar ka/ana cak şekilde şiddeti dcsteklediler. Trabzon ve Sakarya'da yaşananlar da otoritelerce başta kınanmadı, hatta bildiri dağıtanlar tutuklandı... Trabzon'daki linç girişimi hemen kınansa, belki de Sakarya'daki olay yaşanmayacaktı... Evet, kınanmaması, normal bir vatandaş tepkisi olarak değerlendirilmesi şiddctin boyutunu yükselttı. Bu da yöneticiler açısından, gerçekten istikrar istiyorlarsa hiç de olumlıı bir şey değil. Sizce istikrar isteniyor mu? İstikrar isteme refleksleri zayıf. Ama işin daha siyasi ve ideolojik yönünc girecek olursak, milliyetçilik Avrupa tarafından da çok kışkırtılıyor. Türkiye'yi küçiimseyen veya aşağılayan tavırlar kı bu tavırlara bılinçli olarak giriliyor milliyetçi olmayanın da içinde milliyetçi duygular kabartıyor. Egemen güçler Avrupa dan baskı gördükçe Türkiye'de halkın tepkisini kışkırtma taktiğini izliyorlar. Bu da şunu gösteriyor; gerçekten istikrar, barış, toplumsal huzur isteyen insanların savısı pek fazla değil. Şöyle bir rahadama kapısı aralayabilir miyiz, kapitalizm milliyetçiliği de dinciliği de yeri geldiğinde, sistemin devamı için susturup eritebilir mi? Ekonomik olarak bakarsak, bunu yapması için pastadan pay ayırması lazım. Ama ayırmıyor. I lem halkları yok sulluğa sürükleyeceksiniz, daha ilkel güdüleriyle hareket edecckleri ekonomik politikalaı izleyeceksiniz, hem de ondan kendi anlayışınız doğrultusunda bir özgürlükçülük, liberalizm ya da demokrasi bekleyeeeksiniz... Bu mümkün değil, şu anda yapılan gibi, dışarıdan dayatma, göstcrmelik, samimiyetsiz bir baskı po litikasına dönüşür. Cîerçek demokrasınin olabilmesi için insanların daha iyi doyması, iş sahibi olması, birtakım kavramları okuyabilecek kafa yapısında, sağlamlığında bulunması gerekir. tşsizliğin, yoksulluğun çok yüksek boyutlarda olduğu ülkelerde insanın şiddet güdülerini engelleyip de demokrasi yarat manız hemen hemen mümkün değil. Bir düşman yaratmak O Trabzon'daki linç girişiminden sonra Sakarya'da da basın açıklaması yapan bir gruba saldırıldı... smangazi üniversitesi, Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı. Cem Kaptanoğlu'na göre son olaylara bakarak "Milliyetçilik yükseliyor" demek mümkün değil... Kaptanoğlu yaşanılanları şöyle değerlendiriyor: Dünyayı yöneten tek egemen ulus olma ideali, ulusal kimlik kurgunuzun bir parçası olarak başlangıçtan beri varsa, ulusal egemenliklerin paylaşıldığı, yönetimin uluslar üstü organlara devredildiği küreselleşen dünyada "milli hassasiyetlerinizin" "milliyetçi semptomlara" dönüşmemesi olanaksız. Çünkü bireyler için olduğu gibi toplumlar için de ulaşmayı arzuladıkları ideallerinden uzaklaşmak huzursuz edicidir. Huzursuzluk kolayca öfkeye, öfke, şiddete dönüşebilir. Şiddet, ulusun güçlü ve egemen olmasını, refahını, muduluğunu engellediğine inanılan unsurlara, "düşmanlara ' yönelir. Baş düşman ve öteki düşmanların tespiti, ulusal "düşman konsepti"mizi geliştirenler tarafından belirlenir. Düşman kim olursa olsun gerçek düşman olabilmesi için yapılması gereken ilk şey, onu bizden ayırmak ve değersizleştirmektir. "Biz"den ayırdığınız ve değersizleştırdiğiniz "ötekine" artık her şey mübahtır. Düşman konseptinize göre düşman, Yahudiler, zenciler, Kürtler, komünistler, Aleviler, kâfirler vb. olabilir, onları linç edebilir, topluca yakabilir, dışkı yedirebilir, sürebilir, katledebilirsiniz veya 2000 erkek birlikte, beşini bir yerde sıkıştırıp tekmeleyebilirsiniz. Bence, milliyetçi kalabaltklar geçcn 1520 yılda da soğukkanlı değildi. Yalnızca milli hassasiyederi kendilerinden daha hassas "özel timlerin", "JÎTEMlerin", "reislerin", "yeşillerin" yaptıklarını soğukkanlılıkla izliyorlardı. Kalabalıklar bir şey yapmıyorlardı çünkü yapılması gerekenleri fazlasıyla yapanlar vardı. O dönemde derin devletin refleksleri daha güçlüydü. Basılan hücre evlerınde insanların öldürülmelerini ellerinde bayraklarla kutlayanlar, katülerle, işkenceci polislerle "gurur duyanlar" aynı insanlardı. Bundan önceki bayrak krizinde yani HADEP kongresinde bayrağın indirilmesi ardından kalabalıkların bayrak asması yeterliydi çünkü kongre delegelerinden birkaçı dönüş yolunda hemen öldürüldü. Kısaca bugün milliyetçi kalabalıkların saldırganlaşmasının nedeni, onların yerine saldıran derin güçlerin özellikle Susurluk sonrası vc AB sürecinde bir ölçüde geri çekilmiş olmalarındandır. Son olaylara bakarak milliyetçiliğin yükseldiği sonucuna varmak bence olanaksız. Ülkemizde milliyetçilik hep yüksek bir değerdir. Ancak AKP iktıdarı döneminde Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs, insan hakları konularında AB'nin zorlamalarıyla yaşanan ilerlemeler, milli hassasiyetlerimizi, buna yaralarımızı da diyebiliriz daha setnptomatik kıldı. Yoksa hatırlarsanız "Salkım Hanımjn Tancleri", "Büyük Adam Küçük Aşk", "Ararat" gibi sanat ürünleri bile şiddetli scmptom vcrmcmize neden olabiliyordu. SÜNNET SIRAS1NDA BEBEK UYKUYA DALMAZ; YOĞUN ACl NEDENİYLE NÖROLOJİK ŞOKA (KOMAYA) GİRER! NİL GÜN'ün ku**Um KİTAB1 Mayıs'ta tüm kitapçılarda www.kuraldisi.com