01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 OCAK 2005 / SAYI 984 Türkülerle arama girme Çemişkezek yaylalarında söylediği türküleri Istanbul'a taşıyalı 12 yıl oldu. Bu süreye üç albüm sığdırdı Aynur... "Keçe Kurdan"la ünlendi. Amacı iyi müzik yapmak... Yolunun zorlu olduğunu biliyor, çabuk tüketilmekten korkuyor! Berat Günçıkan S •<•>• esi yaşından ve gövdesinden daha büyük. Aynur da bunun farkında. Bu yüzden konuşmak, tartışmak, eleştirmek, küfretmek, gülmek ya da ağlamak değil, şarkı söylemek istiyor. Şarkılarıyla arasına girenlere tahammülü yok, olmayacak da... Sesini eğer gücü yeterse, eğer ulaştırabilirse bütün kıtalara salacak, dünyanın diğer sesleriyle buluşturacak... Ama şimdi sadece korkuyor... Unünün, sesinin ve şarkılartnın önüne geçmesinden, baş dönmesinden ve bir çırpıda tüketilmekten. Tam kendini bulmaya başlamışken, tam kendine güvenmeyi öğrenirken, durdurulmaktan, susturulmaktan ürküyor. Bu yüzden "Ben" diyor, "sadece şarkı söylemek istiyorum"... Bir yıl önce Kalan Müzik'ten çıkan "Keçe Kurdan/Kürt Kızı" albümü sessiz ve derinden yayılırken Yavuz Turgul'un "Gönül Yarası" filminde söylediği "Dar Hejiroke/încir Ağacı" ile sesini yükseltti Aynur. Seyirci, filmin kadın kahramanı Dünya'nın gözyaşlarına eşlik ederken o sesleniyordu: "Incir ağacısın gam götürensin/ Cizre sınırın altındadır..." Aynur'la Dünya'nın öyküleri birbirine pek benzemiyor, kendilerini türkülerle anlatmanın dışında. Biz şimdi film kahramanını bir yana bırakıp Aynur'un 28 yılının izini sürelim... BENİ DİNLEYİN... Doğum yeri, Çemişkezek'in Doğanköy'ü. Hayvancılıkla uğraşan Karadoğan ailesinin yedi çocuğundan dördüncüsü. Annesinden geçmiş olmalı, yedi kardeşin de kulağı ve sesi, müziği doğru yoğuruyor. Ama Aynur farklı, bunu ilk keşfeden de annesi, çünkü duyduğu bütün hayvan seslerini taklit edebiliyor. Yaylayla köy arasında koyunları gütmekle geçiyor çocukluğu. Türküleri de bu zorluğu ve sessizliği kırmak için kullanıyor. Sesi zamanla köye de yayılıyor. Hangi evde meşk varsa oraya çağrılıyor. Meşk yoksa, o dama çıkıp türkülerini köyün üzerine bırakıyor. Söylediği türkülerin anlattığı duyguları tanımıyorhenüz, ama hissediyor... Ükokula başlayana kadar bildiği Türk çe birkaç kelimeden fazla değil. Doğanköy, eski bir Ermeni yerleşimi olduğu için dillerinde Ermeniceden sızma cümleler de var, çevredeki Türk köylerinden deyişler de, ama ana dili Kırmançiye Türkçeyi eklemekte zorlanmıyor. Sınıfın gözde öğrencilerinden öğretmen öykü, masal kitaplarını önce ona okutuyor, sonra diğer öğrencilere. Öğretmenlerle aralarında kültür ve dil farklılığından bir gerilim yok, değil mi ki, kışları kar yüzünden hepsi köyde mahsur kahyor, aynı yoksunluklar paylaşdıyor... Ortaokul ve liseyi Elazığ'da okuyor Aynur. İstiyor ki, sesi fark edilsin ve o türkülerini söylesin. Üstelik köye televizyonun geldiği seksenli yılların sonundan bu yana bilmediği türkü yok. Lisede keşfediliyor, bütün şenliklerde kendini sahnede buluyor. Bir gün, birkaç Türkçeden sonra, hiç hesapsız ağzından dökülüveriyor Kürtçe bir türkü. Disipline gönderiliyor. "Kendimisavunamadımbile" diyor, "Çünkü ne olduğunu anlamamıştım. Kürtçe türkü söylemenin yasak olduğunu bilmiyordum. 'Köylü' olduğum için, beni küçümsedikleri için, böyle davrandıklarını düşünüyordum". Bölgede olup bitenin farkında; örgütlenmelerin, çatışmalann, şiddetin; ama o uzağtnda duruyor. Babasına verilmiş bir sözü var: Okuyacağım. Çünkü köylülerin dudak bükmelerine, itirazlarına rağmen babası bütün çocuklarını okutmakta kararlı. Doksanların başında şiddet Doğanköy'e de dokunuyor. Bir ev yakılıyor, arkasının geleceğinden endişelenen köylüler evlerini boşaltıyor. Köyde sadece en yoksullar kahyor. Karadoğan ailesi de Istanbul'a, Bahçelievler'e yerleşiyor. Aynur liseyi Bahçelievler Lisesi'nde bitiriyor. Aklında okumak değil türkü söylemek var. Arif Sağ'ın bağlama kursuna gitmek istiyor, ama o da, ailesi de henüz îstanbul'dan korkuyor. Annesi şehre alışmakta zorlanıyor, yavaş yavaş içine kapanıp eriyor... Aynur ise yalnızlığını, köye duyduğu özlemi ancak bağlama çalmayı öğrenmenin dindireceğini biliyor. Çat kapı ilişkilerden apartmanlara geçişin yarattığı bir özlem bu. Artık bağıra bağıra tür kü söyleyemiyor, başını alıp gidemiyor, insanlara güvenemiyor. Babası kursa gitmesine izin vermiyor önce, sonra kendisi götürüp getirme şartıyla kabul ediyor. KEÇE KURDAN'A DOĞRU... Bağlamayı öğreniyor Aynur. Yeni sesler, yüzler arayan ÎMÇ'deki yapımcılar da soluğu Arif Sağ Bağlama Kursu'nda alıyor. Aynur, Türkçe türkülerle ilk albümünü dolduruyor, ama ne kadar sattı, kimler aldı bilmiyor. Ikinci albümde de benzer talihsizliği yaşıyor, ama adı da yavaş yavaş duyulmaya başlıyor. MetinKemal Kahraman'la, Grup Yorum'la birlikte sahneye çıkıyor. Bir îngiltere turnesi sırasında, durup yaptıklarına bakmanın ve gittiği yolu bir kez daha düşünmenin zamanı geldiğini hissediyor. Altı ay boyun ca farklı müzik türlerini araştırıyor, dinliyor. Ara sıra da bir barda türkü söylüyor. Böyle bir gecede Kalan Müzik'ten Hasan Saltuk dinliyor ve albüm yapmayı öneriyor, ama Keçe Kurdan için üç yıl beklemesi gerekiyor Aynur'un... Sonunda albüm kendi mecrasını buluyor. Tanındıkça şaşırıyor, seviniyor, ürküyor... Bir gün yemek yerken lokantanın önünden geçen bir grup genç kız ismini haykırıyor, içeri girip hayranlıklarını dillendiriyorlar. Biri Tekirdağh, biri Çanakkaleli, biri... Bilmedikleri bir dilden olmasına rağmen türkülerini dinliyor olmaları gösteriyor ki, istediğini başarmış... Çünkü Aynur, türkü söylemenin de politikaya dahil olduğunu biliyor... Şimdi Kalan Müzik'ten kendi derleme ve bestelerinin de yer alacağı ikincialbü münehazırlanıyor... Bir yadabinkişi fark etmiyor, sahneye çıkmadan hep "yapamayacağım" diyor, ama sahneye çıktığında kendini tanıyamıyor "Sahnede bambaşka biri oluyorum" diyor. Türkü söylemek onun için bir aşk. Eğer bir gün söyleyemezse âşık olma becerisini de yitireceğine inanıyor... Ünün hayatına taşıdıklarından elbette hoşlamyor, ama "Daha yolun başındayım" diyor, "Başarıyı taşıyabilmek gerçekten zor, çünkü içini doldurmak gcrekiyor". Biliyor ki, "iç doldurmak" yaşamaktan, öğrenmekten, fark etmekten, dokunmaktan ve hissetmekten, suyun akışına diklenmekten geçiyor. Kendine durmaksızın hayaller biçiyor: "Björk'le ya da Feyruz'la düet yapmalıyım." Korkularını diri tutuyor Aynur, çünkü sadece iyi müzik yapmak istiyor... • Aynur yeni albümünde kendi beste ve derlemelerine de yer verecek. Albümde Kürtçe ve Türkçenin dışında Ermenice, Arapça şarkılar da söyleyecek... Bastırılmış kadınlar Aylin Kotil G ün henüz ağarmamıştı, yağmur yaklaşık bir saattir yağıyordu. Daha yattığı yerden doğrulmayı düşündüğü an bütün vücudunun ağrıdığını tekrar hissetti. Hiç mi dinlenmiş kalkamayacaktı bu yataktan? Artık eskisi gibi değildi, yaşı geçiyordu, yaptığı işlere vücudu artık dayanamıyordu. Birden aklına geçen akşam seyrettiği film geldi. Filmdeki kadın, şehvetlc geçen uzun bir sevişme gecesinin ardından tıpkı onun gibi yataktan kalkamıyordu. Onun hiç böyle bir anısı yoktu. Nerden de gelmişti bu film şimdi aklına? Oysa sadece seyretmiş ve geçip gitmişti. Kendini topladı ve yataktan doğruldu, gözü hâlâ kolalayıp kullandığı çarşafın kenanna takıldı, sonra da kocasına. Mışıl mışıl uyuyordu, daha da epey uyurdu. Oysa onun kalkıp ahırdaki ineklerle ilgilenmesi gerekiyordu... Sonra çocuklara kahvaltı, gün boyu tarla, yemek, ev işi derken akşamın nasıl olduğunu anlayamıyordu. Ne olurdu şu günler biraz daha uzun olsaydı? Sonra da gününü kahvede geçiren kocasının bir türlü memnun olmayan yüzü belirirdi kapıda. Yemeğe mutlaka kusur bulur, ardından da "zaten bütün gün ne iş yaparsın ki?" ile akşamı bitirirdi. Tabii şansı varsa... Bazı geceler adamın canı bir de onu isterdi, o zaman larda sanki etleri daha da bir ağrırdı. En küçük kızı Dilşad, ilkokul beşe gidiyordu. Ondan ümitliydi, okuyup iyi yerlere gelecekti. "Cin gibi bir çocuk o, kendini ezdirmez. Bir avukat olsa" diye şöyle bir geçirdi içinden. Kendi hakkını hııkukunu korur, sonra başkalarına da faydası dokunurdu. Avukat çıkarsa, ondan parası olmayan kadınların da hakkını korumasını isteyecekti. Özellikle de şiddete maruz kalanların. Kübra ise artık on altısına gelmişti. Büyüyüp gelişmişti, sanırsınız ki yirmi ikisindeydi. Köyün en güzel kızıydı. Köyün zenginlerinden Hacı Bey'in oğluyla sevdahk ediyordu. Biliyordu, kulağına gelmişti, ama hiç ses ctmedi, bir an düşündü acaba tarlada çalıştırdığı işçilerden binnin oğluyla sevdalık etseydi yine susar mıydı? Tek derdi kızı rahat etsin, gün yüzü görsündü. Ama Hacı'nın da cimriliği köyde nam salmıştı, kıza da çektirir miydi acaba? Oğullarını hiç düşünmüyordu. Hep kızlarını düşündü. Birini okutup öbürünü zengin kocayla evlendirip gözü arkada kalmadan göçüp gidecekti bu diyardan. Ya kendi hayatı? Yaşamış mıydı ki bir hayat? Nefes alıp vermek yaşanılrmşlıksa, evet o zaman yaşamıştı. Anasının öğrettiklerini kızlarına öğretmedi. Her konuda ezildi kocasının karşısında, ama kızları için kartal ke Yorıılmıış bedenini dinlendirmeve zamanı olacak mı dcrsiniz silirdi başlarında. Sevemedi hayatı, kızları olmasaydı zaten bu kadar yaşamazdı.Yaşamadı da. Göremedi avukat kızinın namus cinayetlerine, töre cinayetlerinc direndiğini. Göremedi büyük kı/ının evde kocasına fikirlerini korkmadan söyleyebildiğini. Kendi boyun eğdiklerine kızlarırun direndiğini göremedi. Yorulmuş bedeninin dinlenmesi gerekiyordu. O yüzden kalamadı da daha razla bu hayatta. Göçüp gittiği yerde yctiştirdiği kızlarının başarılarını hep hissetti. Bir tek köylerde değil bu kadınların örnekleri. Günümüzde nice üniversite me/.unu kadınlar şiddete maruz kahyor. Garip bir şekilde bir çoğunun da sesi çıkmıyor. Hatta dııyulmaması için özel bir çaba sarf ediyorlar. Daha da ilginci tahsiüi ve ekonomik özgürlüğe sahip olan kadınların şiddet olduğu hal de evliliklerini yürütmelcri. Bastırılarak yetişmişliğin verdiği özgüven eksikliği, tek başı na hayata devam etmenin ürküntüsü, çocuklarını aslında yalnız büyütüyor olsalar bile başlarında iyikötü bir babalarının olmalarını istemeleri gibi nedenlerden dolayı kadınların boyun eğmeleri. Güçlü bir sosyal devlet yapısı olsa bunların oranının azalacağı kuşku götürmez. Kaldı ki burada atlanan bir olay daha var; şiddete maruz kalan kadınların çocukları. Onlar da en az anneleri kadar bu durumdan etkileniyorlar. Kadınlar kendi sorunlarından ötürü de çocuklanyla manevi anlamda yeterince ilgılenemiyorlar. Aynı durum boşanan aile çocukları için de geçerli. Ebeveynler boşanırken o an içinde bulundukları psikolojik durum dolayısı ile nc kadar okumuş ve kültürlü olsalar da çocuklarını erteleyebiliyorlar. Böyle bir durumda devletin şiddet gören veya boşanmakta olan ailelerin çocuklarına yönelik psikolojik destek vermesi daha sağlıklı bir neslin devamı için şart. Aynı durum namus ve töre cinayetleri için de geçerli. lnsanlar bu uğurda öldürülüyorsa, eğitim vermek tabii ki şart, ancak önce yasaların çok iyi işleülmesiftttdKfjot.Ç^VvvKÂftç<raünv&ü?Aüğü ya da uzun vadede çözüm olması bize yasaları işletme ve yürürlüğe koyma hakkını doğurur. Çünkü sonunda insan ölüyorsa, hiç bir şey bundan daha önemli olamaz. Eğitirr ile öğretemediklerimizi yasayı koyup işlete rek sağlamak zorundayız. Bir neslin daha, bı tür olaylara gebe kalması bırakın çağdaşlığı modernliği, insanlık adına utanç verici biı durum. • [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle