26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30OCAK2005/SAYf984 15 Adım adım Akdeniz Yasemin Yazıcı ir gün marketc diye çıktı ve dönmcdi. Böyle bir gazete haberindeki o kaybolma arzusunu sanırım herkes içinde bir parça taşıyor. Alıp başımızı gitmek, günlük hayatın tekdüzeliğine karşı bir içsel tepki sonuçta! Bu türden bir kaybolmayla eşanlamlı olmasa da Seda K. ve Alex Hay bir gecede karar verip günlük düzene girmiş hayatlarını duraksatarak; tngütere'den Türkiye'ye yürüyerekgelmeyiplanlamışlar... Kimi değişiklerle de olsa gerçekleştirmişler düşlerini... Yolculuk sonunda Sultanahmet meydanında karşıladığımız Alex, boynunu örten kızıl sakalı, elinde uzun sopası ve küçük köpeği Cela ile, her çağın dervişi görünümüyle mutlu ve dıngindi. Hoş geldin kucaklaşmasından sonra, yorgunluğu hâlâ üzerindeyken konuştuk yolculuğunu. Londra'da sen bankacı, eşin de eğitimci olarak çalışıyorken "Yürüyü§"e çıkmak düşüncesi nasıl oluştu? Evet, Londra'dayken ikimizin de işi iyiydi.Ancak çok çalışıyorduk, yoğun ve gerilimli bir hayatımız vardı. Yani tüm çalışanlar gibiydik. Odenmesi gereken faturalar, krediler yüzünden tam bir boyun eğmişjik içindeydik sanki. Gerçekten öyle, tüketim toplumunda çalışanların yeni boyunduruğu bu kredili yaşam. Peki siz onu hangi anda kırdınız? Aslında ne olduğunu hâlâ kendime bile tam açıklayabilmiş değilim. Anımsıyorum. Uzun bir gece yemeğiydi. Seda (eşim) ile ordan burdan konuşuyorduk. Söz Seda'nın îstanbul'daki çalışma masasını Londra'ya nasıl getirtebileceğimize uzandı. Ardından da her nasılsa yürüyerek İstanbul'a gidebileceğimiz düşüncesi geldi aklımıza. Neden yürüyerek? Aslında saçma görünmesi bir yana, bizim için daha çok çarpıcı bir düşünceydi. Biz de bu düşünceyi hemen balayı kapsamına aldık. Yola çıkmadan bir ay önce evlenmiştik. Bu birbırimizi tanımamız, kendimizi tanımamız ve evlerimiz arasındaki (Londra ve Istanbul) başka ülkeleri ve insanları tanımak açısından iyi bir fırsat olacaktı. Hem de mutlu bir aile olma öncesinde kullanacağımız son şansımızdı... Tüm ideallerimiz içinde en önemlisı, sanırım bunun mutlu bir aile reçetcsi olduğuydu. Sonra, neye karar verdiniz? Londra'daki evden yürüyerek çıkıp tıpkı alışverişe, metroya gider gibi yürüyerek denizaşırı olan yerlerde feribot ya da vapur kullanarak Eminönü'nden Kadıköy'e geçip Seda'nın annesinin evine gitmeyi amaçladık... Duygusal olarak da, dünyanın iki büyük kenti arasında kalpten bir bağ kurmak istiyorduk. B Yolculuğa çıkmadan ne gibi hazırlıklar yaptınız? Iş yerlerimizle ilişkılerimizi kesmek, evdeki eşyalarımızı depoya vermek, kimi değerli olanları başka dostlarımızın evine bırakmak, evleri kiraya verip, bu arada evlenip arkadaşlarımıza veda etmek... Hepsi yürüyüş hazırlıklanndan daha güç oldu. Yürüyüş için zaten önemli bir hazırlık gerekmiyor. tyi cins ortopedik ayakkabılar, çoraplar, ince yünlü ve pamuklu giysiler, fener, yemek için gerekli küçük ocak gibi kolay bulunan donanımlar yeterli... Seda ve Alox Londra'dan İstanbul'a yürümeye karar verdiler. Bu sessiz ama muhalif bir yürüyüştü. İşlerlni, faturaları ve kredl kartlarını geride bırakarak Akdeniz ülkelerini Hazırlanırken kadın ve erkek olarak farklı gereksinimlere yöneldiniz mi? Ikimiz de farklı sorunları çözmeye yöneldik. Ben daha çok deniz ulaşımı, çadır, yemek yapmak için gereken malzemeleri hazırladım. Seda da iletişim ve sağlık sorunlarımız için gerekenleri listeledi. Bu yoldan dönmemeye bir kez karar vermiştik. Zaten Seda tek başına bir yıl önce bir dünya gezisi gerçekleştirdiğinden pek çok konuda daha deneyimli ve bilgiliydi. blrer birer aştılar. Seda yolda hastalandı, Alex ve köpeği Cela TEHLİKELİ AYRIMCILIK... Londra'dan sırtınızda eşyalarınız yüklü yola çıktığınızda hangi duygular içindeydiniz ? Londra'dan feribot iskelesine üç günde gittik. Çoğunlukla varsıl bölgelerde yürüyorduk Benim doğduğum kent ve memleketim olmasına karşın, kendimi toplum dışı hissediyordum. Anımsıyorum da, Richmond'da Thames nehrinin kıyısında, çalılıkların arkasında sanki birer hayvan gibi gizlenmiştik. Kulağımıza çarpan konuşmalara hepten yabancı hissediyorduk kendimizi. Herkes günlük hayat içinde, işlerinden, alışverişten, televizyon programlarından söz ediyorlardı. O an, artık onların bir parçası olmadığımızı hissetmiştik. Yaşanısal ayrıtnı hissettiğiniz bu anlar sonrasında.. anımsadığınız yaşadığınız ilkler neydi? İstanbul'a ulaştı. llkleri mümkün olan en kısa zamanda yaşamak istiyorduk. llk yağmur, ilk uzun gece, ilk kaybolan eşyamız...Tüm bunları yaşamak bizi daha da rahatlatan deneyimlerdi. Sonrasında da, ilk yürüyüş planımıza yapışıp kalmaktansa daha esnek davranmak daha uygun geldi. Gereksinim duyduğumuzda otel, kamp yeri gibi yerlerde kaldık. Fark ettiğiniz en büyük sorun ne oldu? Taşımak zorunda kaldığımız yükler... Seda yaklaşık 20, ben de 30 kiloyu aşkın bir ağırlıkla yürüyorduk. Video kamera gibi, sonradan lüks olan kimi yüklerimizi henüz bırakmamıştık. İspanya, Fransa, ttalya gibi ülkeleri yürüyerek geçtiniz. Akdenizli kimlik olarak ne gibi benzerlikler ve ayrılıklar gözlemlediniz? Ispanya'da kendimizi birdenbire yeni bir dil, yeni bir kültür ve kırsal görüntüler içinde bulduk. Insanlar Ingiltere'de hiç olmadığı kadar bize yakınlık gösterip, destekleyici davranıyorlardı. Belki de, Katoliklerin hacı yürüyüşünün olduğu (Santiago de Compostela) bölgede olmamızın etkisi vardı. Öte yanda, dil, mimari, yeme alışkanlıkları, açıkça ortak bir kültürü işaret ediyordu: Akdenizlilik. Ya farklılıklar, ulusal kimlikler.. içerdiği ayrımcılıklar... Bu her zaman tehlikeli bir ayrımcılık. Ben ulusal kimlikler arasında bir fark görmedim. Ancak halklar arasında kimi önyargılar vardı. Sözgelimi, Fransa'dayken bizi ltalyanlar, Kuzey Italya'dayken Güney bölgesi için uyarıyorlardı. Güney Italya 'dayken de yılanlar için uyarıldık. Yunanhlarsa yasadışı Arnavut göçmenleri ve tabii ki Türkler için dikkatli olmamızı söylediler. Seda ayağında çıkan bir sorun nedeniyle ttalya'da senden ayrıldı, ama sen Cela ile sürdürdün yolculuğunu... Cela küçük bir fino. Bize Kuzey İspanya dağlarından beri eşlik ediyor. Aslında birçok köpek bizi izledi, ama hep kısa bir zaman sonra geri döndüler. Cela bizden vazgeçmedi. Onunla birlikte 5 bin kilometre yürüdük. Gerçekten çok iyi bir gezi arkadaşı. Çok iyi bir dinleyici ve üstelik asla arkadan konuşmuyor. Peki Türkiye'ye girdiğinde hemen Doğu'dan esinler duydun mu? Ipsala sınırından girdim. Aslında minareler olmasa görünüm Yunanistan Trakyası'ndan hiç farklı değildi. Koyunlar, alçak buğday tepecikleri, makiler, fundalıklar... Yol boyunca yanımdan geçen dolmuşlar, kamyonlar merakla bana sesleniyorlardı. Türkçe bilmediğim için bir iletişim kuramıyordum. Vinçler bile yüklerimi taşımak için yardım etmek için işaret ediyordu.Çok etkileyiciydi tabii. • Kürkçü dükkânına dönüş Özlem Terzi İ çinde kürk sözcünün bulunduğu bir yazıyı yazmak hiç de kolay değil. Hayvan severler sivri oklarını size yöneltecekler. Haklı gerekçeleri de var. Gazcteci olarak bir kürkçünün kapısını çalın bakalım. Yine neleri kanştırıyor, yine hayvanseverleri başımıza üşüştürecek diye, sizi hiç de iyi bakışlarla karşılamayacaklar. Büyük bir olasılıkla sizinle konuşmayacaklar da. Ama yine de gidip görüşmeli; bu yıl kürk yeniden moda ya... Hayvan severlerin 9O'lı yıllarda başlatmış olduğu akımlarla ve 94'teki ekonomik krizden sonra, kürkçü imalathaneleri artık ayakta duramaz hale gelmişler. Beyazıt'taki 550 yılhk Kürkçü Han da yıllarca kürk işiyle uğraştıktan sonra teslim bayrağını çekmiş. Han, çeyizci ve yüncülerin merkezi haline gelmiş. Beyoğlu da farklı değil. Beyoğlu'nun yıllarca kürkünü, tamirini, yıkamasını yapan kürkçü dükkânları tek tek kepenkleri kapatmışlar. Beyoğlu'nun tarihi kürk dükkânlarından sayılan "Gabriel Beyaz Tilki" tüm olumsuzluklara rağmen 1918'den bu yana Beyoğlu'na kürk dikiyor. Gabriel Beyaz Tilki'nin sahibi Can Piyer Polos ile kürk ve kürkün geçmişi hakkında konuştuk. "Bu yer babamın ustasından babam Gabriel'e, babamdan da bana kaldı. Biz gayrimüslüm bir aileyiz. Fakat iki nesildir doğma büyüme Beyoğluluyuz. Babam elli yıl boyunca Beyoğlu'nun kürklerini dikti. Babamı kaybettikten beridir ben ustabaşı olarak kürk yapıyorum. Çoğu kez bu dükkânı kapatmayı düşündüm, çünkü yaptığınız mal çoğu zaman satılamıyor. Sadece kış döneminde çahşıyorsunuz ve en önemlisi kürkçülere, hayvan severlerden vurulan bir darbe var. Ancak Beyoğlu'nda geçirdiğim bir hayatım var ve baba işi olmasından dolayı 87 yıllık bir müesseseyi kapatmak kolay olmuyor." Polos, babasının anlattığı öykülerle büyümüş. Beyoğlu insanı bir dönem şapkasız kravatsız ya da kürksüz îstiklal Caddesi'ne çıkamazmış. Çünkü o yıllar kıyafete önem vermek önemli bir saygı göstergesiymiş. Kürk o yıllarda gayrimüslümlerin olduğu kadar Müslümanlarm da pek itibar ettikleri kıyafetmiş. "Babamın anlattıklanna göre, 1918 sonrasında kürk giymek Beyoğlu'na özgüymüş. Çok sesli bir semt olan Beyoğlu'nda Rumlar, Ermeniler, Levantenlerden kalma bir kürk giyme kül Bu yıl kürk yeniden moda olunca, kürkçülerin kapısı da yeniden aralandı. "Gabriel Beyaz Tilki" de bu dükkânlardan biri. Can Piyer Polos, kürk karşıtlarına da hak veriyor, ama... türü oluşmuş. Kürk giymek zengin yüksek zümreye hitap etse de herkeste bir kürk mevcuttıı." 195055 yılları arasında daha çok bele oturan mini kürk mantolar giyermiş Türk kadını. 199O'lı yıllarda ise daha çok yerlere kadar sürünen kürkler, yarasa kollar, yüksek vatkalar, yüksek omuzlar modaymış. Gabriel Beyaz Tilki, Istiklal Caddesi Emir Nevruz Sokak'taki mağazasında her yıla ait kürk modelleri bulabiliyorsunuz. Vizon, astragan, tavşan... Fiyatlar üç yüz milyondan on milyar liraya, hatta bütçeniz elveriyorsa yüz milyara kadar ulaşıyor... "Kürk sizi soğuktan, doğal yolla korur. Ekonomik açıdan baktığımızda iki üç milyara aldığınız bir kürk sizi otuzotuz beş yıl ısıtır ve kürkünüzün modelini günün modasına göre de ayarlayabilirsiniz. Aldığınız kürk üzerinde oynama yapıp yeni bir kürk yaratabilirsiniz" diyor Polos. Ya kürk karşıtlan? Polos düşüncelerini şöyle aktarıyor: "89 yılında hayvan severler bir akım başlattı ve sokağa kürkle çıkmanız yadırganır hale geldi. Haklı tarafları da var, haksız tarafları da. Bilinçsiz avlanma tüm kürkçülerin üstüne kalıyor. Tepkilerin bilinçli yapılmasından yanayım. Tabiatı, dengeyi bozmadıktan sonra zarar vermiş olmuyorsunuz. tnsanlar vizon, tavşan giymese zaten bu hayvanlar yetiştirilmeyecek. Bir leopara, bir kaplana, bir vaşağı avlayanlara karşı savaş verilsin. Nesli tükenen hayvanlara ben de karşıyım. Bir dönem tüm kürkçüler, dünyaca ünlü firmalar işlerini bıraktılar. Bu durum beraberinde büyük işsizlik getirdi." Bu yıl kürke olan talep çok fazla, bunu sokakta da görüyorsunuz. Yapay ya da doğal pek de fark etmiyor... "Evet, bu yıl kürke olan ilgi arttı" diyor Polos " Modada her zaman geri dönüş yaşanır. Nasıl modamn kendisi bitmezse kürkün de modası bitmez ." •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle