Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
•28MART2004/SAYI940 ÇOCUK 7 BAŞKENT GÜNLERİ Duayen gazeteciler Müşerref Hekimoğlu Ç oktan görmedim, haberleşmedim ama "duayen gazeteci" deyimiyle Haldun Simavi'yi anımsadım birden. îlk kez o söyledi "duayen" olduğumu. Dostluğumuz ters bir olayla başladı. Nasıl derseniz; Haldun Simavi ANKA'nın aboneliğine son verince üzüldüm, içerledim, telefon edip görüşmeye gittim. Aboneliğe son vermesinin gerekçelerini açıklamasını istedim. Böyle bir şey beklemiyordu galiba, ancak hoşlandı. "Siz Haldun Simavi iseniz ben de Müşerref Hekimoğlu'yum" dedim. Onun konumunda biri için söylenir şey değil ama ben içimden geleni yaptım. O da güldü, "Buraya gelmeden önce yeniden abonelik için gerekli uyanyı yaptım" dedi. Elbet çok hoşlandım. Günaydın'ın aboneliğini yitirmeyi içime sindirmediğim için rahatladım. Sonra, dış yolculuklarında dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e eşlik eden gazeteciler arasında ben de yer aldım. Sayın Simavi ile konuşmak, yakından tanımak olanağım buldum. Bükreş ve Sofya yolculuklarında ilginç olaylar yaşadık. Haldun Simavi "duayen" diye sesleniyordu bana. Genç arkadaşım Süleyman Coşkun'un düzenlediği "Duayen Gazeteciler" kitabını alınca geçmişe döndüm birden. Basın dalında "duayen" diye tanınan arkadaşlarımı düşündüm. Onlardan biri de Aycan Giritlioğlu. Saygın bir fikir işçisi. Ödünsüz bir yaşamı kanıtlayan bir kişi. Kitapta yeterli değil, ama güzel yer alıyor, 'ilginç olayları çağrıştırıyor. Süleyman Coşkun'a teşekkür ediyorum. Belli konulara güzel ışık tutuyor. Aycan Giritlioğlu, öz ışığıyla aydınlanan, özüyle sözünü birleştiren bir kişi. Keşke daha yakından tanısaydım ama vakit yoktu! Süleyman Coşkun'a gelince; uzun yıllar önce tanıdım, özelliklerini yakından mutluluğun resmini çizebiliyor Yaşadıkları yer varoş. Haftanın iki günü Borusan Kültür ve Sanat Merkezi'nde Vivaldi dinleyip renklerle tanışıyorlar... "Müziğin Rengi" atölyesinde hem resim hem müzikle tanışıyorlar... Onlar için mutluluk kırmızı ve pembe, huzur mavi... Esra Açıkgöz rabesk dinliyor çoğu, genellikledetelevizyondan... Müzikle alışverişleri dinlemek üzerine kurulu, bazen yanık sesleriyle bir şeyler söyledikleri de oluyor, ama hepsibu kadar...Şimdionları, 712 yaş grubundaki çocukları, gözleri kapalı, Vivaldi'nin Dört Mevsim'ini dinlerken buluyoruz. Borusan Kültür ve Sanat Merkezi'nde, ellerinde boyalar, önlerindekibeyazkâğıdarahayallerini, duygularını, anılarını çizerken Kış'ı dinliyorlar,Bahar'ı,Yaz'ı... Önce küçük bir çocuk çiziliyor kâğıtlara, sonra çocuğun elinden tuttuğu annebaba ve önlerinde birçiçek... Pamuktaninsan.sukapağından deniz, naylondan dünya yapıyorlar. Borusan Kültür ve Sanat Merkezi'nde uygulanan "Müziğin Rengi" atölyesinde çocuklar, müziğin resmini çiziyorlar. Beethoven, Vivaldi, Richard Wagner gibi müzisyenlerin eserlerini dinleyen çocuklar, müziğin kendilerinde uyandırdığı duyguları renklerle, çizimlerle kâğıda döküyor, bunların öyküsünü yazıyor ve anlatıyorlar. Atölyede, Kasımpaşa ve Dolapdere gibi mahallelerden gelen 712 yaş grubundaki çocuklara ücretsiz sanat eğitimi verili A gördüm. Güzel ürünler oluşturdu basın dalında. Üretkenliğini güzel yansıttı değişik ürünlerde. "Duayen Gazeteciler* kitabı başucumda kaç gündür. Kimi sayfaları çevirirken düşünüyorıım, • duayenlik de tartışılabilir boyutlara vardı. Belli yıllarla oluşmuyor, başka bir birikim, başka bir çizgi gerekiyor galiba. Somut olaylar, dahası basında yaşanan olaylara güzel katkılar yapmak, gerçek değerleri yazıya, habere yansıtmak gerekiyor her şeyden önce. Belli özverileri göze almak. Bu açıdan bakınca "duayenlik" de başka bir anlam kazanıyor doğrusu. Elli yılı yaşayanlar az olmasa da yaşamına gerçek değerleri sığdırmak ayrı bir olay. Mutluyum, böyle olaylar da var yaşamımda. Süleyman Coşkun, meslek dalını yeşerten bir kişi. îletişim Fakültesi'nde düzenlediği törenlerle güzel uyarılar yaptı bize. Elli yılı aşan gazetecileri onurlandıran törenler düzenledi, plaketler verdi. Anıları hâlâ güzel bir ışık, inişlerde yokuşlarda güzel aydınlatıyor yolumu. Üzgünüm, duayen arkadaşlarımı yakından tanımadım yeteri kadar. Kitabı okurken boşluğunu hissettim ama artık çok geç! Kimi dünyamızda değil artık. Benim kuşağımda yer alan kişileri de milattan önceden gelmiş gibi selamlıyor genç kuşaklar. Tanıyor, tanımıyor, nelerle savaştığını bilmiyor ya da biliyor ama çok değişen değer ölçüleri doğrultusunda! Mutluyum duayenliği de güzel yaşadım galiba. înandığım ilkeleri değiştirmeden, yolun sonuna geldim. Sevdiğim, saydığım kişilerle yol aldım. Buradan ötesini bilmiyorum. Yüdızlar yanacak mı, sönecek mi? Ancak ben sönmemesini umut ediyorum. Önümüzdeki yıllar gösterecek bunu. Duayenlik de o zaman değer kazanacak.# yor. Atölyeeğitmeni Niyazi Selçuk, te mel amaçlarının çocuklara, okul müfredatı dışında bir sanat eğitimi vermek olduğunu söylüyor. Selçuk, "Atölyede derslerinbirbiriylebağlantısınıdagerçekleştiriyoruz. Çocuklar burada sadece resim çizmiyorlar. Dinledikleri müziğin kendilerinde uyandırdığı duyguları, anıları kâğıda geçiriyor, bunun öyküsıinü anlatıyor ve kompozisyon yazıyorlar" diyor. Ressam yetiştirmek gibi bir kaygıları olmadığını belirterek, "Burada sadece onların hayatlarını kolaylaştırmaya, estetik bilgisi edinmelerini sağlamaya çalışıyoruz" diyesürdürüyorkonusmasını Selçuk "Bu çocuklar pop kültürü ile yetişen, Kral TV dışında müzikle tanışmamış çocuklar. Biz burada onları etnik, klasik müzik gibi farklı müziklerle tanıştırıyoruz. Böylece seçme şansları olduğunu anlayacak, kaliteli müziği öğreneceklerdir". " Ezbere resmi becerebilmiş tek ülkeyiz." Selçuk'un Türkiye'deki resim eğitimineilişkintanımıbu. "Birsanatınyaratıcılığında ezber olabilir mi? " diye soruyorveekliyor: "Ancak çocuklara hep aynı şeyleri çizmeyi öğretmişiz. Müfredatlar onların yaratıcılıklarını kısıtlamaya yönelik. Oysa bizim görevimiz onlara sadece tekniği vermek olmalı. Biz burada bunu yapıyoruz. Tekniği verip geri çekiliyoruz, çocuk yaratıcılığı ile baş başa kalıyor." Selçuk, müziğin görüntülenebıleceğini, çocuklara da soyut kavramları, somutlaştırmayı öğrettiklerini de anlatı yor, "Ayrıca çocuklar, atılacakmaddelerden neleryapabileceklerini öğrendiler " diyor " Onları tüketim yerine ü retime teşvik etmeye çalışıyoruz ". DUYGULARIN RENGİ... Atölyeye, perşembe günleri Beyoğlu Hüviyet Bekir Ilköğretim Okulu öğrencileri katılıyor. Gözlerini kapatarak dinledikleri müziğe konsantre olan çocuklar, boyaları ellerine alarak, kendilerini anlatıyorlar. Kimi el ele tutmuş bir kraliçe ve kralı, kimi güneşli bir günde nehir kenarında oynayan çocukları, kimi annebabası ile dolaşan bir çocuğu çiziyor. Derslerine girdiğimiz çocuklarla çizdikleri üzerine sohbet ediyorum. Her duygunun bir rengi olduğunu söylüyorlar. Üzüntünün rengi "siyah ya da kahverengi" oluyor resimlerde. Mutluluk "kırmızıyadapembe", huzur "turuncu Keşke okul da böyle olsa... erkezde uygulanan diğer bir program ise Çocuklarla Müzik Atölyesi. Çocuklar, bu atölyede atık malzemelerden enstrüman yaparak müziğe dokunuyor, melodileri, bedenleriyle, meyve ve renklerle ifade ediyorlar. Fareli Köyün Kavalcısı'nı, Peter ve Kurt'un hikâyelerini müzik eşliğindeöğreniyorlar. Atölyede59 yaş grubundaki 33 0 çocuğa ücretsiz müzik eğitimi veriliyor. Çocuklar, pipetten "panflüt", saksıdan "davul", pet şişeden "tırtıl" yapıyorlar. Atölyenin eğitmeni Pınar Başbuğ, bu çalışma ile iyi bir müzik dinleyicisi yetiştirmeyi amaçladıklarını söylüyor. Konservatuvara öğrenci yetiştirmek ya da müzik aleti çalmayı öğretmek gibi bir kaygıları olmadığını belirten Başbuğ, "Buçocuklarınedindiği kültür ve birikimle müziği şekillendirerek, müzikte kendi hayadarından parçalar bulmalarını, müziği yakalayabilmelerini sağlamayı istiyoruz" diyor. Bu program yedi yıldır uygulanıyor. M Başbuğ, "Özellikle böyle bir atölyenin kültür merkezi tarafından yapılması çok önemli. Çünkü kültür merkezleri, çocuklarla ilgilenmiyor. Bu çocuklarm çoğu varoşlardan geliyor. Bazen onlara kare, daire gibi temel kavramları da öğretmek zorunda kahyoruz" diyor "Çocuklara farklı tarz ve dilde müzikler dinletiyoruz. Senfonik eserleri dinleyip, bu müzikle ilgili hikâyeleryazıyorlar. Sonra bu hikâyeler üzerinde konuşuyorıız. Böylece çocukların hem hızlı ve analitik düşünme yetileri hem de hayal güçleri gelişiyor. Sonra bu hikâyelerdeki karakterlere göre rol alıyorlar. Bu çalışmalarda grupça çalışmayı daöğreniyorlar". Erkan Cıvak, ilkokul ikinci sınıf öğrencisi. Üç aydır müzik atölyesine geliyor." Atölyede müzikler dinliyor, oyunlar oynuyoruz. Vücudumu hareket ettirmeyi, dans etmeyi öğrendim.Bu müzik dersi okuldakinden daha iyi" diyor. Cıvak'la yaşıt Gülistan Albay, " Keşke okuldaki müzik dersleri de böyle olsa" diye ekliyor "Okuldaki müzik dersini de seviyorum. Ancak bu daha eğlenceli. Burada müzikle oyun oynamayı, ritimle yürümeyi öğreniyoruz." yada mavi ",heyecan "san" ileanlatılıyor. 5 ay önce Keşan'dan gelmiş 8 yaşındakiFırat Küller. îlk defa okul dışında bir etkinliğe katılıyor. Istanbul'un denızini çok ama çok seviyor, ancak yine de Keşan'ın daha güzel olduğunu söylemeden edemiyor. Keşan'abubağlılık,busevgi neden? "Istanbul güzel, ancak Keşan'da insanlar bir şeyler yaptığında herkesi davet eder ya da dağıtırlardı" diye yanıtlıyor "Burada böyle şeyler olmuyor." Sonrasında Istanbul'un bir tercih değil zorunlulukolduğuortayaçıkıyor, "Evimizi satmak zorunda kaldık ve buraya geldik"dıyor. Okumayı çok seviyor Fırat. Resimlerde çizmeyı en çok sevdiği şey de bahçesinde çocuklarm sıraya girdiği ve yanından şelale geçen büyük bir okul. Bir de "erkek" çizmeyi seviyor, nedeninı "çiinküm ben erkeğim " diyerek açıklıyor ve ekliyor, "Bir de annebabamı yan yana çiziparalarınaçiçeklerkoyuyorum.Çiçek onların bırbirini sevdiğini gösteriyor." Özellikle san renk kullanıyor resimlerinde "çiinküm Galatasarayh". Dinlediği müziğin klasik müzik olduğunu bilmiyor, ancak evde de "böyle müzik" dinleınek istediğini söylüyor. Bir taraf tan da yanında oturan ve kâğıda çizdiği FB harflerini boyayan arkadaşına, ' "Gençlerbirliği'ne Dünya Kupası'nda yenildiniz, hâlâ FB'nin resmini yapıyorsun. GS'li ol, bak onlar hiç yeniliyor mu/" diyelafyetiştiriyor. Fırat gibi Galatasarayh olan Orhan Fatih Şengül'ün resimlerde en çok kullandığı renk ise kırmızı, "Kanı çağrıştırıyor ve ben kanı seviyorum, çünkü kammız olmasa biz ölürdük" diyor. En çok ev ve gökyüzü çizmeyi seviyor, "Bahçeli, arkada havuzu olan, dört katlı evler çiziyorum, çünkü büyüyünceben de böyle bir evim olnıasını istiyorum. Orada halam, annebabam ve kardeşimle yaşayacağız" diyor. Gökyüzünü çizmeyi sevmesinin de elbette bir nedeni var. "Her şeyi gökyüzünden kazanıyoruz. Güneş orada, bulut, yağmur, kar hep oradan geliyor." Çizmekle kalmıyor, sonra çizdikleri üzerine uzun sohbetler ediyor çocuklar. Birbirlerinin resimlerini yorumluyorlar. Saçsız çocuk "keloğlan ", suratı olan çiçek, "cadı tarafından cezalaııdırılmış bir çocuk",gökyüzündeki kız"iyilikperisi"... Yorumlar da çizilenler de değişiyor, ama kullanılan renkler hep aynı: Mavi ve kırmızı. ..•